Gazeteci; Milliyet gazetesini aldığı yılın hemen ertesinde tanıdı Aydın Doğan’ı...
1981 yılının Nisan ayıydı...
2 Nisan 1981 günü başladı Milliyet gazetesinde çalışmaya...
12 Eylül darbesinin birinci yılı henüz dolmamıştı...
***
Aydın Doğan; satın aldığı Milliyet gazetesinin derin odaklarıyla yeni yeni ilişkiye geçiyor; onlara karşı olabildiğince “çelebi ve kalender” davranıyordu...
***
O sırada Milliyet’te ünlü yazarlar köşe yazıyordu...
Ünlü yazarların gücü sadece “ünlü olmalarından” kaynaklanmıyordu...
Birçoğu; derin odakların, medya üzerinden toplumsal ilişkileri yöneten birimleriyle irtibat halindeydi...
***
Aydın Doğan Milliyet’in köşe yazarı ve yönetici egolarıyla, üstü örtülü bir savaşa ilk kez o günlerde girdi...
***
Hasan Pulur, gazetede etkili ve çok okunan bir yazardı...
Suikaste uğrayan Abdi İpekçi’nin efsanevi genel yayın müdürlüğü koltuğuna Hasan Pulur oturmak istiyordu...
Milliyet’in yıllarca yazı işleri müdürlüğünü yapmıştı...
Müktesebatıyla Abdi İpekçi’nin koltuğunun kendi hakkı olduğuna inanıyordu...
***
Yazı işlerinde ise, Abdi İpekçi’nin birinci sayfayı emanet ettiği Turhan Aytul fenomeni vardı...
Turhan Aytul; gazetenin isimsiz kahramanı bir yazı işleri yöneticisiydi...
Abdi İpekçi, başyazı yazdığından ve sürekli dışarda temaslarda olduğundan, gazeteyi Turhan Aytul’a emanet ederdi...
***
Milliyet’in patronu olan Aydın Doğan, patronluktaki ilk sınavını Milliyet’te Hasan Pulur-Turhan Aytul kavgasında verdi...
Aydın Doğan bir patrondu...
İşadamıydı...
Pragmatik düşünüyordu...
“Hasan Pulur nasıl olsa çok önemli ve Türkiye’de en fazla tanınan yazarıydı...
O yazarlığına devam etsin diye düşündü...
İsmi kamuoyunda bilinmeyen, Abdi İpekçi’nin sayfalarını emanet ettiği isimsiz kahraman Turhan Aytul da Milliyet’e genel yayın yönetmeni olsun şeklinde formüle etti...”
*****
HASAN PULUR; “ESARETTEN HÜRRİYET’E...” MİLLİYET’TEN AYRILIYOR...
Aydın Doğan’ın düşüncesi realist bir düşünceydi... Ancak Hasan Pulur; Abdi İpekçi’den sonra, tıpkı Abdi İpekçi gibi, Milliyet’in hem yazar hem genel yayın yönetmeni olacak yıldız bir ismi Milliyet’in başına getirmesi gerektiğine inanıyordu...
***
Hasan Pulur’a göre o isim kendisiydi...
Aydın Doğan’ın Milliyet’in genel yayın yönetmenliğine Turhan Aytul’u getirdiğini öğrenince; Milliyet’ten hemen ayrıldı...
Erol Simavi; Milliyet’teki küskün olan Hasan Pulur fırsatını kaçırmadı...
***
Haftalarca süren televizyon reklam kampanyasıyla Hürriyet gazetesine transfer oldu Hasan Pulur...
Televizyon kampanyasında, bir elinde ekmek, bir elinde Hürriyet; ilk gün “esaretten Hürriyet’e” yazısını yazarak Hürriyet’e transfer oluyordu...
***
Aydın Doğan basın patronu olur olmaz ilk yenilgisini Simavi’ye karşı Hasan Pulur’u kaybederek alıyordu...
***
Doğan’ın ilerde büyük bir medya imparatorluğuna varacak hayatı; yenilgiyle başlıyordu...
Hasan Pulur elinde bir ekmek; “esaretten Hürriyet’e sloganıyla” yazılarını Hürriyet’te yazmaya başlıyordu...
*****
AYDIN DOĞAN’IN MEDYA PATRONU OLARAK RÜŞTÜNÜ İSPAT ETTİĞİ ÇETİN ALTAN OLAYI...
