Bugün; “Kunduz”un ölüm yıldönümüydü...
Kunduz; yani dünya “feminizminin sembolü Simone de Beauvoir” , 30 yıl önce Paris’te öldüğünde külleriyle, evlerinin bahçesinde bulunan “hayat arkadaşı ünlü yazar Jean Paul Sartre’ın” yanına gömülmeyi istedi...
***
Ahlaksız bir aşktı onlarınkisi...
Ahlaksız ve mahrem...
AHLAKSIZ AŞKIN İÇİNDEKİ MAHREMİYET...
Elli yılı aşkın bir süre yarattıkları yepyeni bir felsefe çerçevesinde yaşadılar aşklarını...
***
Yazar, filozof ve devrimci iki kişi, Sartre ve Beauvoir, evlilik ve tek eşliliği reddederek sürdürdüler ilişkilerini...
***
Her şeyi anlattılar birbirlerine, her şeyi paylaştılar...
Yataklarına giren insanları bile...
***
Jean Paul Sartre’a 1980 yılındaki ölümünden sonra, kendi isteği ile hiçbir devlet töreni yapılmadı...
***
Çağının en önemli filozoflarındandı...
Lègion d’Honneur ve 1964 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Sartre’ın cenazesini taşıyan araba, yazarın Paris’teki evinin önünden birbirinden habersiz toplanmış 50 bin kişi tarafından uğurlandı...
***
Sartre’ın 50 yıllık aşkı ve en yakın dostu olan filozof yazar Simone de Beauvoir ölüm üzerine şunları yazdı:
“Onun ölümü bizi ayırdı... Ben ölünce tekrar birleşeceğimize de inanmıyorum. Ama zaten en önemlisi, yaşamı, fevkalade bir uyum içinde paylaşmış olmamızdı...”
***
20. yüzyıl Fransa’sının en etkileyici yazarlarından Sartre ve Beauvoir, 40’lı, 50’li yılların, hem yaşam tarzı hem de düşüncelerdeki özgürlük rüzgarının yaratıcısı oldular...
***
Kuramını hazırladıkları ve hayata geçirdikleri Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) akımına göre; herhangi bir kozmik plan ya da üstün otorite yoktu...
***
“Özgürsün, bundan dolayı, seçimini kendin yapabilirsin” diye yazıyordu Sartre...
EVLİLİĞE VE TEK EŞLİLİĞE KARŞI BİRLİKTELİK...
Sorumluluk ve özgürlük arasında bir denge bulabilmek için; “Evliliği, tek eşliliği ve birlikte yaşamayı reddediyor,” buna karşılık ilginç bir mahremiyet içinde yürütmeye devam ediyorlardı ilişkilerini...
***
Siyah polo yaka gömleği içindeki Sartre ve başına bağladığı rengârenk ipek eşarplarla de Beauvoir, savaş sonrası Paris yaşam tarzını özetleyen ikiliydi...
***
Sartre büyükbabası tarafından dahi olacağına inandırılarak yetiştirilmişti, annesi ise küçük oğlunun büyük bir yazar olmasını istemişti...
***
Beauvoir, Sartre’dan 3 yıl sonra doğdu... Çocukluk yıllarında ‘çocuk’ diye adlandırılmaktan nefret etti...
***
Genç kızlık döneminde, herhangi bir yetişkin kadının ‘sıradan’ ihtiyaçlarından yola çıktı:
Seks, iş ve özgürlük...
***
Üç konudaki tüm gelenekleri yıkarak, ileride herkes tarafından kabullenilecek “Feminizm’in Anası” rolüne soyundu...
***
1949’da yazdığı ‘İkinci Cins’ isimli kitap dünya çapında best-seller oldu ve 70’lerdeki kadın hareketinin ve feminizmin önünü açtı...
***
Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi yaparken ona ‘le Castor’ Kunduz, adını taktılar...
