Halkın vize isyanı

16 Ağustos 2010

Bu vize isyanım ciddi olarak yankı buldu. Memleketin her köşesinden mail yağıyor. Fakat bu mailleri burada yayınlamak için bütün gazetenin bana tahsis edilmesi lazım.Şöyle bir çare buldum: Okur mektuplarını internette yayınlayacağım. Orada sınır yok. Altına yorumlarımı da ekleyeceğim. Vize konusunda halkın isyanını görmek istiyorsanız, buyrun www.gazetevatan.com ‘da benim yerime. İSYAN EDEN OKURLARKimden: Gönül ArasTarih: 16 Ağustos 2010Sevgili Mutlu,Her ülkenin konsoloslukları iç organlarımıza kadar deşifre edilmiş kâğıtları istiyorlar. Gideceğiniz ülkeye belirli gün için alacağınız vizeye kadar yapılan masraflar dünyanın parası. Özel olarak seyahat vizesi yaptırmak mecburiyetindesiniz. Yaptırmazsanız vize vermiyorlar. Koskoca T.C.SGK. Üç aylık vizite kâğıdını dikkate bile almıyorlar. Dışişleri Bakanının dikkatine. Vatandaş olarak Avrupa’nın herhangi bir ülkesine alacağınız vize için konsoloslukların önünde insanlığımdan utanıyorum. İnsan haklarına önem veren ülkelere vize verirken çektirdiklerini kınıyorum. Seyahat için değil ziyaret için gidiyorum. Ablam 45 senedir Avrupa’da. Her sene gelir bende hayatımda dört sefer gitmişimdir. Nalet olsun böyle vize almaya.Gönül Aras*****Kimden: Sulhi U. Tarih: 15 Ağustos 2010 Vallahi öyle bir kangren ki şu vize ucubesi, insanı milliyetinden utandırırcasına... Öyle fazla gelişmiş Avrupa ülkelerinin davranışlarına bakmanız gerekmez. Nerelerinin geliştiği de tartışılır bu arada, ezelinden beri kendimizi zemmetmeyi nedense severiz. Atlayın bir arabaya, 2-2,5 saat mesafedeki 500 sene dizimizin dibinde oturan komşularımız bile bir tafra içinde. Vize alabilmem için kayınçomun dükkânının tapusunu istemekle kalmayıp, ağabeyimin 2.ayakkabısı olmamasını büyük ayıp sayarak başvurumu reddettiler! Hele internete girip sayfalarında neler istediklerine bir aralık göz atıverin, zannedersiniz ki tüm Türkiye açlıktan öleyazdı da tek kurtuluş olarak Bulgaristan’ı görüp oraya üşüşüyor!Acaba oraya hangi zenginliklerine tamahen gideceğiz? Biliyorlar ki şu Türkiye’de ki göçmenlerin azımsanmayacak oranda akrabaları orada bulunmakta. Çift pasaportu olanlara ses edemiyorlar lâkin benim gibi ataları çok önceden kaçıp gelenlere 3. hatta 4. sınıf insan muamelesi yapmaktan pek mutlular. Acaba bizler sesimizi nasıl duyursak? Emekli bir insan yerini yurdunu bırakır da 60 yaşından sonra hangi işte çalışmaya gider!? Biraz izan ve muhakeme sonra uygulama…Cevap: Sulhi Beyciğim olur mu hiç! Biz Türkler bırakın 60 yaşından sonrayı öldükten bile sonra çalışabiliriz. Nasıl bir intiba bırakmışsak. Ben de sizin gibiyim. Ata toprağı Bulgaristan’a hem ruh hastası miktarda belge istedikleri için hem de vize parası ayağıyla ciddi manada adam soymaya kalktıkları için gidemiyorum. *****Kimden: Ömer DağlıkocaTarih: 14 Ağustos 2010Merhaba Mutlu Hanım;Dediğinizi yapmaya karar verdim. İsveçli arkadaşlarımız bizi davet ediyorlar ama vize almayı böyle anlattığın için açıkçası reddediyorum. Daha önce eşim Araştırma görevlisi olduğu için gri pasaportla gittik. Şimdi gitmeye hiç niyetim yoktu. Davet mektubu göndermeleri, yok bordro, yok bilmem ne...Tamam dediğinizi yapmaya karar verdim, uçağa hatta ülkeye direk gideceğim ama davayı nasıl açacağım, avukatla mı uçalım? Bir de bununla ilgili açıklayıcı bir yazı bekliyoruz.Bu yazı için ellerinize sağlık, diğeri için şimdiden teşekkürler.Ömer DağlıkocaGayrimenkul Değerleme UzmanıCevap: Valla Ömer Bey, Almanya Yüksek İdare Mahkemesi Daire Başkanı Yargıç Dr. Klaus Dienelt bu aklı vermiş ama kendisi 2008’in sonunda Türklere vizenin kalkacağını da öngörmüştü. Gelin görün ki öngörüsü fos çıktı. Yani vizesiz pasaportla uçağa atlayıp gitmek sonra yapılacak olan uygulamayı kayıtlara geçirtip mahkemeye gitmenin nasıl sonuçlara yol açabileceği konusunda pek sağlam bir bilgisi ve fikri olduğundan emin değilim. Ülke güvenliğine tehdit ayaklarıyla 15 yıl hapis de yemek de mümkün. *****Kimden: İsmi bende bir Dışişleri Bakanlığında Müsteşar YardımcısıTarih: 14 Ağustos 2010Mutlu hanım merhaba,Cevabınız için teşekkürler. İnanın vize konusunda sıkıntılı hikâyelerin sonu yok ve bizim için çözümlenmesi gereken temel konu budur. Tepkilerin hepsi de haklıdır. Devlet Bakanı Egemen Bey size yapılanları özetlemiş. Bu konuda olumlu netice alana kadar pes etmeyeceğiz. Sizin yazdıklarınız de duyulan tepkiler açısından elimizi güçlendirecektir. Yunan adalarına vizesiz gidiş konusunda komşularımız da dertli. Onlar da hiç olmazsa kısa süreli vize muafiyeti sağlanması için çabaladılar ama Schengen kuralları Yunanistan'a imkân tanımamış. Yunanlılar uğraşlarını sürdürecek zira Türklerin ziyareti adaların ekonomisine büyük katkı sağlıyor. Özetle bu çağdışı uygulamaları bertaraf edebilmek için bıkmadan usanmadan gayretlerimizi sürdürmeliyiz. Saygılarımla. (Bir önceki mektubu)Tarih: 12 Ağustos 2010Sayın Tönbekici,Vize konusundaki yazılarınız için sizi aramak istedim. Santral sizin telefon numaranızı bilmediğini ifade ettiğinden size e-mali yoluyla ulaşayım dedim. Vize konusu bizim sürekli uğraştığımız ancak her zaman istediğimiz gelişmeyi sağlayamadığımız