Gazeteci o sırada yirmi yaşında stajyer bir gazeteci olarak yeni yeni gazeteciliğe başlıyordu...
Milliyet’in kerli ferli yazarlarının; Aydın Doğan’ı henüz “saygıyla ve sevgiyle karşılamadıklarının” farkındaydı...
Milliyet’tin etkili yazar ve yöneticileri Aydın Doğan’ı “medyaya o güne kadar girmiş onlarca maceraperest patrondan birisi” zannediyorlardı...
***
Onlar Aydın Doğan’ı içten içe küçümserken; Aydın Doğan Bab-ı Ali’ye şöyle diyordu;
-“Ben aileden Milliyet okuru olan bir insanım... Buraya patron olmaya değil, bir okuyucusu olmaktan onur duyduğum Milliyet’e işadamı olarak katkı sunmaya geldim...”
***
Gazetecilerin egosu şişik olurdu...
Ünlü ve etkin görevde olanları; derin merkezlerle de içli dışlı olduklarından; hayatın onlara “Türkiye’yi medya üzerinden yönetme görevi” verdiğine inanırlardı...
Basına yeni gelen patronları kaale almama nedenleri buydu... Derin güçlerin kendilerine “çok önemli bir misyon biçtiğine” inanırlardı...
***
Gazeteci ise sadece Gazeteci’ydi...
Hiçbir başka gücü bilmediğinden, “sadece gazeteci olarak patron karşısında nasıl ayakta kalınır” onun formülünü bulmaya bakardı... Yıllar sonra ona; rating rekorlar kırdıracak olayın şifresi; diğer gazeteciler gibi, hiçbir derin mahvilden güç almamasıydı...
*****
ÇETİN ALTAN MİLLİYET’TEN GİDERKEN; GÜNEŞ KURULUYOR...
Hiçbir yazarı ve yöneticisiyle çatışmaya girmemeye özen gösteriyordu Aydın Doğan...
Yazar ve yöneticilerle yemek yiyor; onların dünyasının parçası bir patron olduğuna, gazeteci ve yazar dostu bir işadamı olduğuna yazar ve yöneticilerini ikna etmeye uğraşıyordu...
***
Ancak ne yaparsa yapsın; Ercüment Karacan ve Abdi İpekçi’den gelen Milliyet yazı işleri ve yazar kadrosu; yeni patronu bir türlü benimsemiyordu...
***
Paris’te Çetin Altan’la Aydın Doğan arasında yenen bir akşam yemeği, “yeni patron-ünlü yazar” çatışmasının fitilini ateşleyecekti...
***
Çetin Altan içkili bir Paris akşamında biraz da yemekte alınan alkolün etkisiyle;
“Aydın Doğan’ın Milliyet’in ünlü gazeteci ve yazar kadrosu karşısındaki patronluğunu sorgular bir tutum içine girmişti...”
***
Aydın Doğan bu tutumu hiç affetmedi...
Çelebiydi...
Kalenderdi...
Ancak patronluğunun, tartışma konusu yapılmasına izin vermezdi...
Çetin Altan gibi çok ünlü ve duayen yazarla o gece ipleri kopardı...
Araya girenler, durumu bir türlü düzeltemediler...
***
Aydın Doğan’ın; Hasan Pulur’un ayrılmasından sonra; en ünlü yazarı Çetin Altan’la ipleri kopartması bir milattı...
Hemen ertesinde Milliyet’e karşı, Güneş Gazetesi gelecek ve Nazlı Ilıcak’ın abisi, Çetin Altan başta olmak üzere, Milliyet’in başyazarı Mehmet Barlas ve yazı işleri kadrosunu toptan transfer edecekti...
***
“Milliyet bitiyor; yerine Güneş geliyor...” deniyordu...
Güneri Cıvaoğlu; yanına Mehmet Barlas, Bedri Koraman, Cüneyt Arcayürek, Tufan Türenç gibi isimleri alarak Güneş’i kuruyordu...
Aydın Doğan’ın en zor günleriydi...
***
Zor günlerde Çetin Altan’la ipleri kopartarak; basın patronluğuna en büyük adımı atmıştı Aydın Doğan...
Çok yara alsa da, basında çalışanlara, “kimsenin yerinin vazgeçilmez olmadığını” anlatmak istemişti... Medya patronu olarak büyümesi böyle başladı...