27 yıl hapiste kaldı...Dünyada ırk ayrımcılığıyla mücadelenin sembolü oldu...Güney Afrika’nın siyahi lideri Nelson Mandela Nobel Barış Ödülü’nün yanısıra, 1962 yılında Lenin Barış Ödülü’nü...Hindistan’da Nehru Barış Ödülü’nü... Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü’nü... UNESCO’nun Simon Bolivar Ödülü’nü...Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası’nı...Uluslararası Af Örgütü Vicdan Elçisi Ödülü’nü de aldı...***1962’de tutuklanan Mandela, cezasını önce Robben adasında daha sonra Capetown’daki Polls Moor Hapishanesinde çekti... 27 yıl hapiste kalan lider; ‘bilge’ce edilmiş sözleriyle uluslararası siyasi literatürde çok farklı bir konumda bulunur...*****ÖNEMLİ OLAN DERİNİN RENGİ DEĞİL, DEĞERLERİNİN RENGİDİR...Yapılana kadar her şey imkansız görünür...***Özgür olmak zincirlerinden kurtulmaktan ibaret değildir...Başkalarının özgürlüklerine saygı duyacak ve onları yükseltecek şekilde yaşamaktır...***Kadınlar; bütün baskı ve zulüm zincirlerinden kurtulmadıkça özgürlükten bahsedilmez...***Seçimlerin; umutlarını yansıtsın, korkularını değil...***Önemli olan derinin rengi değil; değerlerinin rengidir...***Ben hayattaki bütün başarılarımı yapacağım işi yapmaya zamanından 15 dakika önce hazır olma alışkanlığına borçluyum...***Fark ettiğim şeylerden biri; kendimi değiştirmeden kimseyi değiştiremeyeceğimdir...***Bir halkın insan haklarını inkar etmek demek, insanlığını inkar etmek demek...***Kendi korkularımızı özgürleştirdiğimizde, varlığımız otomatik olarak başkalarını özgürleştirir...*****BENİ ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞTURACAK KAPIDAN GEÇERKEN, ÖFKEYİ VE NEFRETİ GERİDE BIRAKMAZSAM...Beni özgürlüğe kavuşturacak kapıdan geçerken, öfkeyi ve nefreti geride bırakmazsam, hapiste kalmaya devam edeceğimi biliyorum...***İşi bilen bir lider her iki tarafa da yakın olmak zorundadır...Kibirli, yüzeysel ve bilgisiz liderler, yönetim konusunda başarısız kalırlar...***Hayatta karşılaşacağınız zorluklar, bazen sadece mola vermeniz için başınıza gelir...***Gelecek için umut taşımak, birilerine patronluk taslamaktan daha iyi bir örnek olmanızı sağlar...***Hiç kimse derisinin rengi, dini ve düşünceleri sebebiyle dışlanamaz... Bu sebeplerden dolayı birine nefret beslememelisiniz...***Eğer içinizdeki ışığı dışarı çıkartabilirseniz çevrenizdekiler bunu görecektir...*****CESARETİN KORKUSUZLUK DEĞİL, KORKUYU YENMEK OLDUĞUNU ÖĞRENDİM...İnsanlar iyi ve kötü şeyler yaşayabilir... Ancak yaşadıklarımızın üstesinden gelmemizi sağlayan şey, zamandır...***En derin korkumuz yetersiz olmamızdır... Ve en derin korkumuz ölçüsüzce güçlü olmamız olmalıdır...***Çoğu zaman bizi korkutan içimizdeki ışık değil, dışımızdaki karanlıktır...***Cesaretin korkusuzluk değil, korkuyu yenmek olduğunu öğrendim... Cesur adam, korku hissetmeyen değil, korkusunu fetheden insandır...*****ARKADAN ÖNDERLİK EDİN; BIRAKIN DİĞERLERİ ÖNDE OLDUKLARINI SANSINLAR...Ben özgürlük için çok uzun bir yol yürüdüm...Büyük bir tepeye tırmandıktan sonra fark ettim ki, daha tırmanacak çok tepe var.***Arkadan önderlik edin; bırakın diğerleri önde olduklarını sansınlar...*****HAYATTA EN BÜYÜK ONUR; HER DÜŞTÜĞÜNDE AYAĞA KALKABİLMEKTİR...Hayattaki en büyük onur, hiçbir zaman düşmemek değil, her düştüğünde ayağa kalkmaktır...***Beni başarımla değil, kaç defa düşüp, yeniden kalktığımla yargılayın...***İyi bir kafa ve iyi bir kalp her zaman zorlu bir kompozisyondur...*****BARIŞ İSTİYORSANIZ DÜŞMANINIZLA ÇALIŞMAK ZORUNDASINIZ...Barış istiyorsanız düşmanınızla çalışmak zorundasınız...O zaman düşmanınız partneriniz olur...***Biriyle anladığı dilde konuşursanız zihnine, eğer onun dilinden konuşursanız kalbine hitap etmiş olursunuz...***Özgürlüğün kolay yolu yoktur... Çoğumuz arzularımıza ulaşmak için ölümün gölgesindeki vadiden tekrar tekrar geçmek zorundayız...***İnsanların nefreti öğrenmesi gerekir... Ve eğer onlara nefret öğretiliyorsa, sevgi de öğretilebilir... Çünkü sevgi insan kalbine nefretten çok daha kolay ve doğal gelir...***Yoksulluğu bitirmek bir hayır işi değil, adalettir...***Ben beyazların tahakkümüne karşı savaştım... Siyahların tahakkümüne karşı da savaştım... Demokratik ve özgür toplum fikrini örgütledim... Bunun için ve bunu başarmak için yaşadım... Bunun için ölmeye de hazırım...*****DİN DÜNYADAKİ EN ÖNEMLİ GÜÇLERDEN BİRİDİR...Hayatta önemli olan sadece yaşamış olmak değildir... Başkalarının hayatlarında yarattığınız fark, yaşadığınız hayatın değerini gösterir...***Din; dünyadaki en önemli kuvvetlerden biridir...***Özgürlük için, gökyüzünü satın almanıza gerek yok...Ruhunuzu satmayın yeter...***Ben bir komünist değilim... Ama söylemeliyim ki, bizi onlardan başka anlayan da olmadı... (Nelson Mandela)