alanlardan biri. Birçok ülke ile vizeleri kaldırdık ama vatandaşlarımızın yoğun olarak gittikleri Schengen ülkelerine yönelik vize konusunda arzulanan sonuca henüz ulaşamadık. Henüz diyorum zira esas uğraşımız bu yönde. Bunu da sağlayacağız.Bu ve diğer konularda size istediğiniz bilgiyi vermeye hazırım. Saygılarımla Müsteşar YardımcısıDışişleri Bakanlığı*****Kimden: Mr ShenellTarih: 14 Ağustos 2010Mutlu Hanım, 05.08.2010 tarihli yazınıza göre 34. sınıf vatandaşken,07.08.2010 tarihli yazınıza göre 23. sınıf vatandaşlığa terfi etmişiz.2 günde bu kadar hızlı ilerlediğimize göre birkaç haftaya Kurmay Kıdemli 1. sınıf vatandaş olabiliriz.Umudunuzu kaybetmeyin. Saygılar.Cevap:  Vatandaşlık itibarı, dalgalı kur gibidir. Bir iner bir çıkar. *****Kimden: Ufuk YünlüTarih:14 Ağustos 2010Sayın Mutlu Hanim ; Bir suredir vizelerle ilgili yazdığınız yazıları ilgiyle okuyoruz. Fakat olayın bir de farklı boyutu var. Ülkemizde 80’lerde uygulanmaya başlayan ve gittikçe katılaşan hatta Afrika ülkesiymişiz gibi davranılan vize uygulaması bazı kesimlerin rant kapısıdır. Ülkemizde yılda 11 milyon Schengen vize başvurusu yapıldığını düşünürsek rantın ne boyutta olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü 5 milyon vatandaşımızın pasaport sahibi olduğu bir ülkede ( ki bir kısmi yeşil pasaportludur) 11 milyon Schengen vize başvurusu yapılması mantıkla değil ancak çıkar ilişkileriyle izah edilebilir. Bunu dememin sebebi sudur ;Schengen vizesi - Kısa süreli veriliyor ( 10 gün - 20 gün ya da 1 ay )- Tek girişli veriliyorBu yüzdendir ki insanlar senede 3-4 hatta 5 kez ayni evrakları hazırlayıp aynı vize ücretini ödeyip vize almak zorunda kalıyor. 11 milyon başvurunun ekonomik olarak maliyeti ise = 715.000.000 ( yedi yüz on beş) milyon EURO. Sadece bu rakam rantı göz önüne seriyor. Hiçbir yatırım yapmadan konsolosluklar bu parayı 1 senede bizlerden cebellezi ediyor. Şimdi SIKI durun çünkü esas bu yazdığıma bugüne kadar ne basında ne de başka yerde kimse değinmedi. VIZE ARACILIK HIZMETLERI... Evet, aracılık hizmeti adı altında son yıllarda yeni bir sektör peyda olmuş durumda. Eskiden gayri resmi bir sektördü. Konsolosluklar açığı görmüş olacak ki bu sektörün açıkta bırakılmayacak kadar karlı bir iş olduğunu fark ettiler. Şimdi birçok konsolosluk direkt başvuru kabul etmiyor. Önce konsoloslukların belirlediği kuruma gidip orada aslında sosyal hayatında hiçbir vasfı ya da özel yeteneği olmayan fakat kendini bir şey sanan çalışanlara derdinizi anlatıyorsunuz. Sonrasında istenen ücreti takdim edip evraklarınızı teslim ediyorsunuz. Ücret değişken kimi kurum 25 Euro kimisi 35 Euro alıyor. Ortalama 30 Euro diyelim. Kredi kartı geçmiyor sadece nakit yani sıcak para alınıyor. Yani her gün gelen sıcak bir para... Konsoloslukların anlaştığı firmalar şöyle ; İngiltere = WorldbridgeAlmanya-Hollanda-Belçika-Avusturya = IKSİtalya = IDATAFransa = İstanbul Vize Hizmetleri Bunlar benim bildiklerim. Bilmediklerim olabilir. İngiltere’yi dışarıda tutarak sonuca ulaşmaya çalışacağım. (Çünkü İngiltere Schengen’e dâhil değil ve en az 6 ay çok girişli vize veriyor ) Ortalama 30 Euro olan aracılık hizmetleri de dâhil edilince yukarıdaki 715 milyon euroya bir 300 milyon Euro daha ilave etmek gerekiyor. Eder size 1.015.000.000 Euro. Bitti mi? HAYIR... Peki, ne var sırada? Seyahat sigortası. Ne işe yaradığını bir türlü anlayamadığım. Yurtdışında başımıza bir şey gelse kime ulaşacağımızı dahi söylemedikleri fakat bu 11 milyon başvurunun her birinde zorunlu olarak talep edilen ve sigortanız yoksa kurumumuz yapabilir diye YARDIMCI OLUNMAYA CALISILAN! Sağlık sigortası. Sağlık sigortası her bir başvuru için talep ediliyor. Her başvuru için 25-30 Lira maliyeti olduğu düşünülürse 150 milyon Euro da bu kalemden eklemek gerekiyor. Bütün bunlar dışında bir de TICARET ODALARI SEKTORU var. Ticaret odaları faaliyet belgesi adı altında bir kâğıt veriyor ve günlük hayatta yıllardır şirketlerde çalışmama rağmen ne banka kredilerinde nede başka bir yerde bu belge hiç istenmez lazım olmaz. Değerli konsolosluklarımız bizlerden her bir başvuru için bunu da talep ediyor. Fiyatı bulundugum yerde 20 Lira büyük şehirleri bilmiyorum.11.000.000 X 20 = 220 milyon Lira yani 110 milyon Euro da Ticaret odaları kapıyor. Pazarın hacmi 1 milyar 300 milyon euroya ulaştı. Buna bazı konsoloslukların anlaşmalı fotoğrafçıları dâhil değil. Çünkü çekilen fotoğrafın nitelikleri öyle sıralanmış ki tutturmak mümkün değil. Simdi toplam 1.300.000.000 euroya ( resmi kurumlar temel alınarak çünkü hala resmi kurumlara aracılık eden gayri resmi kurumlar var çoğu faturasız çalıştığından pazar hacmini bilemiyorum ) ulasan bir pazarın kalkması demek vatandasın vizesiz seyahati değil bu kurumların hiçbir şey yapmadan kaptıkları bu paraları kaybetmeleri demek. Kimin umurunda vatandasın çektiği çile. Bazıları vizelerin kalkma olasılığını açıkça eleştiriyor. Gidecek olanlar vizesini alıversin kardeşim bu kadar insan ekmeksiz kalmasın gibi saçma söylemler kullanıyor. Elbette ekmeksiz kalmasın ama burada ekmek yiyen 3-5 insan varken asil pastayı konsolosluklar ve aracı kurum sahipleri