“Baba filminin ilkinde bana 35 bin dolar teklif etmişlerdi...” diyor Al Pacino...
-“İkinci Baba filmi maceralı oldu... Önce 100 bin dolar teklif ettiler kabul etmedim...
‘150 bin dolara ne dersin’ diye sordular bu kez... ‘Sanmıyorum’ diye cevap verdim... ‘Ya senaryoyu Mario Puzo yazarsa?..’ Bu kez ‘Evet olabilir’ dedim...
***
Mario Puzo senaryoyu yazdı okudum...
Ancak tam aradığım senaryo değildi...
Onun için 150 bin doları da reddettim...
200 bin dolara çıktılar...
‘Hayır’ dedim...
300 bin, 350 bin, 400 bin dolar teklif ettiler...
Hiç birini kabul etmedim...
Nihayet beni New York’taki ofislerine çağırdılar...
Masada bir şişe viski duruyordu...
İçip sohbet etmeye başladık...
Yapımcı çekmecesinden teneke bir kutu çıkartıp bana doğru itti...
‘İçinde 1 milyon dolar var desem’ diyerek gözlerime baktı...
‘Hiçbir anlamı yok...’ dedim...
Fikrimi ancak Coppola’yla (yönetmen) konuşunca değiştirdim...
Onu dinlerken resmen tüylerim diken diken oldu...
Bir yönetmen; senin böyle hissetmeni sağlıyorsa eğer, onunla mutlaka çalışmalısın...
***
Bu arada 1 milyon dolar almadım elbette... 600 bin dolar aldım...
Bir de filmin gelirinden belirli bir hissem oldu...” diye devam ediyor Al Pacino ‘hayatını anlattığı kitap’taki nehir söyleşisinde...
PARADAN ÖNEMLİ OLAN ŞEY... 2
Yaratıcı kişiliklerin; bir teklifte “paradan çok daha fazla, eserlerini yaratacakları ortama, nefes alabilecekleri oksijene, havaya ve suya ihtiyaç duyduklarını anlatan muhteşem bir örnek” sunuyor Al Pacino...
1 milyon dolara ‘evet’ demeyen adam, yönetmen Coppola’yla konuştuktan sonra, 600 bin dolara el sıkışıyor...
400 bin dolarlık garanti para yerine ise; filmin kazancından kendine hisse alıyor...
Garanti parayı değil, hak edeceği ve kazandıracağı parayı istiyor...
Kendi oyunculuğuna yaratıcılığına, sanatçılığına ve beraber çalışacağı iş arkadaşına güveniyor...
***
Al Pacino’yu ikna etmek için New York’taki ofiste, masaya konan ve beraber içilmeye başlanan ‘viski’; “beni 17 yıl önce İstanbul’da bir otel restoranının kapalı bir bölmesinde yaşananlara” götürüyor...
VİSKİ ŞİŞESİNİN MASADA DURDUĞU GÖRÜŞME... 3
TRT’de üç yıl haftalık sürdürdüğüm Ateş Hattı programı, üçüncü yılın sonunda özel televizyonlardan arka arkaya teklifler alıyor...
Önce Show TV’nin genel müdürü teklif ediyor programı kendi kanalına taşımayı...
Ben de olumlu bakıyorum...
Fakat o sırada Show TV’de program yapan ve “35 yıl bana mesleğimi yaptırmamayı, gazetecilikten, televizyonculuktan beni sildirmeyi, beni içeri attırmayı, iftira üzerinden algı yaratarak beni linç ettirmeyi” amaçlayan; ‘gazeteci görüntüsü altındaki gizli odak’, bana yapılan teklifi durduruyor...
O sırada, teklifin aniden kesilmesinin nedenini bana söylemiyorlar...
***
Üç ay sonra Star televizyonu teklif ediyor... Kabul ediyorum ve kanalla anlaşıyorum...
Yaz bitiyor, yeni yayın dönemiyle birlikte Eylül ayında Star televizyonuna başlıyorum... Programın henüz beşinci haftasında “12 Eylül döneminde, uçak alımlarında milyar dolarlık bir rüşvet iddiasını” dosya yapıyorum...
Bu dosyayı yapmaktaki amacım siyasi bir mücadeleye girmek değil; haber değeri taşıyor ve ben haber değeri taşıyan dosyayı yapıp, başka bir konuya geçeceğim...
***
Kanal bunu yayınlamak istemiyor ve programın içeriğini değiştirmemi istiyor... İçerikte bir problem olmadığı için değiştirmiyorum ve kanaldan ayrılıyorum...