Amerikan halkı; Hillary Clinton ile Donald Trump’tan kimi Başkan seçeceğini belirlemek üzere bugün sandığa gidiyor...Bir yıl boyunca Amerika’yı bir baştan bir başa kasıp kavuran seçim kampanyasının sonuçları bugün alınacak... ***Trump ile Hillary arasında büyük çekişme içinde geçen seçim sürecinin; bitimine saatler kala; ortaya çıkan “FBI’ın derin son dakika mesajı” 2016 Amerikan seçimlerine damgasını vuruyor...***Amerikan vatandaşlarının korkulu rüyası, Federal Soruşturma Bürosu FBI; Amerika’nın en etkili derin gücü...Wikipedia’daki görev tanımıyla FBI; “Amerika’nın iç istihbarat ve güvenlik gücü” olarak faaliyet gösteriyor...***“ABD’nin terörle mücadele, karşı casusluk ve suç araştırma örgütü olarak biliniyor...ABD’yi terör saldırılarından koruyor...ABD’yi yabancı istihbarat operasyonlarından ve casusluktan koruyor...Yolsuzluğun tüm seviyeleri ile mücadele ediyor...ABD’yi siber tabanlı yüksek teknoloji suçlarından koruyor...Tüm ülke içi ve dışı suç örgütleri ile mücadele ediyor...Önemli şiddet suçlarını araştırıyor ve sonlandırıyor...” ***200 kategoriden fazla federal suçu yargılama yetkisine sahip...FBI; “CIA’in aksine; ABD’nin iç güvenliği ile ilgileniyor...”***FBI’ı 1935’te Federal Soruşturma Bürosu haline getiren efsane isim; kurucusu, soğuk savaş döneminin ünlü ajanı Edgar Hoover’dır...***Edgar Hoover; Amerikan Başkanlarına yönelik, hazırladığı kasetlerle biliniyor...Başkan’ların hayatları hakkında edindiği bilgilerle, kendi yerini dokunulmaz kılıyor; Amerikan Başkanlarının geleceğini ise belirleyen kişi olarak ün yapıyor Edgar Hoover...***1924 yılında henüz 29 yaşındayken başına geçtiği FBI’da ölümüne kadar 48 yıl Başkan olarak görev yapıyor... Kennedy Suikasti, Mafya’yla korakor savaş ve nice Soğuk Savaş operasyonunda adı geçiyor Hoover’in...Marilyn Monroe’nun ölümünde bile...***Sonradan çok eleştiriliyor Edgar Hoover Soğuk Savaş döneminde yaptıklarıyla Amerika’da...Ancak bu eleştirilere karşın FBI’ın ana yerleşkesinin ismi; Edgar Hoover Binası olmaya devam ediyor...***FBI’ın Edgar Hoover’ın yerinde görev yapan şimdiki direktörü James Corney; önceki gün “Hillary Clinton’ın “FBI soruşturmasından temize çıktığını” açıklıyor...***FBI Başkanı’nın bu açıklaması; “Amerikan derin devletinin Başkanlık seçimlerine birkaç saat kala; Hillary’nin Amerikan Başkanı seçilmesinin önünde hiçbir engelin kalmadığı” anlamına geliyor...***FBI Başkanı’nın son dakika açıklaması aynı zamanda derin bir mesajı ihtiva ediyor...Son zamanlarda; Amerikan askeri kanadında Hillary’ye karşı oluştuğu söylenen mihraklara rağmen; Amerikan derin devleti “Hillary’nin e-mail skandalında temiz olduğunu” söyleyerek onun yanında durduğunu gösteriyor...***Bu açıklama son dakika oyları ne derece etkiler çok önemli değil...Önemli olan; derin devletin tercihi olduğu tescillenen Hillary Clinton’ın önünde artık pek bir engelin kalmamış olması...*****Trump’ın büyük tepkisi; “8 günde Hillary’nin 650 bin mailini nasıl okudunuz?..”Gazeteci; değişik istihbarat kaynaklarının gözlemlerine dayanarak; birkaç gün önce bir analiz yazıyor...***O sırada FBI; Hillary Clinton’ın e-mail skandalıyla ilgili soruşturulmasına karar veriyor...Amerika karışıyor...“FBI neden böyle bir soruşturmaya izin veriyor?.. Yoksa Hillary’nin arkasında değil mi?..” soruları soruluyor...***Hillary dışişleri bakanı olduğu günlerde devletin telgraflarını, kendi kişisel e-mail’inden paylaşıyor...Kişisel e-mail güvenlikli olmadığından, dışişleri bakanlığı belgeleri açığa saçılıyor...***Soruşturmanın açılmasını fırsat bilen Trump; açık oturumda “Başkan olduğunda Hillary’yi cezaevine göndereceğini” söylüyor...-“Devletin gizli belgelerini açığa saçan Hillary; Amerikan Başkanı olamaz...” diyor...***Trump’ın suçlamaları Amerikan seçmeni üzerinde derin bir iz bırakıyor...Hillary’nin oyları hızla düşüşe geçiyor...Amerika’yı yönetmesi konusunda kamuoyunda soru işaretleri beliriyor...***Tam bu noktada, seçimlerin yapılmasına birkaç saat kala; FBI devreye giriyor; ve Hillary’nin soruşturmadan aklanarak çıktığını açıklıyor...***Hillary’nin açık e-mail adresinden gönderdiği mail sayısı yaklaşık 650 bin adet...FBI 8 gün içerisinde gece gündüz çalışarak, soruşturmayı tamamladıklarını ve Hillary’nin açık ettiği e-mail’lerde devletin güvenliğini zedeleyecek bir şey olmadığını söylüyor...***Trump miting meydanında kükrüyor;-“8 günde 650 bin adet belge incelenebilir mi dostlar... İncelenemez... FBI doğru söylemiyor...”***Bu arada; soruşturma için görevli olduğu söylenen 45 yaşındaki FBI ajanının, evinin yanması ve eşiyle ölmeleri, birçok spekülasyonu beraberinde getiriyor...***Ajanın “intihar olarak açıklanan ölümünün” Hillary dosyasıyla ilgisi olmadığı söylenirken, seçim kampanyasının son saatlerinde iddialar ve suçlamaların ardı arkası kesilmiyor...***Clinton’ın ofisinden ise, FBI direktörünün sözlerinden memnuniyet duyulan açıklama geliyor...***Gazeteci; “dünyayı derinden etkileyen bir gücün, Güney Amerika’da, Ortadoğu’da, hayatın olduğu her alanda, tek süper devletmiş gibi davranan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki, derin Amerika’nın, kendi ülkesinde etkili olamayacağına pek ihtimal vermiyor...***Eşyanın tabiatı Hillary diyor...Eğer seçilemezse, eşyayı analiz için yeniden laboratuvara göndermek gerekiyor...