oturuyor. Ayrıca bir kesim ekmek parası kazansın diye ben niçin tek bir seyahatim için daha yola çıkmadan 65 € + 30 € + 15 TL +30 TL = 120 € ODEMEK ZORUNDA KALAYIM KI? Vize mecburiyeti olmayan ülkelerde bu tip insanlar aç mı kalıyor. Bu sektör kapanır gider başka yerde çalışır belki insanlara yararlı olacak bir is bulur. İste isin özü budur Sayın Mutlu Hanim. Vizenin kaldırılması için öncelikle içimizdeki vizecilerin zihniyetinin değişmesi gerekiyor. Çünkü adamlar açıkça vizeler kaldırılmasın diye uğraşıyor. Çünkü bu kadar çok sıcak paranın donduğu ve sürekliliği olan bir sektör daha yok. Umarım bu dediklerimi kösenizde dile getirirsiniz.. Ufuk YUNLUSeyahat Gönüllüsü.Sevgili Mutlu,Egemen Bağış'dan vize konusuyla ilgili aldığın detaylı ve çok bilgilendirici mail için seni gerçekten çok tebrik ediyorum.Okurken gözlerime inanamadım, aynen olması gerektiği gibi ele almış, kavramış, net ve detaylı biç şekilde, hiç üşenmeden, yorulmadan anlatmış gelişmeleri. Devlet katında böyle bir davranış ve tepki inanılmaz. Hatta okudukça Mutlu en sonunda kafayı yedi ve hayali bir mektup yazdı, tiye almak için diye düşündüm, çok ciddiyim bu yazıyı yetkilileri tiye almak için yazdığını sandım. Ama okumaya devam ettikçe hiç de şaka olmadığını gördüm. Ciddiye alınmak biz T.C. vatandaşları için o kadar hayali ki..Umarım gelişmeler hakkında aynı ciddiyetle bilgilendirmeye devam ederler, yoksa korkarım, yine karanlık dehlizlerde, bir şeyler nasılsa yapılıyor diye uzar gider bu konu ve bir sonraki vukuatlara kadar yine unutulur.En içten sevgilerimi gönderiyorum,İnci ErdoğanKimden: Şükran Asilyazıcı13 ağustos 2010Merhaba Mutlu Hanım Ben Şükran Asilyazici, sizi severek ve heyecanla okurum ve takip ederim. Fakat bugünkü “Herkese yeşil pasaport verilsin” konulu yazınızda biraz size kırıldım. Ben devlete 30 yıl hizmet ettim. Devlet bana bu pasaportu hak gösterdi. Bir devlet bankasında yönetici idim. Sizin sandığınız gibi herkese bu pasaportu vermiyorlar. Bir derece ve kademe olacak. Benim çok arkadaşım var ki bu pasaportu alamadı. Derece ve kademesi yetmedi. Siz de bunu çok iyi bilirsiniz ancak bu yazıyı neden yazdınız anlamadım. Bu devletin bize verdiği bir ayrıcalık. Ne güzel zaten adamlar her an her şeyi yapacaklar, siz de böyle yazılar yazdıkça onları güçlendiriyorsunuz. Adamlar HAYIR’ a bile evet mührü bastırmışken lütfen onların payına konuşmayın Sayın Mutlu hanım sevgiyle kalınız. Şükran AsilyazıcıCevap: Sayın Şükran HanımBeni severek okuduğunuz için teşekkür ederim, umarım bundan sonra diyeceklerim sevginizi bitirmez.İki ciddi olarak karşı olduğum kavramı aynı paragraf içinde sığdırmayı başarmışsınız.Bir kere ben “yeşil pasaport sizlerden alınsı bizlere verilsin” demedim ki. Madem Schengen vizesine karşı bir şey yapılamıyor o vakit Scengen vizesini by passlamanın yolu olarak herkese verilsin dedim.Bundan niye gocundunuz? Ben söyleyeyim: Çünkü kendinizin de ifade ettiği gibi “ayrıcalıklı” olmayı bir hak görüyor ve kimseyle paylaşmak istemiyorsunuz. Bundan 300 yıl önceki aristokratlar gibi. Böyle olsa bile insan bunu söylemeye utanır. Bu tip ayrıcalıklar toplum barışına aykırıdır. Neden hepimiz aynı şartlarda olmayalım? Nedir başkalarıyla refahta eşit olmak rahatsız ediyor? Devletin bir işletmesinde çalışan bir çalışan olduğunuz için mi?“Devlete hizmet etme” de sizin kafanızda yarattığınız bir mit zaten. Hayır hanımefendi, devlete değil vatandaşa hizmet ettiniz 30 yıl boyunca! Devlete padişahlık döneminde hizmet edilir. Modern sistemlerde vatandaşa hizmet edilir. Devlet vatandaş içindir. Atatürk’ün getirdiği modern sistemde de amaç buydu başta, sınıfsız, ayrıcalıksız bir toplum yaratmak. Ama sonra birileri dayanamadı yine bir aristokrasi sınıfı yarattı: Devlet aristokrasisi. Sizinle benim aramdaki tek fark benim patronumun Aydın Doğan olması, sizinkinin devlet olması. Bu ne sizi ne görevinizi kutsal kılar. Siz de benim gibi para kazanmak, çocuğunuzu iyi şartlar içinde büyütmek için çalıştınız. Başkaca bir idealiniz yoktu. Olması da gerekmiyor zaten. Bu normal bir insan davranışıdır. Üstelik benim verdiğim vergilerle maaşınız ödeniyor. Benden niye ayrıcalıklı olmanız gerekiyor anlamış değilim. Aklıma eskilerden bir söz geldi: “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremedi”. Sizin gözünüzde bizler “halk” sizler “vatandaş” mısınız yoksa?*****Kimden: Ferhat Yurdam12 Ağustos 2010 Merhaba! Yazınızı zevkle okudum, dile getirip sesimizi yeterince yükseltemediğimiz şeyleri dile getirmeniz çok güzel. Fakat en alttaki reklam dikkatimi çekti: "Büyüğü hayal değil!" Ah şu reklamlar... :)Selamlar, sevgiler!****Kimden: Sonya ÖzbeyTarih: 12 Ağustos 2010Merhaba,Vize işkencesi konusunda yazdıklarınız ben ve benim gibi yurt dışında yüksek lisans yapan arkadaşlarım tarafından yakinen takip ediliyor. Öncelikle bu konuyu gazetedeki kösenize taşıdığınız için teşekkür ediyorum,Ben babamım isi vesilesiyle yeşil pasaport sahibiyim. Simdi "bulmuş da bunuyor" diyeceksiniz ama yeşil pasaport sahiplerinin vize almalarına gerek olmadan giriş yaptıkları ülkelerin havaalanlarında ne kadar komik durumlara düştüğünü bilemezsiniz. Bir Schengen ülkesine giriş yaparken oradaki pasaport kontrol memuruna pasaportunuzu uzattığınızda genelde şöyle bir diyalog geçiyor:- Vizen nerede?