***
Arkasından Kanal D’ye, daha sonra Show TV’ye geçen maceralı bir televizyonculuk mecrasından sonra; Star televizyonunun patronuyla yeniden yolum kesişiyor...
Kanal D’de ve Show’da patlayan televizyon programı, ana haber bülteniyle devam ediyor ve Star’ın patronu Cem Uzan beni kanalına transfer etmek için, görüşmeye çağırıyor...
***
Cem Uzan ve yanındaki yöneticisi iyi viski içmeleriyle biliniyorlar...
Ben de iyi viski içiyorum, o zamanlar... Otelin kapalı bölmesindeki masaya bir şişe viski getiriliyor...
-“Viski içeceğiz, konuşacağız... Anlaşma sağlanmadan bu masadan kalkmak yok...” diyor Cem Uzan...
İlk “itirazı”mı orada dile getiriyorum...
Garsona dönüyor;
-“Ben bu viskiyi içmem... Benim içtiğim viskiden getir sen bana...” diyorum...
8 SAAT SÜREN GÖRÜŞMENİN SONU... 4
New York’ta yapımcısının Al Pacino’ya teklifini 50 bin dolardan 1 milyon dolara çıkarması gibi, masada bana yönelik teklif arttıkça artıyor... Ben de ünlü star gibi teklife karşı gönülsüz davranıyorum...
Böyle davranmamın esas nedeni Al Pacino’nunkine benziyor...
***
Daha birkaç yıl önce, beşincisinde “içerik” yüzünden programı bırakmak zorunda kaldığım televizyon kanalında, “her gün ana haber bülteni yapmaya kalkarsam, beş ay dayanamayacağımı” tahmin ediyorum...
***
Toplam 8 saat sürüyor masadaki viski şişesiyle süren görüşme... Gece yarısını geçen saatlerde, olmayacağı anlaşılıyor ve ayrılıyorum bulunduğum yerden...
CEM UZAN’A VE EROL AKSOY’A SÖYLENEN TELEVİZYONCULUK YALANI... 5
Yıllar sonra Show’dan ayrıldığımda bir daha Star’la yollarım kesişiyor...
Ancak bu sefer çok temkinli davranıyorum... Star’da yapacağım televizyon programcılığında tamamen siyaset dışında kalmaya özen gösteriyorum...
O sırada o kanalda çalışabilmemin tek yolunun, “bütünüyle siyaset dışında kalmak olduğunu” biliyorum...
***
Cem Uzan’ı herkes bütün gücüyle siyasetin içine çekmeye çalışıyor...
Bunun bir sakıncası olmayabilir...
Ancak ben bir televizyoncuyum ve siyasetin içine bodoslama dalan televizyonculuğun “televizyon olarak yaşaması”nı mümkün görmüyorum...
Televizyon denilen şey siyaset mühendisliğinin çok dışında bir alan...
***
Yıllar önce, Show TV’nin patronuna yanaşarak; “siyaset dışında kaldığın için, televizyon kanalını satmak zorunda kaldın” diyen etki ajanları, yalan söylüyorlardı... Siyaset dünyasının içinde yer alan, siyaseti dizayn etmeye soyunan “televizyon kanalları” kaderlerini zorunlu olarak siyasetin labirentlerine bağlıyorlar...
***
O labirentlerde bir süre sonra kayboluyor, bu arada izleyiciyle bütün iletişimlerini kaybediyorlar... Hayatlarında; “gizli siyasi manipülasyonların, etki ajanlığı dışında doğru düzgün bir meslek icra etmemiş olanlar”ın, bu evrensel televizyonculuk gerçeğini bilmeleri mümkün değil...
***
Hiçbir iş yeri, ticaretin ve rekabetin doğal kuralları dışında kalan kurallarla işlemiyor...
Televizyonculuk; “siyaset dışında bir yaratıcılık ve profesyonellik” gerekiyor...
İzleyiciyle sahici ilişki ancak böyle kurulabiliyor.... İletişim köprüsü ancak böyle sağlanabiliyor...
***
New York’ta güneş açıyor, yazıyı yazdığım saatlerde... Sabah güneşi; New York gökdelenlerinin arasından ışığını ulaştırmaya çalışıyor Manhatten’a...
“Güneşi engelleyen gökdelenlere rağmen”, fark ediyorum ki doğa bir yolunu buluyor ve insanlar güneşle buluşuveriyorlar...
Kalimera ilye kalimera... (Günaydın güneş; günaydın...)