Çocukken onun fikirlerinden korkardım... Biraz büyüdüğümde her genç gibi bana “öcü” diye takdim edilen şeyi merak ettim...“Korktuğum şeyin” içine girdim...Arkadaşlarım onu anlattıkça...Ben kitapları okudukça...Hayatın eşitsizlikleriyle zulümlerini yüreğimde hissettikçe “öcü”yü sevmeye başladım...***Komünizm kelimesi beni irite etse de Marksizm kelimesi çok sempatik gelmeye başladı bana... Beyaz saçlı, beyaz sakallı şişman ve heybetli bir adamdı Karl Marks... Her şeyi çözmüş, her şeyin üstüne çıkmış, sanki tanrı katıyla insanlar arasında kalan yükseklerde bir yerde oturmuş ve hayatı teorize etmiş bir “eda”sı vardı... Milyarlarca insanı etkiledi bu dünyada... Rejimleri, savaşları, sınıfları, sistemleri...***16 yaşından itibaren hayatımda uzak veya yakın hep bir etkisini hissettim beyaz saçlı, gür sakallı, karizmatik adamın...Uzun yıllar hiç bilmedim; karizmasına karizma katan “beyaz saçları”nın parasızlık sonucu 7 çocuğundan 4’ünü kaybetmesinden kaynaklandığını...Karl Marks’ın esasen, 8 yaşındaki oğlu Edgar’ı 6 Nisan 1855’te kaybettiği gece bir gecede bütün saçlarının beyazladığını...Çok sevdiği oğlunda yaşadığı büyük dramın, dünya sosyalizminin teorisyeni ve isim babasını, bir gecede yaşlandırdığını...*****PARAYI HİÇ SEVMEDİ MARX...Çocukları ona “Arap” derlerdi...Esmer teninden ve simsiyah saçlarından dolayı...Babası Yahudi‘ydi, ancak Hristiyanlığı seçmişti...Paradan nefret etti hayatı boyunca...Paraya ve paranın satın aldıklarına karşı savaş açtı... “Çirkinim ben, ama en güzel kadını satın alabilirim... Demek ki çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi ve iticiliği, para karşısında yok oluyor bu dünyada... Yani para sayesinde, insan yüreğinin isteyebileceği her şeyi yapabiliyorum... Oysa insanı insan olarak kabul ederseniz, sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle değiştirebilirsiniz...” diyordu...*****KARL MARX; POLİS GÖZETİMİNDE YAŞANAN BÜYÜK AŞK..Babası danışma meclisi üyesi olan, aristokrat bir aileden gelen Jenny’ye aşıktı... 7 yıl boyunca onunla “gizli” olarak nişanlı kaldı...Çünkü Jenny’nin ailesi parasız ve musevilikten dönme bir ailenin çocuğuyla evlenmesini istemiyordu...“Kalbim zincirlenmişken derinden...Gönlüm açıldı aydınlığa,Ne umduysam karanlıklar içindenSende buldum sonunda...”Böyle yazıyordu Jenny’ye Karl Marx o kavuşamadıkları günlerde...***Marx’ın defterler dolusu yazdığı şiirleri okuyan Jenny ağlıyordu...Biraz da kıskanıyordu kendi aşkını kendisinden ve hayattan:“Karl... Bugün sahip olduğum o çılgın aşkı koruyabilecek miyim?.. Senin aşkının güzelliğinden, sarsıntısından ve kucaklayışından yakınıyorum... Çünkü öyle güzel itiraf ediyorsun ki aşkını...O coşku dolu anlatımınla bir başka kızın hayallerini süsleyebileceğini, mutlulukla doldurabileceğini düşünmemek elde değil...”***Jenny, kendisinden dört yaş küçük olan Marks için her şeyi yapmaya hazırdı... Ve bütün hayatı boyu, onun için her şeyi yaptı... Aristokrat ailesinin olanaklarından vazgeçti...Parasız, aç ve ülkeden ülkeye sürgün biçiminde geçen hayatı kabul etti...7 çocuğunun 4’ünü gözleri önünde ekonomik olanaksızlıklar yüzünden kaybetti... Bir kez olsun “gık” demedi...***19 Haziran 1843’te evlendiler... Marx, Köln’de çalıştığı Rheiniche Zeitung gazetesinin iktidara muhalif tutumları nedeniyle kapatıldığından işsiz kalmıştı... Paris’e gittiler...Marks burada Duetsch Fransosche Jahrbüher isimli derginin yayıncılığına girişti... Almanya’da hakkında tutuklama kararı çıkmıştı... Böylece Paris’teki hayatı resmen bir sürgün halini almıştı...Çok geçmeden iki yıl içinde Paris’ten de Brüksel’e sürgün edildi Marks...***Hayatlarında o sırada 1844’te doğan Caroline vardı... İkinci kızları Laura ve Marks‘ın çok sevdiği oğlu Edgar arka arkaya Brüksel günlerinde dünyaya geldi...***Ev dünya sosyalist hareketinin, merkezi gibiydi ve elbette Belçika hükümeti Marks’a ülkeden gitmesi için kapıyı gösterecekti... Jenny şöyle anlatır Belçika’dan kovuldukları o gece yaşadıklarını:***“Gece yarısı iki adam kapıya dayandı... Karl’ı görmek istediler... O görünür görünmez kendilerini polis olarak tanıtıp, tutuklama kararını gösterdiler... Arama yaptılar ve onu geceleyin götürdüler... Çok kaygılandım ve onları izledim...Ne olup bittiğini öğrenmek için gece tanıdığım tüm etkili kişileri aradım... Gecenin karanlığında bir evden ötekine koşuyordum... Birden bir muhafız gelip beni yakaladı ve bir zindana attı...Zifiri karanlık bir odada geceyi geçirdikten sonra, sabah aşağıdaki odalarda Karl’ın askeri bir kıta eşliğinde götürüldüğünü gördüm... Beni sorguladılar, bir şey söylemedim... Akşam serbest bıraktıklarında beni bekleyen üç zavallı çocuğuma ulaşabilmiştim...Biraz sonra haber geldi...Hemen Brüksel’i terketmek koşuluyla Karl’ı serbest bırakıyorlardı...”*****OĞLU ELLERİNDE ÖLÜNCE; SAÇLARI BEMBEYAZ OLDU KARL MARX’IN...Brüksel’den Paris’e, Paris’ten yine sürgün edilerek Londra’ya gönderildiler Marx ve eşi Jenny çocuklarla birlikte...Bu kentler güzel görünebilir...“Ne güzel sürgünmüş bunlar... Keşke biz de böyle sürgüne uğrasak...” diyebilir birçok kişi...Oysa Marks’ın hayatı ise, bütün bu sürgünler boyunca beş parasız, sefil bir şekilde geçiyordu...Sık sık elbiselerini rehin bıraktığı için evden dışarıya bile çıkamaz haldeydi o günlerde...Haftalar ve aylar boyunca çocukları patates ve ekmek dışında yemek yiyemediler...Jenny şöyle diyordu o günlerde yazdığı mektupta:“Paramız olmadığı için iki icra memuru geldi ve elimde kalan son birkaç şeyi; yatakları, ipek örtüleri, elbiseleri, hatta çocukların oyuncaklarını, alıp götürdüler... Çocuklar ağlamaya başladılar...***Para ödenmezse iki saat içinde ne var ne yok gelip alacaklarını söyleyerek tehdit ettiler...Ben orada çıplak döşemenin üzerinde titreyip duran çocuklarım ve ağrıyan göğsümle kalakaldım...”Çocuklar bir süre sonra bu hayata fiziksel olarak dayanamaz hale geldiler...Heinrich Guido 19 Kasım 1850’de bir yaşındayken zatürreden öldü...14 Nisan 1852’de bu kez Fransizka 1 yaşındayken annesinin kucağında ölüverdi...Paraları yoktu Marx ve Jenny’nin...Kefen parasını ve cenaze masraflarını bir göçmen dostları onlar adına ödedi...Birer yaşında ölen çocuklar, aileyi derin bir acıya sokmuştu...***Fakat 8 yaşına gelen Edgar’ın evin içinde gözlerinin önünde ölümü bir yıkım oldu onlar için...Erkek çocuğu çok seviyordu Karl Marx...-”Büyük devrimler görecek onlar” diyordu...Çocuğun mide rahatsızlığına ve günbe gün zayıflamasına, parasızlıktan çare bulamamış, gözünün önünde ölmesine hiçbir şey yapamamıştı...***Edgar günbe gün eriyor, annesine, ip gibi kalan ellerini ve parmaklarını göstermemek için ablasına şöyle diyordu:-”Annem yatağıma geldiğinde üstümü ört abla... Görmesin ne kadar zayıf olduğumu...”Karl Marks’a çok özel bir sevgiyle bağlıydı Edgar...Jenny “O benim sevgili Karl’ımın bütün neşesi, bütün gururu, bütün umudu...” diyordu...Edgar babasının kucağında 6 Nisan 1855’te öldü...O gece Karl Marks’ın siyah olan saçları bir gecede bembeyaz oldu...