- Vizeye ihtiyacım yok. Yeşil pasaport bu, yani özel.- Niye sana "özel" bir pasaport verdiler?- Babam kamu görevlisi de, Türkiye’de öyle iste. Vatandaşların farklı renklerde pasaportları var, bu pasaportla vizeye gerek olmuyor.O anda adamın yüzündeki "sen benimle dalga mı geçiyorsun?" ifadesini burada anlatmak çok zor. Bir yanda bu kadar saçma bir uygulamanın olduğu bir ülkeden geliyor olmanın utancını yasıyorsunuz, bir yandan "acaba geçirecek mi beni?" diye orada bekliyorsunuz. Arada görevli bir yerleri arıyor, bir yerlere bakıyor ve siz kenarda sanki ülkeye kacak giriş yapmaya çalışan bir suçlu gibi bekliyorsunuz. Sırf bu durumu yasamamak için bu sene Paris'e giderken yasadığım şehir olan Chicago'daki Fransız konsolosluğuna gidip vize dilendim. Elimde gerekli tüm belgelerle randevu alıp, konsolosluğa gidip "vizeye ihtiyacım yok, ama gene de vize başvurusu yapabilir miyim?" diye sordum. Bana deli muamelesi yapıp "ihtiyacınız olmayan vizeyi size veremeyiz" dediklerinde vize başvuru paramin cebimde kalmış olmasına sevineceğime "inşallah havaalanında kacak muamelesi görmem" diye düşünüp üzülerek ayrıldım. Kısacası, yazdıklarınıza kesinlikle katılıyorum. Su yeşil, mavi, pembe pasaport saçmalığı kalksın artik. Giriş yaptığımız ülkelerdeki memurlar bu ayrımın farkında olmadıktan sonra, sizi bir saat kenarda bekletip kitap, bilgisayar karıştırdıktan sonra çok da bir anlamı kalmıyor bu ayrımın zaten. Teşekkürler,Sonya OzbeyKimden: Kemal AkışıkTarih: 12 Ağustos 2010Sizin şikâyete ne hakkiniz var ki Mutlu Hanım.Mutlu olup Suriye'ye, Tanzanya'ya filan gitsenize.Kemal*****Kimden: İlhan ZorluTarih: 12 Ağustos 2010Mutlu hanım, Yeşil pasaport konusunu neden bu kadar abartıyorsunuz ki, devlet memurları (genel olarak) aldıkları bu maaşla zaten Edirne’yi geçemez. Yeşil pasaportları olsa ne olur ki… Selamlar, saygılar. İlhan ZORLU *** Kimden: İnan OlgarTarih: 12 Ağustos 2010Merhaba Mutlu Hanım,Yazılarınızı sürekli takip ediyorum. Sizi zevkle okuyorum. Son günlerde yazdığınız pasaport vize konusunda yerden göğe kadar haklısınız. Benim düşündüklerimi yazıya dökmüşsünüz pek güzel. Yalnız şu var: Ben 6 yıllık devlet memuruyum ama yeşil pasaport alma hakkım yok. Yani zannettiğiniz gibi tüm devlet memurları ve aileleri bundan yararlanamıyor. Diğer memurları bilmiyorum ama ben bir öğretmenim ve yeşil pasaport alabilmem için en az 17- 18 sene çalışmam ve kadro derecemin yeşil pasaport alabilecek kadar düşmesi gerekiyor. Yani en az 10 yılım daha var Avrupa’ya bir nebze daha rahat seyahat edebilmek için. Ne acı! Mavi pasaportlu bir memur olarak ve 3-5 kez Avrupa’ya gitmiş biri olarak yazdığınız her türlü eziyetten ve masraftan geçmiş olarak, teşekkürler.İnan Olgar*****Kimden: Av. Hakan AkdağTarih: 12 Ağustos 2010Mutlu Hanım, Son haftada yazdığınız vize konulu birkaç yazı süperdi. İşin doğrusu ben gazetecilerin veya sizin gibi göz önünde olan insanların bu konuda pek sıkıntı çekmediğini düşünüyordum. En son İtalya bana 13 günlük vize verdi ( harcadığım 200 TL karşılığında) 120 TL vize bedeli, 60 TL IDATA şirketi koordinasyon bedeli 20 TL sigorta olmak üzere 13 günlük vize için 200 TL. Bizim dışişleri bakanlığına bilgi edinme kanunu kapsamında soru sordum. Sorum gayet basitti vize işkencesinin sona ermesi için ne gibi faaliyetleriniz veya çalışmalarınız vardır? Gelen cevap klişe: “Sorunuz mütalaa veya tavsiye niteliğinde cevap gerektirdiği için bilgi edinme kanunu kapsamında değerlendirmeye alınmamıştır” Yani bu soru başka nasıl sorulur ki? Bu konuda bilgi vermeyeceklerse ( ne bileyim geri alım anlaşmasını imzaladık veya imzalamadık, çipli pasaporta geçtik falan denmesini bekliyordum en azından) ne konuda bilgi edinilir onu bilmiyorum artık. Bir mektup da İtalya büyükelçiliğine yazdım. Kıytırık tur şirketi aracılığıyla alırsanız vizeyi 3-4 ay falan veriyorlar benim kabahatim otelimi uçağımı kendim ayarlayıp gitmek mi? Henüz İtalyanlardan cevap gelmedi geleceğini de sanmıyorum. Genelde vizesiz gidilen yerleri tercih etmekle birlikte insan Roma’yı falan da görmek istiyor haliyle. Vizesizavrupa.org diye bir sitede de işin hukuki boyutu inceleniyor ama bunun için bir ülkeye giriş yapıp dönmeyi reddetmeniz ve hukuki süreç başlatmanız falan gerekiyor. Avrupa Topluluk Adalet Divanı kararları normalde Türk Vatandaşlarını haklı buluyor ancak AB üyesi ülkeler kulaklarının üstüne yatıp dava açılmasını ve kişiye özel hak teslimini tercih ediyor. Başınızı ağrıtmayayım, biz daha çook bekleriz gibime geliyor. Balkan ülkeleri aldılar bu kolaylıkları. Benim anladığım kadarıyla AB özellikle mülteci geri alım anlaşmasını imzalamamızı istiyor. Bizim taraf da bunun maliyeye ek yük getireceğini zaten tam üyelik gerçekleşince otomatik olarak vize muafiyeti geleceğini söyleyerek işi savsaklıyor. Eğer doğruysa yazıklar olsun diyorum. Size mutlu günler diliyorum. Saygılarımla, Hakan AKDAĞ***Kimden: Bora YüceTarih: 12 Ağustos 2010Merhaba Mutlu Hanım, Pasaport vize sorunuyla ilgili yazılarınızı takip