***
Sartre bu parlak öğrenciyi, o dönemlerde ünlü derslerinden birine çağırmıştı...
“BİRLİKTE OLUN, AMA ÖZGÜR YAŞAYIN; EVLİLİĞE VE SADAKATA TAKILMAYIN...”
Başına bağladığı eşarplarla estetik bir görünümü olan Beauvoir’in yanında Sartre, kısa, göbekli ve tek gözü kör bir adam olarak sönük kalıyordu...
***
Ancak Beauvoir, her zaman, Sartre’ın öncelikle entelektüel yaşamına aşık olduğunu söylüyordu...
***
Beauvoir titiz ve dikkatli bir düşünürdü, Sartre’ın fikirlerini derleyip toparlamasına, bunların düzgün bir şekilde kitaplaştırılmasına yardım ediyordu...
***
Ortak çalışmaları sonucu sonraları birçok modern çift için geçerli olacak yepyeni bir ilişki türünün adını verdiler:
“Birlikte olun, ama özgür yaşayın...
Evliliğe takılmayın...
Sadakata da...”
***
Sartre genç güzel kızların çekiminden kurtulamayan bir seks anarşistiydi...
***
Aralarındaki ilişkide tek eşlilik, sadakat kavramlarının yerine, yaşadıkları ‘her şeyi’ birbirlerine anlatarak ‘saydam ve şeffaf’ olmayı kararlaştırmışlardı...
***
İkili bu dürüstlüğü, ilişkileri için evlilikten çok daha büyük bir ‘güvence’ olarak görüyordu...
“SANA KENDİ ÖLÇÜLERİMDE HEP SADIK KALDIM...”
1933’te birlikte gittikleri bir Londra seyahatinde Sartre genç kadını ‘Cynara’ filmine götürdü...
Filmin en ünlü cümlesi ‘Sana kendimce hep sadık kaldım’ lafıydı...
***
Bu onların felsefesiydi...
Sartre hiçbir zaman de Beauvoir’ı kaybetmek istemiyordu; çünkü o asıl kadındı...
***
Beauvoir hemcinslerinden etkilenmişti zaman zaman...
‘Ben hem kadınım, hem değilim’ diye yazmıştı Sartre’a ve hayatında lezbiyen aşkı doğal buluyordu...
***
Beauvoir’in ‘Konuk Kız’, adlı romanı üçlü aşklar üzerine yazılmış bir klasik haline geldi...
***
1938’de Sartre ve Beauvoir ikilisi, sanatçıların buluştuğu Boulevard du Montparnasse’ı kendilerine mekân seçtiler, yazılarını bugün Paris’in en ünlü cafè’leri olan ‘Cafè de Flore’ ve ‘Deux Magots’da yazmaya başladılar...
***
Bu süreçte, de Beauvoir’ın da büyük desteğiyle Sartre’ın ‘Bulantı’ romanı büyük bir başarı kazandı... Kitap, ‘Kunduz’a ithaf edilmişti...
“BEN BİR ALÇAĞIM...”
Sartre; Beauvoir’e şöyle yazıyordu askerden: “Hiçbir zaman seks ya da duygusal hayatımı rayına oturtamadım... Kesinlikle eminim ki, ben tam bir alçağım...
***
Hem de en aşağı sınıftan bir alçak; bir çeşit üniversite sadisti, sivil Don Juan. Bu mutlaka değişmeli...” Ama, bu durum hiç değişmedi...
***
Sartre’ın 1945’te kaleme aldığı ‘Les Temps Modernes’ Modern Zamanlar dergisi, dönemin en etkili sol yayını oldu...
***
Yine aynı yıl, Sartre artık Time dergisinin kapağını süsleyen ünlü bir filozoftu...
***
Varoluşçuluk döneme damgasını vurmuş, Sartre felsefi kitapları ve yazılarıyla değil, tiyatro oyunlarıyla da gündeme oturmuştu... Broadway’de oyunları oynanıyordu... ‘No Exit’ ve ‘Crime Passionel’...