*****KARISINI KAYBETTİĞİNDE...Wilhelm Liebknetch şöyle anlatır Edgar’ın ölümünü:-“Ölü çocuğun üzerine eğilmiş sessizce ağlayan anne... Onun yanında ayakta durmuş hüngür hüngür ağlayan bakıcı... Her türlü teselliyi sert hatta ürkütücü bir telaş içinde savuşturmaya çalışan Karl Marks... Cenazeyi gömerken, bir ara Marks’ın kendisini oğlunun yanına atacağından korktum... Öyle bir ruh hali içindeydi...”***Kızı Eleanor “Şimdiye kadar yaşamış en neşeli, en canlı insan... Yürekten kahkahası herkesi saran şakacı haliyle şaka yapmadan duramayan babam...” diye tanımlardı Karl Marks’ı... Diğer çocukları sakalı ve esmerliğinden dolayı “Arap” derlerdi Marx’a...***2 Aralık 1881’de Jenny’yi kaybetti Marks... Sonra yaşadıkları hayatın girdaplarında 38 yaşında derin bir bunalıma giren kızını kaybetti... Bu arka arkaya kaybettiği 5. çocuğuydu Marks’ın...Karısı ve kaybettiği 5 çocuğu...Sürgünlerle ve mücadelelerle dolu bir hayatın karşılığıydı bunlar...Kalbi karısının ve kızının ölümüne dayanamadı ve birkaç ay sonra 14 Mart 1883’te hayata veda etti Karl Marks...Das Kapital ya da Türkçesiyle “Kapital” para üzerine yazılmış dünya ekonomi klasiklerinin en önemlilerinden biridir. Engels’e şöyle yazar: “Das Kapital’den gelen para, kitabı yazarken içtiğim tütünün parasını bile karşılamadı”(5 Eylül 2010 tarihli köşe yazımdan derlendi)
Üç yıl önce Kolej’den yakın sınıf arkadaşı dayanamayıp Gazeteci’ye soruyor;-“Lisede, siyaseti, sosyolojiyi, felsefeyi, dibine kadar en fazla sen okur, araştırır tartışırdın...Okulda kimse senin gibi değildi...Şimdi sınıf arkadaşları siyaset konuşmak istiyorlar... Sen hep uzak duruyorsun...Yazılarında da siyasete çok az giriyorsun...Bunca birikimine yazık etmiyor musun?..”***Gazeteci sınıf arkadaşına,-“Hiçbir şey göründüğü gibi değil de ondan...” diyor...-“Ortadoğu’da siyaset, ideoloji denilen şeyler; gerçekte başka çıkarları kamufle etmek, derin operasyonları gizlemek amacıyla kullanılan kavramlar...Olaylar kamuoyuna gösterildiği gibi değiller hiçbir zaman...***Olayların altında çok başka anlamlar yatıyor...O anlamları yazmak her zaman çok kolay değil...Kamuoyu başka bir ezbere alıştırılıyor...Yazardan kendi ezberini duymak istiyor...Oysa derin gerçeklerle, kitlelere sunulan ezberler aynı değil...***Önceki gece yarısından itibaren HDP’li milletvekilleri gözaltına alınıyor...HDP’nin eş başkanları dün tutuklanıyor...Türkiye, bambaşka bir siyasi türbülansa giriyor... ***HDP’li milletvekillerinin cezaevine girmesi tartışması; parlamenterlerin fikir özgürlüğü çerçevesinde tartışılıyor...İktidara yakın odaklar; terör örgütünün propagandasının suç olduğunu söyleyerek, bunun fikir özgürlüğüyle bağdaşmayacağını savunuyorlar...***HDP, CHP; Avrupa ve Amerika ile, sivil muhalefet; “düşünce özgürlüğünün ayaklar altına alındığını” söyleyerek Türkiye’nin otoriterleştiğini ve demokrasiden uzaklaştığını savunuyorlar...*****HDP MİLLETVEKİLLERİNİN TUTUKLANMA ZAMANLAMASI...Tartışma böyle ele alınırsa; hiçbir sonuca gitmeyecek bir tartışma...Mesele şu;-“HDP’li milletvekilleri neden şimdi tutuklanıyor?..”-“Neden geçmişte tutuklanmadılar ve diyalogun parçasıydılar da; şimdi aynı milletvekilleri, aynı eylemleri nedeniyle, terör örgütüne üye olmak, terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezaevine konuluyorlar?..”***Olay şöyle cereyan ediyor;Amerikan yönetimi ile Türkiye son yıllarda bölgede izledikleri politikalar üzerinden giderek birbirlerinden uzaklaşıyorlar...***Amerika’nın önceliği; DEAŞ ya da IŞİD denilen örgüt...Onu tehdit olarak görüyor; onun bölgeden temizlenmesini ve yok edilmesini arzuluyor...Bunun için Suriye’de, PKK’nın uzantısı olan PYD’yle işbirliği yapıyor...PKK’nın uzantısı PYD’yi ittifak edeceği güç olarak görüyor...PYD’ye IŞİD’le savaşında silah yardımı yapıyor...***Türkiye’nin ise öncelikli meselesi, FETÖ’nun yanısıra; devletin bölünmemesi ve PKK’nın tasfiyesi...Türkiye’nin bu konuya son zamanlarda daha fazla önem vermesinin nedeni; bölgede Suriye-Irak ve Türkiye’yi kapsayacak bir Kürt devleti projesinin, uluorta söylenmeye başlaması...***Amerikan yönetiminin; Ortadoğu’da Arap kartı yerine; tıpkı İsrail devleti gibi; Kürt devleti kartını yürürlüğe koymak istediği anlaşılıyor...Hem IŞİD’le savaşta PYD’ye desteği, hem bölgede bir Kürt devleti projesinin inkar edilmez varlığı; Türkiye ile Amerika’yı karşı karşıya getiriyor...***İki NATO müttefiki, stratejik iki ortak; PKK-PYD kartında karşı karşıya geliyorlar...Türkiye; PKK ve PYD’yi Amerika’nın desteklediğini biliyor...Gerek Suriye’deki oluşum olan PYD’ye, gerekse onun Türkiye’deki bağlantısı olan PKK’ya savaş açıyor...***Suriye’de IŞİD hedefleri bombalanırken; PYD hedeflerini de bombalıyor Türkiye...PYD; Amerika ve Batı’nın Suriye’deki müttefiki olduğu için, Almanya ve Batılı devletler bu bombalamalara karşı çıkıyorlar...***Türkiye ise, “NATO ülkesi olarak kendi güvenliğinin Amerika, Almanya ve Batı tarafından kaale alınmadığını; tersine Türkiye’yi bölecek bir planının müttefikler eliyle yürürlüğe konduğunu” düşünüyor...*****HDP MİLLETVEKİLLERİ OLAYININ GÖRÜNMEYEN ŞİFRELERİ...Görünmeyen çatışmanın bu noktasında; ülke içinde; PKK’yla silahlı savaş sürerken, PKK’nın uzantısı olarak görülen, siyasi oluşumlar da “Amerika ve Batı’yla ilişkilerdeki kopmaya paralel” tasfiyeye götürülmeye çalışılıyor...***HDP’li milletvekillerinin PKK’yla bağlantılarının yeniden gündeme gelerek, cezaevi sürecinin başlamasının altında bu gerçekler yatıyor...***Türkiye gittikçe, stratejik ortağı ABD’den uzaklaşıyor; onunla PYD ve PKK üzerinden çatışma noktasına geliyor...***HDP gibi siyasi oluşumların üzerinde ABD etkisinin olmadığını görmek saflık olur...Bunu bilen yönetim; yeni operasyonlar üzerinden ABD’ye mesaj veriyor...-“Siz bizi devirmeye, yok etmeye, bölmeye çalıştıkça biz de sizinle işbirliği yapanların kollarını keseriz...”***Son günlerde artan gerginliğin, deşifresi böyle...Soru belki şöyle sorulabilir;-“Perde arkasındaki bütün bu savaşa rağmen, Türkiye kendi içinde daha hoşgörülü, daha anlayışlı, toplumsal barışı daha fazla arayan bir ton tutturabilir mi?..”***Tutturabilir...Çünkü herkes biliyor ki; halihazırda varolan çatışma günleri, gün gelip bitecek ve geleceğe bugünlerin tortusu olarak milletvekillerinin tutukluluk görüntüleri kalacak...***Leyla Zana 1991 yılında Meclis’e girdiğinde Kürtçe yemin ettiği için büyük tepkiyle karşılaşmıştı...1994 yılında; 2016 yılından tam 22 yıl önce milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan Meclis’in önünde polis arabasına bindirilerek tutuklanmış ve 15 yıl hapis cezasına çarptırılmışlardı...***O görüntüler, o günlerin geleceği olan bugüne barış ve huzur getirmediler...Bugünkü görüntüler; bundan sonra oluşacak geleceğe, mutluluk ve huzur getirebilirler mi?..Soru cevabını içinde barındırıyor...
