Son senelerde yapılan birçok araştırma, günde iki defa beslenmenin insanları birçok hastalıktan koruduğunu ortaya koyuyor...
Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan Japon bilim adamı Yoshinori Ohsumi’nin çalışmaları, “uzun süreli açlığın” insanların sağlıklı olmaları ve birçok hastalıktan korunmalarında ne kadar önemli olduğunu bir kere daha gözler önüne serdi. Ohsumi, uzun zamandan beri otofaji yani hücrelerin kendi kendilerini yemeleri konusunda çalışmalar yapıyordu. Bir çeşit geri dönüştürme mekanizması olan otofaji hücreleri artık ihtiyaç duymadığı maddelerden temizliyor, bunların yararlı kısımlarının ise tekrar kullanılmasını sağlıyor. Otofaji, yaşlanmayı geciktirdiği gibi obeziteden kansere, enfeksiyondan Parkinson’a kadar birçok hastalığı önlüyor.
Son senelerde yapılan araştırmalar da, günde üç ana üç ara öğün yerine, iki defa beslenmenin hastalıklardan koruduğunu ortaya koyuyor.
Avcı - toplayıcıdan modern insana evrim
Taş Devri’nde “avcı-toplayıcı” olarak adlandırılan insanların sürekli yiyecek bulmaları mümkün değildi ve bu sebeple de yiyecek bulduklarında bolca yerler, olmadığında ise aç kalırlardı. Yiyecek arama ve avlanmaları çok ciddi fiziki aktivite gerektiriyordu.
Geç- Yontmataş Devri'nin karakteristiği olan bu “ziyafet-açlık” ve “hareket-istirahat” dönemlerinin avcı-toplayıcıların metabolizmalarının düzenlenmesiyle ilgili genlerin belirlenmesinde önemli etkisi olduğu düşünülüyor. Avcı-toplayıcıların açlık dönemlerini atlatabilmeleri için besinlerin alımı ve kullanımını düzenleyen genlere 1962’de “tasarruf genleri” adı verildi.
Bu genler, yiyeceğin bol olduğu dönemde yiyeceklerin toplanması ve işlenip iskelet kasında “glikojen” ve “yağ” olarak depolanmasını, açlık dönemlerinde ise kullanılmasını mümkün kılıyordu. Bu genlere sahip olanlar nesillerini devam ettirirken yoksun olanların nesilleri bitiyordu...
Modern insan hem hareket etmiyor hem devamlı yiyor
Genlerimiz özellikle son 50-100 senede kesin olarak aynı kaldı ama çevremiz ve beslenme özelliklerimiz çok farklılaştı. Modern insan, her zaman “bol yiyeceğe sahip” ve üstelik bunlara ulaşması için “hareket etmesi de neredeyse hiç gerekmiyor”. Bu durum, genomumuz ve içinde yaşadığımız çevre arasında büyük bir dengesizliğe sebep oluyor. Yiyecek bolluğu ve fiziki aktivite azlığının, evrimsel olarak programlanmış biyo-kimyasal süreçleri saf dışı bırakarak “obezite” ve “tip 2 diyabet” gibi metabolik bozuklukların ortaya çıkmasına yol açtığı düşünülüyor. Taş Devri insanın hayatta kalması ve neslini sürdürmesini sağlayan “tasarruf genleri modern insanı hasta ediyor”.
Uzun süreli açlığın etkileri
Uzun süreli açlığın sağlığa olan birçok müspet etkileri var:
BİR: İnsülin ve leptin duyarlılığı ve mitokondri enerji etkinliği artıyor. Bu, hastalıkları ve yaşlanmayı geciktiriyor.
İKİ: Grelin seviyeleri azalıyor. Açlık hormonu grelinin azalması yeme isteğini azaltıyor.
ÜÇ: Oksidatif stres azalıyor. Hücrelerdeki oksijen radikalleri birikiminin azalması protein, lipit ve nükleik asitlerin oksidasyondan zarar görmesini önlüyor.
DÖRT: Aralıklı açlık stres, yaşlanma ve hastalıkla mücadele eden genlerin etkinliğini artırıyor.
BEŞ: Vücudun glikojen depolarını metabolize etmesi için 6-8 saat gerekiyor ve vücut ancak bundan sonra yağ yakmaya başlıyor. 16 saat süre aç kalınması yağ yakımını hızlandırıyor.
ALTI: İnsan büyüme hormonu (HGH) salgısı artıyor. HGH, yağ yakılmasını sağlayan bir hormon.
Günde en az 10 bin adım!
Genlerimizi değiştirmemiz şimdilik mümkün değil ama bunları pek âlâ aktive edebiliriz. Yapmamız gereken iki önemli şey var: Hareket ve açlık!
Hareket etmeliyiz: Taş Devri insanı yiyecek aramak ve elde etmek için kan-ter içinde kalıyordu. Bizim böyle bir şeye ihtiyacımız olmaması hareket etmemize engel olmamalı, günde en az 10 bin adım atmak şart!
Arada aç kalmamız lâzım: Taş Devri insanları ellerinin altında sürekli yiyecek olmadığı için “zorunlu” açlık dönemleri yaşıyorlardı. Bizim bol yiyeceğimiz olması bunları sürekli yememizi gerektirmiyor. Aç kalalım ki yokluk günleri için depoladığımız yağları yakabilelim.