***
‘Ahlak’sız ilişkilerin kahramanı, Time dergisinin kapandığındaki bu adam 1960’larda ortaya çıkan ahlaki çöküntüden sorumlu tutuldu...
Yanıtı oldukça ilginçti:
“Özgürlük, cesaret ve sorumluluk gerektirir... Her hareket geleceği yaratır ve kolay değildir...”
“KADIN DOĞULMAZ OLUNUR...”
1950’de bu kez dünya çapında olma sırası Beauvoir’daydı...
‘İkinci Cins’ kitabı 40’larında olan yazara büyük bir ün getirdi...
***
‘Kadın doğulmaz, olunur’ diyordu kitabında...
Kitabı feminist düşünceleri yaymak amacıyla değil, tamamen genç kadının kendi takıntılarını anlatmak için yazılmıştı...
***
Ama öyle bir damara basmıştı ki, tüm dünyadan milyonlarca kadın bu kitabı bir klasik haline getirdi... Kitap kadının, kutsal annelik rolünü, ikincil kişi olmayı, silik kişiliği ve parazit gibi yaşama dürtüsünü anlatıyordu...
***
Vatikan kitabı ‘kara liste’ye aldı...
1960 yılında otobiyografisini yayınladığında “Sartre ile olan ilişkilerini ve diğer erkekleri sansürsüz olarak kaleme aldı...”
***
Bu açık sözlülük Sartre’ın hoşuna gidiyordu, ama eski sevgilisi Nelson Algren büyük tepki gösterdi:
-“Allah Kahretsin” diyordu,
-“Hiç değilse aşk mektuplarının bir mahremiyeti olmalıydı... Dünyanın her yerinde genelevlere gittim, ama her fahişe beni içeri aldıktan sonra odanın kapısını kapatırdı... Beauvoir bunu bile yapmadı...”
KÜLLERİ...
1961’de iki sevgili Cezayir’in özgürlük savaşını desteklediler, Fransa’yı suçladılar... 5000 Fransız askeri Champs Elysee’de bir yürüyüş yaptı ve saatlerce ‘Sartre’a ölüm!’ diye bağırdı...
Aynı günlerde ünlü yazarın evi iki kez bombalandı...
***
İkilinin Mao, Castro, Guevara, Khrushchev ve Tito’yla el sıkışırken görüldükleri fotoğraflar ortalıkta dolaşmaya başladı...
***
1970’te iki sevgili Mao’cu bir yayın olan ‘La Cause du Peuple’ü dağıtma suçundan tutuklandılar...
***
Sartre artık neredeyse kör olmuştu ve yazı yazması yasaklanmıştı... Beauvoir’ın tüm karşı çıkışlarına rağmen her gün daha fazla alkol tüketiyordu...
Sevgilisinin her şeye rağmen hep yanında oldu; ona tüm sevgisini verdi Beauvoir...
***
15 Nisan 1980’de Sartre ölünce Beauvoir zatürre oldu... Bunca hareketli ve heyecanlı sevgilisi bol hayata karşın, Sartre ölünce, ömrünün geri kalanı yıllarını Sartre’ın mezarlığına bakan evinde mezara bakarak geçirdi...
***
14 Nisan 1986’da aynı evde, sevgilisinin mezarlığının yanıbaşında öldü... Ömür boyu süren ilişkilerine giren 3. kişilere geçip giden sevgililere, şehvet, aşk ve heyecanlara rağmen, Beauvoir, 50 yıllık sevgilisinin yanıbaşına gömülmek istedi...
***
Bu istek üzerine Sartre ve Beauvoir’ın külleri bir araya geldiler...
***
‘Ahlaksız’ ilişkileri, yan yana gömülen küllerin mezarlığında sonsuza kadar sürecekti...