“Amerikan Başkanının kim olacağı, göz boyamaca olan bu renkli seçim kampanyasında belli olmayacak... Amerika’daki derin devlet Başkan’ın kim olacağına seçim kampanyaları başlamadan karar verdi...Şimdi o sürecin, kamuoyu önündeki renkli oyununu izlemekteyiz...”***Gazeteci bu sözleri; Amerikan Başkanlık seçimlerini yakından izleyen “derin istihbarat çevrelerinden” aylardır duyuyor...Farklı istihbarat kaynakları; Amerikan Başkanlık seçimleri için söz birliği etmişçesine aynı minvalde konuşuyorlar;-“Dünyanın dört bir yanında kimin iktidara geleceğini belirleyen, belirlemeye çalışan, bu amaç için sayısız operasyon yapan bir ‘güç’, kendi ülkesinin içinde kendi iktidarını belirlemek istemeyecek mi?.. Bunun için derin operasyon yapmayacak mı?.. Bu mümkün mü?..”***Soru bu şekilde sorulunca; Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Afganistan’da, İran’da, Pakistan’da, Ukrayna’da kimlerin iktidar olacağına seyirci kalmayan; en azından NATO kanadıyla Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminde rol oynayan bir gücün; kendi ülkesindeki iktidarın belirleneceği süreçte oturup olayları seyirci gibi izlemesinin, eşyanın tabiatına aykırı olduğunu söylüyor aynı çevreler...*****“TRUMP HILLARY KAZANSIN DİYE BAŞKANLIK YARIŞINA SOKULDU...”Olayları istihbaratçı gözüyle arkasındaki derin plan kurulan oyunları değerlendirerek izleyenler; komplo teorisi olarak nitelenebilecek, değerlendirmeyi şöyle yapıyorlar;***-“Trump’ın bu kampanyadaki varlığı; söylediği düşmanlık içeren radikal sözler, İslam’a ve Müslümanlara karşı ettiği laflar, Amerika içindeki Hispaniklere, komşuları Meksika’ya, Küba’ya takındığı düşmanca tavırlar; aslında dünyaya Hillary’yi kabul ettirmek için uygulanan bir plan...***Amerikan derin devleti; Trump’ı göstererek, dünyayı ve Amerikan halkını Hillary’ye razı ettirmeye çalışıyor...Trump; Hillary seçilsin diye özellikle seçiliyor...Söylediği sözlerle; Hillary’nin ‘ne kadar makul, ne kadar toleranslı, ne kadar iyi niyetli, ne kadar uzlaşmacı bir politikacı’ olduğu anlatılıyor...***Trump ve söylediği acayip sözler olmasa; Hillary’yi uzlaşmacı bir kişilik olarak dünyaya ve Amerika’ya anlatmak kolay olmaz...Hillary yüz milyonlarca Amerikalıyla, dünyada yaşayan milyarlarca insana bu yolla, “toleranslı ve ne yaptığı bilen, devleti tanıyan bir kadın devlet adamı olarak lanse ediliyor...”***Oyunu kuranlar; Trump’ı Başkanlık yarışında öne sürenler; seçilsin diye değil; Hillary’yi seçtirsin ve Hillary’nin dünya için ne kadar iyi bir merhem olacağını anlatsın diye Başkanlık kampanyasına soyundurdular...***Trump’ın kazanması olasılığı yok...Hillary kazanacak...Trump; Hillary’yi “şık ve arzu edilen bir pakete sarma vasıtası” olma misyonunu taşıyor...”*****15 MİLYON AMERİKALININ OYU ANİDEN NASIL DEĞİŞİYOR?..Son aylarda, kamuoyu yoklamalarındaki iniş çıkışlar, komplo teorisini seslendirenleri haklı çıkartır ölçüde, inanılmaz grafikler çiziyor...***Seçim kampanyasının başladığı aylarda Hillary Clinton; 5-6 puan farkla önde götürüyor yarışı... ***Seçimlere yaklaşıldıkça, Hillary kamuoyu yoklamalarında aniden çıkışa geçiyor ve Trump’a karşı 12 puanlık bir üstünlük sağlıyor...***235 milyon seçmenin oy kullandığı Amerikan seçimlerinde 12 puan fark 28 milyon seçmen anlamına geliyor...Yani kamuoyu yoklamalarına göre, bir ay önce Hillary Clinton; Donald Trump’a karşı 28 milyon fazla seçmen farkıyla önde görünüyor...***Bir ay içinde, kamuoyu yoklamaları, lunapark oyunları gibi; yüzde 12’lik farkın kapandığını ve Trump’ın yüzde bir öne geçtiğini söylüyorlar...***Yüzdeye vurulduğunda; Hillary ile Trump arasında yüzde 12 artı 1; toplamda yüzde 13’lük bir oynama olduğu ortaya çıkıyor...Yüzde 13’lük oynama; yaklaşık 30 milyon seçmene tekabül ediyor Amerikan seçimlerinde...***Bu durumda 30 milyonun yarısı olan 15 milyon seçmen; son birkaç haftada Hillary’ye oy atacakken; aniden Trump’a oy atmaya karar veriyor...Bu haliyle, kamuoyu yoklamaları mantıklı gözükmüyor...***Komplo teorilerine karşı çıkanlar; Amerika’da seçimlerde oy verme oranın yüzde 55’lerde kaldığını söylüyorlar...Trump’a gelen oylar; Hillary’den daha çok, oy kullanmayanlardan geliyor...Zaten Trump da politikasını, oy vermeyen, sandığa gitmeyen Amerikalı seçmenin oylarını toplayacak şekilde inşa ediyor...” diyorlar...***Böyle olsa bile, kamuoyu yoklamalarına göre, en az 12 milyon seçmenin son iki haftada tavır değiştirmiş olması gerekiyor...*****“TRUMP ZATEN HEP ÖNDE...”Ancak komplo teorilerine karşı çıkan ve Trump’ın kazanacağını söyleyenler bir adım daha ileri giderek şu tezi savunuyorlar;-“Hillary’yle, Trump arasındaki fark hiçbir zaman Hillary lehine 12 puan olmadı... Aslında Hillary hiçbir zaman tam olarak öne de geçmedi...***Trump’ın seçilmesinden ödü kopan, merkez medya, Wall Street ve Amerikan establisment’ı, kamuoyu yoklamalarını başından itibaren manipüle etti...***Seçimlere 6 gün kala, sonuçlar ortaya çıkınca rezil olmamak için aradaki farkın kapandığını iddia etmeye başladılar...***Durum baştan beri böyleydi...Trump’ın söylemlerinin, sıradan Amerikalı üzerinde karşılığı var...Merkez medya, Amerikan establisment’ı ve Wall Street Trump’ı ezmek için bu rakkamları manipülasyon yaparak kamuoyuna sundu...Seçimlerde son haftaya girildiğinde rezil olmamak için gerçek rakkamları vermeye başladılar...”