ediyorum. Yalnız son zamanlarda fark ettiğim bir durumu sizinle de paylaşmak istedim.Yurtdışında okuyan bir öğrenciyim ve Türkiye'ye bir dönüşümde fark ettim ki, bulunduğum ülkenin (İtalya) vatandaşlarının Türkiye'ye giriş yapmak için pasaporta bile ihtiyaçları yok, nüfus cüzdanlarıyla giriyorlar ve bu durum birçok AB üyesi ülke için böyle. Türkiye ile aynı gelişmişlik seviyesinde değerlendirilen Brezilya ise karşılıklılık gereği ilkesi ABD vatandaşlarından vize istiyor ve ülkeye girişte parmak izlerini alıyor. Ama tabi yazdığınız gibi kimin umurunda çektiğimiz pasaport-vize çilesi. Saygılar,Bora YüceCevap: Bana yapılan muamelenin kimseye yapılmasını istemem. İtalyan halkının suçu ne ki? Bir İspanyol öğretmen Antalya’ya tatile gelmiş, niye hayatını karartıyoruz ki bize öyle yapıyorlar diye? Karşılıklı nefret tohumu ekmek dışında bir işe yaramaz. Ayrıca bizim pasaport görevlilerimiz de maşallah az aksi değildir. **** Kimden: Pınar WalterTarih: 12 Ağustos 2010Vize konularında da haklısın benim başıma gelenler bir kitap konusu olabilir. O yüzden İngiliz pasaportunu alana kadar her vize başvurusuna ve seyahate assolist Ferdale Fistan şıklığında gittim ki başıma bir iş gelmesin...Devam et yazmaya ben de twitterda facebookta link vereceğimdir...Pınar the tired****Kimden: Nermin AcarTarih: 12 Ağustos 2010Merhaba Mutlu HanımHadi pasaport ücretini geçtim. Ama vize için özelliklede İstanbul dışında oturuyorsan ciddi masraf yapıyorsun. Peki, buna ne demeli. Ben eskiden paskalya tatili için çok ucuz ispanya tatili bulmuştum. Ama bu tatil nedense vizeye yapacağımız masraflar yüzünden suya düştü. Çünkü buradan İstanbul’a gidip gelmek bile en az 150 liraya mal oluyor. 60-70 Euro da vize... Eee? Nerede kadı bizim bulduğumuz ucuz tatil? Biliyor musunuz bizim aklı evvel gerçekten 23. sınıf insan muamelesini hak eden bazı insanlar şimdi size millet açlıktan yiyecek ekmek bulamıyor siz vizeden bahsediyorsunuz diye çıkışıyordur ama birinin bu vize olayına gerçekten ısrarla el atması lazım. Valla yazın Mutlu Hanım yazın arkanızdayım. Ama en çok kime kızılmalı biliyor musunuz? Bizi bu kötü durumdan kesinlikle kurtarmayı düşünmeyen hükümetlere. Yani teker teker tüm vizelerin kalkmasını sağlamasalar bile bizim topraklarımızda ikamet eden konsolosluklardaki görevlilerin bize iyi davranması sağlanabilir ve vize işlerinin kolaylaştırılması sağlanabilir. Aslında keşke pasaport kontrolünde uğradığınız kötü muameleyi arkadaşınız kayıt edebilseydi ve sizde insan hakları mahkemesine başvursaydınız. Bence bunu hâlâ yapabilirsiniz... Ah ne iyi olurdu bu konunun dünya basınında yazılabilmesi. İyi günler diliyorumNermin AcarCevap: Nermin Hanım. İnsan Hakları mahkemesine “iç hukuk yolları” tükenince başvuruluyor. Yani söz konusu görevliler tek tek mahkemeye verilecek, mahkemeler reddedecek, gidilecek yer kalmayacak, ondan sonra. Ama bir dahaki sefere küçük bir kamerayla gideceğim. Bu arada bu vize belası yüzünden ülkeler daha çok para kaybediyor. Bugün sözü Yücel’e bırakıyoruz..ÇEVRECİNİN DANİSKASIYücel Sönmez (yucelyus@gmail.com)Çevrecilik boştur, esas olan ‘doğacılık’Çevreciliğin nihayet artık sonuna gelmiş bulunuyoruz. Artık insanlar gezegenimizin sorunlarının çevreci zihniyetle çözülemeyeceğini net bir şekilde görüyor. Şimdi doğayı insanın da bir parçası olduğu bir bütün olarak görme zamanı. Sayın Başbakan’a, Çevre Orman Bakanı’na ve tüm çevreci şirket ve halkımıza duyurulur. Çevrecilik ve doğacılık arasındaki 10 fark:* Çevreciler çift cam takarak, bulaşıkları makinede yıkayarak, ağaç dikerek gezegenimizin kurtulacağını düşünür. Doğacılar ise bunların gezegeni kurtarmaya yetmeyeceğini, sorunun doğa dostu da olsa sürekli tüketime dayalı sistemde olduğunu söyler.* Çevreciler sadece ormanı, kumsalı temiz denizi sever, doğacılar ise ormanı, denizi, bozkırı ve çölü içinde yaşayan cümle mahlukatıyla birlikte sever. * Çevreciler ağacı üstündeki meyve, patatesi torağın dibindeki sebze olarak işine yarayan kısımlarıyla görür, doğacılar ise ağacı kökleriyle, patatesi yapraklarıyla birlikte düşünür ve görür. * Çevreciler dağcılık, doğa fotoğrafçılığı, belgesel ve altyazılı yabancı dizilerle ilgilenir, doğacılar insanın da bir parçası olduğu biyolojik çeşitlilikle.* Çevreciler doğa dostu ürünleri tüketerek mutlu olur, doğacılar ise mümkün olduğunca tüketmeyerek ya da tükettiğini yerine koyarak.* Çevreciler kutup ayısını buzun üstünde gösterir, doğacılar ise buz dağının altını gösterir. n Çevreciler evlerinde hayvan besler kapsının önüne bir kap su koyar, doğacılar hayvanların özgürlüğünü savunup onların içeceği suyu daha kaynağında düşünür ve korur.* Çevreciler karbon emisyonu, küresel ısınma diyerek sadece gökyüzüne odaklanır, doğacılar ise gökyüzünü de ısıtan yeryüzündeki insan faaliyetlerine.* Çevreciler için karbon salmadığı gerekçesiyle hidroelektrik santraller (HES) çevreci yatırımlardır. Doğacılar için ise HES, yaşamın en temel kaynağı olan suya şirketlerin el koyarak cümle yaşamı yok etmesidir. * Çevreciler için sürdürülebilirlik, koruma kollama, çevre dostu kalkınma gibi kavramlar kutsaldır, doğacılar için ise Doğa Hakları.

