“Güz yaprakları düştü...
gazeller oldu...
Bulut indi yeryüzüne...
sevdalı oldu...
***
Bir avuntu biraz keder...
böyle bize neler oldu?..
Bu ayrılık bir de hasret...
çekilmez oldu...
***
Ay karanlık; hep karanlık
yüzü bize döner oldu...
Bir ihtimal daha vardı...
felaket oldu...
***
Gitme gitme gitme kal bu şehirde...
Gitme gitme yazık olur bize...”
***
Hava karanlıktı...
Akşam saat 19 sularıydı... Necatibey caddesinin Sıhhiye’ye açılan yol ağzında, arabayı kullanırken bu şarkıyı söylüyordu; gazetecinin yanında oturmakta olan genç kadın...
***
Şarkının etkili olacağını biliyordu...
“Gitme Kal Bu Şehirde” isimli muhteşem Nazan Öncel şarkısının öznesini Ankara yapıyordu özellikle söylerken...
***
Gazeteci o sırada Ankara’dan İstanbul’a gidiyordu...
-“Gitme kal bu şehirde; Ankara’da...” diye haykırıyordu kadın;
-“Bu ayrılık, bir de hasret
çekilmez oldu...
Ay karanlık; hep karanlık
yüzü bize döner oldu...
Bir ihtimal daha vardı
felaket oldu...
Gitme; gitme kal bu şehirde
Gitme gitme; yazık olur bize”
ANKARA’DA YARIM KALMIŞ AŞKLAR...
Çocukluğunun en heyecanlı anılarını biriktirdiği istasyonun; tam önünde patlamıştı ilk canlı bomba... Sonra, okul dönüşü Kızılay’dan eve gitmek için bindiği Çankaya dolmuşlarının kalktığı durakta...
Ankara kana bulanmıştı...
“En kanlı şehirlerden biri ilan edilmişti...”
***
Kan ve Ankara...
Birbirinden ne kadar uzak, iki kavrammış gibi görünüyordu gazeteciye...
Geçmişte ne kadar kan akmış olursa olsun; Ankara kanlı bir şehir gibi görünmezdi gözüne...
Bu şehirde üniversite okurken, ne olaylara tanık olmuş; yine de Ankara’ya kanlı şehir sıfatını lehimleyememişti...
***
Ankara sıcak bir şehirdi...
İnsanların arasındaki ilişkiler sıcaktı...
Sevecendi...
Dayanışma egemendi...
Böyle bir şehirde “Beyrut” yaşanmazdı... Yarım kalmış ilk gençlik aşklarını, tamamlanamamış özlemlerini, bitmek bilmeyen sevdalarını bu şehirde yaşamıştı gazeteci...
Trenine bindiği istasyonda bombalar patlasa da, dolmuşa bindiği durakta çocuklar ölse de bir terör şehri olarak adlandırılamazdı Ankara...
***
Orası; gençliğinin sonunu kestiremediği ‘date’lerinin, mesleki ergenliğinin delidolu günlerinin; “yarım bıraktığı aşkların ‘soundtrack’leriyle bezenmiş”, bir romans kentiydi...
Her şey olabilirdi...
Ancak bir terör şehri olamazdı Ankara...
***
Söylemeye devam ediyordu genç kadın;
“Geceler kör dilsiz sanki
konuşmaz oldu...
Hüzünler koyduk üst üste
ayrılık oldu...
***
Bir avuntu biraz keder
böyle bize neler oldu
Bu ayrılık bir de hasret
çekilmez oldu...”
KUĞULU PARK AŞKI...
Arabanın içi hüznün romantikasıyla, şehrin sisini metaforik bir armoninin kesitleri haline getiriyordu...
Kadın; Sonbahar akşamının ışıklı karanlığında arabanın direksiyonunu çevirip Ankara’ya dönmesi için söylemeye devam ediyordu...
***
Oysa İstanbul’a gitmek zorundaydı gazeteci...
İstanbul’da yazları çocukluğunun geçtiği mahallede aldığı evi, hayatı ve keşfetmek istediği dünyalar vardı...
Haftanın birkaç gününü Ankara’da geçiriyor; sonra yine İstanbul’a dönüyordu...
***
“Gitme gitme gitme kal bu şehirde
Gitme yar; gitme yazık olur bize...
Yazık olur bize...
Yalan olduk biz de...
Yalan olduk biz de...”