Gazeteci; Türkiye’de halen yaşanan olayların şifrelerini çözebilmek için, son günlerde “inanılmaz zikzaklar çizen, Amerikan başkanlık seçimlerinin” çok yakından izlenmesi gerektiğini biliyor...***Gazeteci; Amerika’da bulunduğu Şubat ayında; seçimlere giren ona yakın adaya karşın Hillary’le; Trump’ın iki partinin adayı olarak seçim savaşına gireceğini yazıyor...Geçen zaman; Clinton’la Trump’ı eleğin üzerinde tutuyor ve iki aday kıyasıya bir Başkanlık yarışına giriyor...***Trump ilk zamanlarda; İslam karşıtı söylemlere ağırlık veriyor ve dünyadaki bütün Müslümanların tepkisini çekiyor...Meksika sınırına duvar inşa etmekten, Hispaniklerin Amerika’da yaşamını zorlaştırmaktan, göçmenlerin Amerika’dan gönderilmesinden söz ediyor...Radikal söylemleri Amerika’da ve dünyada büyük tepki çekiyor...***Amerika’da ilk zamanlarda her şey Hillary Clinton’dan yana gözüküyor...Ana akım medya; CNN; ABC, NBC gibi en güçlü ulusal kanallar; Newyork Times, Financial Times; Washington Post gibi ülkeyi yönetenlerin algısını yöneten yayın organları Hillary Clinton’ın arkasında konuşlanıyorlar...*****KADINLARI TACİZ EDEN TRUMP FİGÜRÜ...Dört hafta önce, Trump’a yönelik “kadınları taciz ettiği”yle ilgili onlarca haber ve öykü arka arkaya patlatılıyor...***70 yaşlarında bir kadın Trump’ın 30 yıl önce uçak yolculuğu esnasında, yanındaki koltuktan kendisini taciz ettiğini, elleriyle memelerini okşamaya kalktığını, eteğini kaldırmaya uğraştığını, bu olayın dakikalarca sürdüğünü ve taciz karşısında donup kaldığını anlatıyor...***Trump’ın bir konuşmasının bandı yayınlanıyor ve Amerikan Başkan adayının evli bir kadına yönelik “cinsel fantazileriyle süslü aşağılayıcı” ifadeleri ortaya çıkartılıyor...***Trump’ın kadınları taciz ettiği ve aşağıladığına yönelik kampanya ülkenin büyük televizyonları ile, büyük gazetelerinde öylesine etkin bir şekilde işleniyor ki; Hillary’le Trump arasındaki “ikinci tartışma programının” ana konusu kadın tacizleri haline geliyor...***CNN’in dünyaca ünlü anchorman’i Anderson Cooper CNN ana haberde tacize uğrayan kadınları yayına alıyor ve onlara dakikalarca Trump tarafından nasıl tacize uğradıklarını soruyor!..Anderson Cooper; bütün Amerika’da izlenen Başkan adaylarının tartışma programlarında da, taciz sorusunu direkt olarak Trump’a yöneltiyor...***Yoğun kampanya ilk günlerde çok etkili gibi gözükse ve Hillary’yi 12 puan farkla ilerde gösterse de, birkaç hafta içerisinde, durum anlaşılmaz bir şekilde terse dönüyor...Trump; seçimlere yaklaşıldıkça aradaki farkı hızla kapatmaya başlıyor...***Bunda “Washington’ın Vicdanı” olarak bilinen FBI direktörünün; Hillary Clinton’ın dışişleri bakanlığı döneminde devletin gizli mesajlarını, kişisel mailinden göndererek, açık etmesini soruşturma konusu yapıyor...Donald Trump bunun üzerine; “Devletin gizli belgelerini ortaya saçan bu kadın mı Amerika’yı yönetecek” şeklinde etkili bir seçim kampanyasını yürürlüğe sokuyor...***Fark gittikçe azalıyor...Sonunda dün ABC’nin yaptığı son kamuoyu yoklaması Trump’ı yüzde 46; Hillary’yi ise yüzde 45 göstererek Trump’ın bir puanla öne geçtiğini söylüyor...***Seçimlere bir hafta kala, merkez medya şaşkın, Hillary’yi bütün gücüyle destekleyen Newyork Borsası tedirgin...Trump ise tartışma programında “Başkan olduğunda Hillary’yi hapse göndereceğini” söylemekten çekinmiyor...*****CLINTON’IN ETRAFI; FETULLAHÇI ÖRGÜTLENMEYLE ÇEVRİLİ...Amerika bütün dikkatiyle kimin başkan seçileceğine yoğunlaşıyor...Ne var ki; Türkiye’de etkin çevreler de önemli ölçüde Amerikan Başkanlık seçimlerine kilitlenmiş durumda...***FETÖ örgütlenmesi; uzun yıllardır Amerika’da bulunmanın avantajıyla Hillary Clinton’ın çevresiyle, halka ilişkilercisiyle çok yakın ilişkiler kurmuş durumda...Fetullahçı örgütlenmenin PİAR’ını yapan Podesta grubu; aynı zamanda Hillary Clinton’ın halkla ilişkiler çalışmasını yapıyor...İki kardeşten John Podesta Hillary’nin halka ilişkiler danışmanlığını yaparken, kardeşi Tony Podesta’nın yönettiği Podesta grubu da; Fetullahçı örgütlenmenin halkla ilişkilerini yürütüyor...***Türkiye’nin bakan düzeyinde; Amerika’dan Fetullah Gülen’in iadesini bu derece ısrarla, hemen istemesinin altında bu tehlikeli durum yatıyor...Hillary Clinton’ın başkan seçilmesiyle, Fetullahçı örgütlenmenin Amerika’da başkan düzeyinde “yeni komplikasyonlar yaratacağını” düşünen yönetim, “yıllar içinde kurulan bağın kopması için” çok titiz davranıyor...***Türkiye’de hükümete yakın çevreler için “Donald Trump’ın tercih edilebilecek bir seçenek” olduğu artık sır değil...ABC’nin anketinde yüzde 46’ya 45 şeklinde çıkan oy oranları; Trump’ı önde gösterse de; Amerikan seçim sistemini bilenler için, Hillary hala önde...***Amerika’da seçimler iki kademeli yapılıyor... Halk; oylarıyla direkt olarak Başkan’ı değil; Başkanı seçecek delegeleri seçiyor...Eyaletlerde halk tarafından seçilen delegeler de sonradan Başkan’ı seçiyorlar...Kamuoyu yoklamalarındaki son değişikliğe karşın; Hillary’nin delege sayısında Trump’ın biraz önünde olduğu görülüyor... Nefes nefese bir yarış bu...Türkiye’yi de yakından etkileyen...
Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi’nde üç maçlık maratonu; Napoli deplasmanında 2-1 galibiyetle 3 puan alınarak bittiğinde; futbolseverler Gazeteci’ye soruyorlar;-“Beşiktaş’ın bundan sonraki iki maçı İstanbul’da; Napoli ve Benfica’yla avantajı büyük...” diyorlar...***-“İstanbul’daki maçlar; Portekiz ve İtalya’daki maçlardan daha zor maçlar...” diyor Gazeteci... -“Napoli ve Benfica maçlarından alınacak birer puana razıyım ben... Önemli olan son maçta iddiası kalmayan Dinamo Kiev’den galibiyet almak...Bu durumda 10 puan toplar Beşiktaş...Grup birincisi veya grup ikincisi olarak çıkar gruptan...”***Gazeteci’nin analizi yaptığı günlerin ertesinde; Beşiktaş’ın can damarı üç futbolcusu arka arkaya sakatlanıyor...Önce Caner; sonra Talisca ve Necip sakatlanarak; Napoli karşısında oynayamayacak hale geliyor...***Napoli; herhangi bir takım değil İtalya’da...La Liga’nın Juventus’un arkasından ikincisi olan takım Napoli...La Liga’yı; Milan’ın, Inter’in, Lazio’nun, Torino’nun, Roma’nın, Fiorentina’nın önünde tamamlayan bir takım...***Böyle bir takım karşısında Beşiktaş iki maçta bir galibiyet, bir beraberlikle 4 puan topluyor...Rakibi İtalyan La Liga’nın ikincisi; Beşiktaş’ın karşısında sadece bir puan alabiliyor...***Dün geceki maç öncesi takımlar açıklandığında Gazeteci etrafında bulunan futbolseverlere; “Şenol Güneş muhteşem bir kadro kurmuş...” yorumunda bulunuyor...***Rhodolfo gibi mükemmel bir stoperi takıma sokarak, sezon başından beri sol stoperde harikalar yaratan Tosiç’i, orijinal yeri solbeke çekmesi, çok doğru bir karar...Böylece Adriano’dan sol açık olarak yararlanmayı deniyor Şenol Güneş...İleri üçlü, Quaresma Aboubakar ve Adriano gibi uluslararası çapta üç futbolcudan oluşuyor; Napoli’deki maçta olduğu gibi...***Orta sahayı ise Napoli’nin eski oyuncusu Gökhan İnler, Atiba ve Tolgay’dan oluşturarak; hamle futbolcusu olarak Oğuzhan’ı kenarda tutuyor Şenol Güneş...İkinci hamle oyuncusu ise tahmin edildiği gibi Cenk Tosun oluyor Beşiktaş’ın...***Şanssızlıklar bununla bitmiyor...Beşiktaş’ın en formda futbolcusu Tosiç sakatlanarak oyundan çıkıyor...Üç sakatlığın arkasında, bir de Tosiç takımdan kopunca; Beşiktaş’ın Napoli gibi bir dev karşısında nasıl ayakta kalacağı tribünlerde ciddi ciddi sorgulanıyor...***Beş sakat; Beşiktaş’ın alternatifli kadrosunu bile kevgire çeviriyor...Ancak bu noktada bir kez daha Şenol Güneş faktörü devreye giriyor ve isabetli bir kararla; Tosiç’in yerine ileride pres yapacak ve gol yollarını açacak Cenk Tosun’u oyuna alıyor...***Adriano sol beke çekiliyor ve Cenk Tosun’la Aboubakar dönüşümlü forvet ve sağaçık olarak görev yapıyor...Beşiktaş Cenk’in takıma girmesiyle bir anda hücumda pres yapan ve rakibe top çıkartmayan bir takım hüviyetine bürünüyor...***Napoli 4 futbolcusu sakat olan Beşiktaş’a yine üstünlük sağlayamıyor...Marcello ve Rhodolfo hata yapmıyor...Beck çok iyi oynuyor...Adriano tecrübesini konuşturuyor...Fabri kalede güven veriyor...Quaresma hücumda ve penaltıda görevini eksiksiz yerine getiriyor...Yorulan Gökhan’ın yerine giren Oğuzhan iyi top yaparak, Beşiktaş’ı oyunda tutuyor...Siyah beyazlılar; Napoli’de kazandıkları zafer kadar önemli bir puanı İstanbul’da hanelerine yazdırıyor...***Napoli karşısında İstanbul’da bir puan almak bir zafer değil Beşiktaş için...Ancak Napoli gibi La Liga’nın ikincisinden, iki maçta dört puan toplamak, rakibini bir puanda bırakmak, gerçek bir zafer...Şampiyonlar Ligi’nde Beşiktaş 4 maçta 6 puana ulaşıyor...Beşiktaş’ın grup maçlarını 10 puanla bitirmesi işten bile değil artık...12 puanla bitirmesi bile olası...***Dün geceki maçta; Beşiktaş’ta Şenol Güneş ve Beşiktaşlı futbolcuları öncelikle tebrik etmek boyunların borcu... Ve Beşiktaş seyircisi dün öyle bir maç oynuyor ki; futbolcular kadar tebriki hak ediyor...Beşiktaş; Türkiye’de artık başka bir sikletin takımı gibi gözüküyor...Tebrikler Şenol Güneş...Tebrikler Beşiktaş...Tebrikler Beşiktaş seyircisi...Tebrikler Vodafone Arena...*****KELEBEĞİN YAŞAMI...Bir bilge vardı...Ne sorarsan cevap verirdi...Bir gün onu çekemeyen biri ona dedi ki;-“Bilgeye öyle bir soru soracağım ki, kesinlikle bilemeyecek...”-“Ne soracaksın?” dediler...***-“Elimde bir kelebek var ölümü mü diri mi?..” diye soracağım...-“Eğer diri derse, elimi sıkıp kelebeği öldüreceğim... Ölü derse, elimi açıp bırakacağım... Kelebek uçup gidecek...”***Adamın sorusuna çevresindekiler ikna oldular...Onu Bilge’ye götürdüler...Adam Bilge’ye sordu;-”Avucumun içinde bir kelebek var... Ölü mü diri mi Kelebek?..”Bilge cevap verdi;-”Bu senin elinde!..”ÇOCUĞUNU ÖYLE KARŞILA Kİ;Eve geldiği zaman, en güzel yere geldiğini hissetsin...***EŞİNİ ÖYLE KARŞILA Kİ;Yanına geldiği zaman, en doğru insana kavuştuğunu hissetsin...***ANNENİ ÖYLE KARŞILA Kİ;Doğumundaki ağrıları lezzetle ansın...***BABANI ÖYLE KARŞILA Kboyu bir başka bir başka evlada imrenmesin...***FAKİRİ ÖYLE KARŞILA Kİ;Ona sofra serdiğinde, sana büyük bir dua sofrası sersin...***ZENGİNİ ÖYLE KARŞILA Kİ;Gönlünü gördüğünde, kendi gönlünün fakirliğine kahrolsun...*****NE ETRAFINIZI KIRACAK KADAR SERT, NE DE KARŞINIZDAKİLERE CESARET VERECEK KADAR YUMUŞAK OLUNUZ...Gençliğe güvenip vakit çok erken derken...Belki elveda bile diyemezsin giderken...Necip Fazıl***Yalan öyle zehirli bir oktur ki, hedefini değil atanı yaralar...Arap Atasözü***Akrebin düşmanlığı ejderhanınkinden beterdir...***Silah korkakta, yönetim akılsızda olursa işler kötü gider...Hz Ebubekir***Ne etrafınızı kıracak kadar sert; ne de karşınızdakine cesaret verecek kadar yumuşak olunuz...Sadi