Devamını Oku

Başmüzakereciden Başmağdura mektup

14 Ağustos 2010

Sonunda yalvar yakar ciddiye alındım sanırım. Telefonum, dün sabah gerçekten acı acı çaldı ve karşımda Devlet Bakanı ve başmüzakereci Egemen Bağış’ın (sanırım) yardımcısı vardı. (Bakanlık için geç, benim için erken bir saatte) Dilek Hanım, Bakan Bey’in e-postasını haber veriyordu. Heyecanla bilgisayarımı açtım. Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın mektubu aynen şöyle:*****12 Ağustos 2010Sayın Mutlu Tönbekici,12 Ağustos 2010 tarihli Vatan gazetesindeki köşe yazınızda, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin vatandaşlarımızın AB ülkelerine girişte karşı karşıya kaldıkları vize uygulamasına yönelik herhangi bir girişimde bulunmadığını belirtmiş; ayrıca bir okuyucu mektubuna atıfla, “bir tır şoförünün açtığı davayı kazanmasından sonra bir AB yetkilisi: “Türk hükümetinden şu ana kadar vizelerin kaldırılması veya şartların hafifletilmesi konusunda bize bir talep gelmedi” diye bir açıklama gelmişti” şeklinde bir ifadeye yer vermişsiniz.Yazınızda yer alan hususlarla ilgili bazı açıklamalar yapma gereği duyduk. Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına uygulanan vizelerin kaldırılması yönündeki girişimlerimiz hakkında kısaca bilgi vermek isteriz: * Bir aday ülke olarak tüm vatandaşlarımıza AB ülkelerine vizesiz seyahat imkânının tanınmasına yönelik Komisyon ve üye devletler nezdinde girişimlerimiz devam etmektedir. Kasım 2009’da İstanbul’da gerçekleştirilen ve AB tarafını temsilen Dönem Başkanı İsveç’in Dışişleri Bakanı Carl Bildt, müteakip Dönem Başkanı İspanya’nın AB Devlet Sekreteri Diego Lopez Garrido ve AB Komisyonu Genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn’in katıldığı, Türkiye ile AB arasındaki en üst düzey siyasi platform olan Troyka toplantısında vizelerin serbestleştirilmesi hususu (sadece vize kolaylığı değil) resmi anlamda ilk kez gündeme getirilmiştir. * Bu yöndeki teknik hazırlıklar çerçevesinde AB’nin vizesiz seyahat bakımından diğer ülkeler için öngördüğü bazı hususların gerçekleştirilmesinde de önemli mesafeler kaydedilmiştir. Bu bakımdan özellikle biyometrik pasaportların vatandaşlarımıza dağıtılmasına 1 Haziran 2010 tarihi itibariyle başlanmış; entegre sınır yönetimi sisteminin kurulmasına yönelik teknik hazırlıklarda önemli bir aşamaya ulaşılmış; AB ile Geri Kabul Anlaşması müzakereleri de tamamlanma noktasına gelmiştir. Yıllarca tartışma konusu olan külfet paylaşımına AB tarafının razı edilmesiyle Geri Kabul Anlaşmasında nihai aşamaya ulaştığımızı da not etmek isteriz. * Ayrıca, Avrupa Komisyonu yetkilileri ile ilgili kamu kurumları yetkilileri arasında vizelerin serbestleştirilmesi sürecindeki çalışmaların ele alındığı bir toplantıgeçtiğimiz haftalarda Ankara’da gerçekleştirilmiştir. * Okuyucu mektubunda bahsi geçen dava, Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından 19 Şubat 2009 tarihinde karara bağlanan Soysal davasıdır ve belli kategorilere dâhil Türk vatandaşlarına belli üye devletlere girişte vize uygulamasının hukuka aykırılığını tespit etmektedir. Başta Dışişleri Bakanlığımız ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği olmak üzere tüm ilgili kamu kurum ve kuruluşlarımız görev ve yetki alanları çerçevesinde bu kararın gerektiği gibi uygulanmasına ve kapsam dâhilindeki vatandaşlarımızın AB üyesi ülkelere vizesiz seyahatine yönelik girişimlerini her türlü siyasi ve diplomatik platformda devam ettirmektedir. Bu doğrultudaki girişimlerimizin bir sonucu olarak ilgili yargı kararının uygulanmasına yönelik Rehber İlkeler, Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilerek Ekim 2009’da yayımlanmış ve üye ülkelere uygulanmak üzere gönderilmiştir. Uygulamada yaşanabilecek sıkıntıları da yakından takip etmekteyiz. * Bu noktada bir tarihi gerçeği de vurgulamak isterim. AB ülkeleri Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamalarını 1980 darbesi sonrasında başlatmışlardır. Türkiye’deki askeri yönetim ülke dışına çıkışları kontrol amacıyla bu uygulamayı desteklemiştir. Bu tarihi gerçek bile başlı başına 12 Eylül Anayasasını ve o dönemin zihniyetini neden bir an önce değiştirmemiz gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.Sevgili Mutlu,Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için AB’ye vizelerin kaldırılması için yakın Cumhuriyet tarihinde hiçbir Hükümet döneminde olmadığı kadar çaba sarf ediyoruz. Hükümetimizce yapılan çalışmaların vatandaşlarımıza ve kamuoyuna daha iyi iletilmesi gerektiği anlaşılıyor. Size iletmiş olduğumuz yukarıdaki bilgileri okuyucularınızla paylaşmanız ümidiyle, çalışmalarınızda başarılar dileriz.Selamlar,Egemen BağışDevlet Bakanı ve Başmüzakereci****Önce aralara gireyim dedim ama bakan beyin sözünü kesmek olmaz deyip bekledim. 