***
Evinin yanıbaşında aşkı çağıran Kuğulu Park’ta, romantik aşıkların manzarasında kimbilir kaç kış, kaç sonbahar, kaç bahar geçirmişti gazeteci; yarım sevdaların sarmalında?..
Kuğu’ların yüzdüğü o park; kana bulanan bir terör şehrinin yüzü olabilir miydi?..
ANKARA; İLK SEVİŞMENİN VE İSYANIN KENTİ...
Hayır!..
Ankara her şey olabilirdi...
Ama bir terör şehri olamazdı...
Ankara sıcaktı...
Ankara çocukluktu...
Ankara ilk gençlikti...
Ankara kalbin ilk kıpırtısıydı...
Ankara “aşkla tanışmanın şehriydi...”
***
İlk dansın... İlk sevişmenin...
Yanaktaki ilk kızarıklığın...
İlk reddedilmenin...
İlk isyanın... İlk filizlenmenin...
İlk başkaldırının...
***
Şimdi genç kadın gazeteciye;
“Gitme kal bu şehirde” diye söylüyordu şarkıyı; gitmemesi için...
Şehrin sıcak yüzüne sevgisini katık etmekteydi...
Oysa gitmek zorundaydı gazeteci...
Hayatın bilinmeyenlerini, uzak denizleri, ulaşılmamış kıtaları, özlemle çağrılmış heyecanları, yaşanmamış coğrafyaları yaşayabilmek için gidecekti...
***
Ona göre hayatta büyümek böyle bir şeydi...
Çok sonraları bir gün Kuğulu Park’ın önünden geçip, evine yakından baktığında;
Başka diyarları; Başka duyguları...
Başka heyecanları... Başka meçhulleri...
Başka bulmacaları çözmüş, bitirmiş olması elzemdi...
***
Şarkı güzeldi...
Genç kadın güzel söylüyordu...
Sesi sevgi ve aşk doluydu...
Ne ki; hayatın bilinmeyenlerini keşfetmek aşkın kendisiydi... Gazeteci; o keşfi yapmak zorunda hissediyordu kendini...
ANKARA BİTER Mİ BEYAZ GÜVERCİN?..
Şehirden ilk ayrıldığı gün gitmiş olduğu istasyonun önünde patlattılar canlı bombaları...
Her akşam eve dönerken bindiği dolmuş durağının mazide kalmış görünmeyen levhasında patlattılar ötekileri...
Ankara’yı terör şehri yapmak; Ankara’yı öldürmek, Ankara’yı bitirmek istiyorlardı...
Şehirler insanlar ve onların anılarında vardırlar...
Anılar kayıtlarda...
Kayıtlar yazılarda...
Öykülerde...
Romanlarda...
Necatibey Caddesi’nin açıldığı yol ağzında...
Göl kenarında “Belçika’lının Evi”nde; Chez le Belge’de...
***
Anılar gider mi?..
Kayıtlar uçar mı?..
Şarkılar susar mı?..
Ankara biter mi?..
Ümit Yaşar ve Timur Selçuk “Beyaz Güvercin”de birlikte cevaplıyorlar bu soruyu gazetecinin kalbinin derinliklerinde;
***
“Süzülüp mavi göklerden yere doğru
omuzuma bir beyaz güvercin kondu...
Aldım elime usul usul okşadım
sevdim gençliğimi yeniden yaşadım...
***
Bembeyazdı tüyleri öyle parlaktı
açsam ellerimi birden uçacaktı...
Eğildim kulağına dur gitme dedim
hareli gözlerinden öpmek istedim...
***
Duydum avuçlarımda sıcaklığını
duydum benden yıllarca uzaklığını...
Çırpınan kalbini dinledim bir süre
ve uçmak istedim onunla göklere...
***
Ak güvercinin iri gözleri vardı
güzelliğinden fışkıran bir pınardı...
Soğuk sularından içtim serinledim
çağlayan bir nehrin sesini dinledim...
***
Belki buydu sevmek
hayat belki buydu
Işıl ışıldım
gözlerim dopdoluydu
Bir name yükseldi sevinçten ve hazdan
bir name yükseldi güzelden beyazdan...
***
Uzattı sevgiyle pembe gagasını
birden öğrendim hayatın manasını...
Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış
seninle bir çift güvercin olmak varmış
***
Süzülüp mavi göklerden yere doğru
omzuma bir beyaz güvercin kondu...
Aldım elime usul usul okşadım
sevdim; gençliğimi yeniden yaşadım...”