31 Ekim 2016 Pazartesi sabahı; polis Cumhuriyet Vakfı ile gazete yöneticileri ve yazarlarına yönelik bir operasyon başlatıyor...18 gazeteci-yazar-yönetici için gözaltı kararı çıkıyor...***Gazeteci; “Cumhuriyet gazetesi operasyonunun şifrelerinin çok derinlerde yattığını” fark ediyor...***Önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Cumhuriyet vakfı ile gazete yazar ve yöneticileriyle hakkındaki gerekçesine bakıyor Gazeteci...Şöyle diyor gerekçe;***“Cumhuriyet Gazetesi ve gazetenin imtiyaz sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı yöneticileri hakkında PKK/KCK ve FETÖ/PDY Terör örgütlerine “MÜZAHİR” olduklarına, 15 Temmuz darbe girişiminden kısa bir süre öncesinde darbeyi meşrulaştırıcı yayınlar yapıldığına dair iddia ve tespitler üzerine; Başsavcılığımızca FETÖ/PDY ve PKK/KCK TERÖR ÖRGÜTLERİNE ÜYE OLMAMAKLA BİRLİKTE ADINA SUÇ İŞLEMEK SUÇLARINDAN bir kısım şüpheliler hakkında 18-08-2016 tarihinde soruşturma başlatılmıştır...”***Gazeteci; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı açıklamasının en önemli cümlesinin şu olduğunu anlıyor:“Cumhuriyet Vakfı yöneticileri ve yazarları PKK/KCK ve FETÖ/PDY terör örgütlerine, üye olmamakla birlikte MÜZAHİR oldukları...”***Türk Dil Kurumu “müzahir” sözcüğünün karşısında “arka çıkan, destekleyen, arkalayan” kelimelerini veriyor...İstanbul Başsavcılığının açıklamasının da gösterdiği gibi; “Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarları FETÖ veya PKK’ya üyelikten değil, yaptıkları yayınlarla iki terör örgütüne ‘arka çıkmak, desteklemek’ suçunu işlemekten soruşturmaya tabi tutuluyorlar...”***Başsavcılığın açıklamasından Gazeteci anlıyor ki; Cumhuriyet gazetesi yönetici ile yazarları; “FETÖ’nün bylock veya benzeri mesajlaşma sisteminin bir parçası oldukları için değil”, PKK veya KCK’ya üye oldukları için de değil; yaptıkları yayınlarla bu örgütlere arka çıktıkları, onları destekleyici yayın yaptıkları gerekçesiyle suçlanıyorlar...*****ULUSLARARASI DERİN MERKEZLER VE YÖNLENDİRDİKLERİ GAZETECİLİK VE CUMHURİYET OPERASYONU...Bir doktor operatör doktorsa her gün ameliyata giriyor...Değilse her gün onlarca hasta bakıyor...Bir avukat her gün 5-6 davaya giriyor...Bir mimar her gün yeni eserler inşa ediyor...Bir ressam; her gün resim yapıyor, sanatını bu şekilde icra ediyor...Politikaya “söz söyleme sanatı” diyorlar...Politikacı her gün konuşuyor...Bunun için milletvekillerine kürsüde yaptıkları konuşmalarla ilgili “dokunulmazlık” statüsü veriliyor...***Gazeteci de her gün gazete yapıyor; yazıyor, yorum yapıyor...Bu da bir gazetecinin mesleğini icra etme yolu ve yöntemi...***“Terör örgütünün propagandasına alet olmak, terör örgütünün politikasına arka çıkmak, başsavcının deyimiyle ‘müzahir’ olmak, zaman zaman gazetecilerin başına kolaylıkla gelebilecek olaylar...”***Her gün gazete yapmak durumunda olan gazetecilerin “muhalif çizgiyle, terör örgütüne arka çıkmak arasındaki hassas ve çoğu zaman sübjektif çizgiyi ne zaman geçecekleri, ya da geçmeyecekleri tarihten bu yana cevabı verilemeyen bir soru...***Olayları gizlemeye gerek yok...Çağımızda “gazetecilik mesleği”, ulusal ve uluslararası istihbarat servislerinin derin bağlantıları yoluyla etki ajanları üzerinden at oynattıkları, gazeteci kisvesi altında algı operatörlerine istediklerini yazdırdıkları, söylettirdikleri bir meslek! haline geliyor...***Gazeteci aylardır; kendi gazetecilik hayatının üzerinden “etki ajanlarının, algı operatörlerinin, derin ve gizli bağlantıları olan ajanların” neler yaptıklarını, hayatı nasıl yönetmeye çalıştıklarını yazıyor...Bağımsız ve kendi başına buyruk gazeteciliğin kalmadığını anlatıyor...***Ancak “özgür gazeteciliğin kalmaması”, gazetecilik mesleğinin büyük ölçüde “uluslararası derin merkezlerin yönlendirmesi altına girmesi” şu gerçeği değiştirmiyor...***Gazetelerde yazı yazan, haber yapan, yönetici olan kişilerin SUÇ KRİTERLERİNİN; örgüt üyeliği, uluslararası gizli merkezlerle somut ve belgeli bağlantılar” şekliyle sınırlı olması gerekiyor...***Terör “arka çıkmak” suçlaması Gazeteci’ye kendi başına gelen bir olayı hatırlatıyor;Cemalettin Kaplan’ın oğlu; Metin Kaplan’ın Almanya’dan esip gürlediği günlerde, bir 10 Kasım’da, militanlarının Anıtkabir’e saldıracağı haberi geliyor...***Haber müdürleri uzun toplantının sonunda Gazeteci’yi; Metin Kaplan’ı yayına alması konusunda ikna ediyorlar...-“Abi yayına al Metin Kaplan’ı... Müthiş gazetecilik olur... Sen adamın karşısında mümkün değil ezilmezsin...” diyerek Gazeteci’nin fitilini ateşliyorlar...***Metin Kaplan Almanya’dan televizyon canlı yayınına bağlanıyor...Beş dakika sonra Gazeteci’yle Metin Kaplan arasında, Kaplan’ın Atatürk’e yönelik sözleri nedeniyle büyük bir tartışma başlıyor...Gazeteci, arka arkaya salvolarla Kaplan’ın sözlerini etkisiz bırakıyor ve canlı yayını bir kazaya meydan vermeden kapatıyor...***Ertesi günü Almanya’dan gelen görüntüler; Kaplan taraftarlarının ellerinde “Gazeteci’ye ölüm” başlıklı pankartlar taşıdığını gösteriyor...Gazeteci bantları, teker teker izliyor...Haber Müdürleri; “Emniyete koruma için haber verelim mi” diye Gazeteci’ye soruyorlar...-“Boşverin” diyor Gazeteci...***Ertesi günü Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığından bir tebligat alıyor Gazeteci...Hakkında bir suç duyurusu yapılıyor...Gazeteci’nin; terör örgütü temsilcisini çıkartarak “terör örgütünün üyesi olmamakla birlikte propaganda yapmasına alet olduğu” gerekçesiyle ifadesi alınıyor...***Örgüt, canlı yayından ötürü “Gazeteci’ye ölüm” pankartı taşıyor...Devlet Güvenlik Mahkemesi’ni yapılan suç ihbarında ise Gazeteci; “terör örgütünün propagandasına alet olma suçu işlediği” iddiasıyla ifade veriyor...***Dün gözaltına alınan gazeteciler; arka çıktıkları iddia edilen terör örgütleriyle; Gazeteci’nin Metin Kaplan’la karşı karşıya kaldığı gibi, çatışmamış olabilirler...Paralele yakın şeyler de söylemiş ve savunmuş olabilirler...***Gazeteci gibi; tek başına yalnız ve bağımsız bir gazeteci de olmayabilirler bazıları...Yine de; “somut bir örgüt üyeliği, açık bir uluslararası istihbarat örgütü bağlantısı” olmadan, “terör örgütüne müzahir” olmaktan alınmaları; Türkiye’nin mutlu geleceği için arzu edilir bir tablo değil...