1- Hadisenin ne kadar trajik olduğunu fark ettiniz mi?Türkiye Cumhuriyeti Kurumları, vizelerin konulduğu 80’li yıllardan beri HİÇBİR şey yapmamış! Kimsenin aklına itiraz etmek, “beyler, hanımlar ayıp olmuyor mu? İyice abarttınız ama..” demek gelmemiş. Üstelik Türk Vatandaşlarına uygulanan Schengen vizesi AB anlaşmalarına da aykırı olduğu halde. Türk Vatandaşları 1972’de imzalanan Katma Protokol ile serbest dolaşım hakkını elde etmiş durumda. Schengen anlaşması, Ankara Antlaşması karşısında hükümsüz. Türk Vatandaşlarına Schengen vize uygulaması anlaşmalara AY-KI-RI-DIR. (Alman Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı Dr. Klaus Dienelt şöyle açıklıyor durumu: “Avrupa'da normlar hiyerarşisinde Avrupa Birliği'ni kuran sözleşmeler ışığında uluslararası anlaşmalar ve bunların ekleri birincil hukuk kaynaklarını oluşturur. Bu anlamda Türkiye'yle imzalanan Ankara Antlaşması ve Katma Protokol doğrudan uygulanması gereken birincil hukuk kaynaklarıdır. Bu hukuk kaynaklarında eski hakların korunması, yani stand-still hükmü vardır. Bu hükme göre bu anlaşmaların yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Türk vatandaşlarına seyahat ve hizmet sunma ve yerleşme konusunda yeni kısıtlamalar getirilemez. Hizmet sunanlar, sporcular, sanatçılar, bilim adamları AB'ye vizesiz girip çıkabilme hakkına sahiptirler. Hizmet sunanlar gibi hizmet alanlar da bu kapsamdadır. Burada hizmet alanlara örnek; turistler, hastalar ve öğrencilerdir. Bu hizmet almanın muhakkak bir bedel karşılığı olması gerekir. Turist kendi ülkesinde oturan ve belli bir zaman diliminde yurtdışına çıkan ve geri dönen kişidir. Şu anda yürürlükte Avrupa vize yönetmeliği ve Schengen müktesebatı var. Bu nedenle AB sınırlarından girecek olan her kişinin vize alması gerekiyor. Gerek vize yönetmeliği, gerekse Schengen Antlaşması AB'nin uluslararası anlaşmalarına nazaran ikincil niteliktedir. Sonuçta bunların Ankara Antlaşması ve Katma Protokol karşısında bir hükmü yoktur. Bu hükümsüzlük Avrupa Adalet Divanı kararlarıyla da tescil edildi. Ama ülkeler siyasi nedenlerle bu hukuki sonucu görmezden geliyorlar. Sorun buradan çıkıyor.”)Ama işte bunu, dünya üzerinde herhalde sadece üç beş kişi biliyor. Yaşı 30’un altındakiler bilmez bile bir zamanlar elimizi kollumuzu sallaya sallaya Avrupa’ya gidebildiğimizi..Egemen Bağış üstüne basa basa “ilk defa bir girişimde bulunuluyor” diyor. Öyle diyorsa öyledir. Darbe yönetiminin, yani Kenan Evren diktatörlüğünün bize bir hediyesi olan VİZE (solcular sağcılar yurtdışına kaçamasın da kendileri rahat rahat süründürsün, assın, kessin diye darbe hükümeti Avrupa ülkelerinin Türk vatandaşlarına vize koymasını teşvik etmiş, desteklemiş ve hatta bilhassa istemiş) bir Allah kelamı gibi kabul edilmiş ve 30 yıl boyunca kimsenin aklına ilişmek gelmemiş. 2- Ancak ilişince de bir şey olmuyor görüldüğü gibi. Bir metinde çok fazla “Çalışmalar/görüşmeler/girişimler devam ediyor, sıkıntılar dikkatle izleniyor..” kelimeleri varsa sıkıntı var demektir. Görüşülmüş de ne denmiş? TC ne önermiş, AB ne cevap vermiş? “Kusura bakmayın, böyle devam edecek” mi demişler yoksa “evet biz de suyunu çıkarttık hakikaten, bundan sonra 25 değil de 24 belge isteyeceğiz” mi denmiş? Veya “hiç olmazsa ABD gibi yapalım. Verince 5-10 yıllık, çok girişli vize verelim” mi demişler. (Buna bile razıyız bu arada)Türk vatandaşı TIR şoförlerinin durumu konusu da hiç anlaşılmıyor. Tamam karar uygulansın diye uğraşmışınız, iyi güzel, okurum beni yanıltmış, ama Türk vatandaşı TIR şoförleri artık rahat rahat girip çıkabiliyor mu AB ülkelerine ben anlamadım. Aynı şekilde sanatçılar, sporcular, bilim adamları için tanınan ayrıcalıklar da uygulanacak mı? Bir yazıdan hiçbir kesin bilgi elde edemiyorsan bunun iki nedeni vardır: Ya daha hiçbir şeye başlanmamıştır ya da hiçbir sonuç alınmamıştır ve alınacağı da şüphelidir. Diplomatik dilin tercümesini yapayım ben size: Ne kestin? Koç. Ne yedin? Hiç.Egemen Bağış’a değil lafım. Yıllarca yurtdışında yaşamış bir kişi. Vize, pasaport, aşağılanma sıkıntılarını eminim defalarca yaşamıştır. Çabalarında içten olduğuna eminim. Ayrıca öğrendim ki bırak yeşil pasaportu, kırmızı (diplomatik) pasaporta bile vize isteyen bir dolu ülke var. Ha kırmızı pasaporta vize verirken de pasaport sahibinin iç çamaşırının rengine ve desenine kadar sorgu sual ediyorlar, 25 adet belge, kayıt, kuyut istiyorlar mı bilemem. Vizeden vizeye de fark var. ***Bakın mesele sadece vize uygulaması değil. Almanya’dan vize alabilmek için topladığım bin tane kağıttan amade (ki bunlara maaş bordrom zaten dahil) bir de şu dilrkçeyi de yazıp işyerimde imza sirkülerinde imzası olan bir yetkiliye imzalatmam gerekiyor:ALMANYA BAŞKONSOLOSLUĞU 23.06.2010VİZE BÖLÜMÜİSTANBUL ŞİRKETİMİZ …. SERVİSİNDE … GÖREVİNDE ÇALIŞAN SN. ….’İN ÜLKENİZDE YERLEŞİK …. GMBH FİRMASIYLA …-.. TARİHLERİ ARASINDA YAPACAĞI İŞ SEYAHATLERİ İÇİN KENDİLERİNE GEREKLİ OLAN VİZENİN VERİLMESİNİ RİCA EDERİZ. KENDİLERİNİN SCHENGEN ÜLKELERİNE YAPACAKLARI SEYAHATLERDE TÜM MASRAFLARI ŞİRKETİMİZ TARAFINDAN DERHAL KARŞILANACAKTIR. AYRICA VİZE BİTİMİNDEN ÖNCE SCHENGEN ÜLKELERİNİ TERK EDİP TÜRKİYE’YE GERİ DÖNECEĞİNİ GARANTİ VE TAAHHÜT EDERİZ. SAYGILARIMIZLA..Bu ne şimdi? Sanki lise çocuğuymuşuz gibi. "Gece eve dönecek annesi hiç merak etmeyin".. 35 adet ahret kağıdını toplamak değil belki ama... Ben bu yazıyı amirime imzalatmaktan utanıyorum doğrusu. DERHAL, HEMEN, KATİYETLE... DÖNECEK.. DÖNMEZSE GİDER KULAKLARINDAN TUTTUĞUM GİBİ GERİ GETİRİRİM.. OLMADI BENİ MAHKEMEYE VERİN..Sanki bunun uyduruğunu yapamam. Antetli kağıt sanki Hint kumaşı. Bir saatte Beyaz Saray Obama antetli kağıdı bile yapılır. ne olacak... Hayır illa da aşağılayacak aynı zamanda. Benim içimden ise şöyle bir dilekçe yazmak geliyor:****… Konsolosluğunda her kim çok meraklıysa bu zırva dilekçelere;Mutlu Tönbekici, gazetemizin 6. sayfa gülüdür. Ivır zıvırdan vize meselesine kadar geniş bir konu spektrumu vardır. Alt tarafı da üst tarafı da bir basın davetine icabet edecektir. (Veya sevgilisiyle romans yaşayacaktır. Ne bilelim biz..) Kendisine, bu aptal dilekçeyi okuyacak olan lise (veya altı) mezunu vize memurunun en az 3 katı, pasaportuna bakacak olan ilkokul mezunu gümrük görevlisinin en az 5 katı kadar maaş verdiğimiz için, masraflarını rahat rahat karşılayabilir. Buna da artık karışmayalım müsaadenizle. Tutumludur ama gerektiğinde güzel de harcar. Senin huzur evine dönmüş sümüklü ülkende kalmak isteyeceğini hiiiç sanmıyoruz. Dünyada ülkenizden bin kat heyecanlı, bin kat güzel, ilham verici yüzlerce ülke var. Böyle bir hıyarlık yapmayacak kadar zeki ve hayat doludur. Hani kalsa ülkenizde, size bayağı bir faydası dokunacaktır, üzerinizdeki ölü toprağını atar biraz ama bunun için çok sıkı yalvarmanız gerekir. Şartları sizi bir hayli zorlayabilir. Kendinizi çok bir halt sanmayın da vize adını verdiğiniz kağıt parçasını verin rica edeceğim. Bu arada vizeyi on yıllık vermezseniz kan çıkar haberiniz olsun. Vize esnaflığının da bir edebi var. İyice ticarete döktünüz bu işi haberiniz olsun. Beş - on yıllık vizeleriniz de var. İnkar etmeyin hiç. Verebildiğinizi biliyoruz. Yok 5 günlük verecekseniz hiç zahmet etmeyin. VERMEYİN VİZE MİZE! Pasaportumu kirletmeyin hiç. Sayfa ziyanlığından başka bir şey değil. Haydar HiçhırgalamazThe müdür***Nasıl? Güzel değil mi? (Bu arada Alman Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı Dr. Klaus şunu öneriyor: “Burada yapılması gereken AB'ye üye devletlerin dış temsilciliklerinden birisine başvurarak vizesiz girme isteminde bulunmaktır. Buna büyük bir ihtimalle cevap verilmeyecektir. İkinci iş uçağa binip o ülkeye gitmek istemektir. Bu kişi büyük bir ihtimalle uçağa alınmayacaktır. O zaman ilgili devlete o ülkenin Dışişleri Bakanlığı kanalıyla dava açmak ve durumun tespitini isteyerek hak aramaktır. Söz gelimi Almanya için Berlin'de bir dava açılır. Reddedilse bile üst mahkemeye gidilirse sonuç almak mümkün olacaktır.”Var mı göze alan?

Devamını Oku

Vize konusu lacivert pasaportlunun derdidir, bizi ırgalamaz

11 Ağustos 2010

Devlet böyle diyor anladığım kadarıyla. O kadar yazdım çizdim.. Dev bir sessizlik. Neden benim de bir sakalım yok? Neden benim de bir takım yerlerle derin bağlantılarım yok? Neden sabahın erken saatlerinde telefonum bir kezcik bile ACI ACI çalmaz ve karşımda Dışişleri Bakanını, olmadı müsteşarını, olmadı müsteşar yardımcısını, olmadı müsteşar yardımcısının özel kalemini, o da olmadı özel kalemin genel yardımcısını, olmadı bakanlığın santral memuresini, o olmadı çaycısını, o da olmadı temizlik görevlisini, hiç biri yoksa bekçisini veya otoparkçısını, değnekçisini..BULAMAM? Devletin yapıp yapabildiği kendi memuruna bol keseden yeşil pasaport dağıtmak. Lacivert pasaportlular itilip kakılmaya devam etsin. Madem bu kadar etkisiz bir devletimiz var, madem vize koşulları giderek ağırlaştığı halde sesini çıkaramıyor, sadece kendi memurunu kollayabiliyor o zaman şunu öneriyorum: Herkese yeşil pasaport verilsin! Tamam yeşillerden de vize isteyen ülkeler var ama olsun. Vize isteyen 134 değil de 50 ülke kalsın geriye.. (Gerçi listeye bakınca yeşil pasaport da o kadar şahane değilmiş. Eskisi kadar ciddiye alınmıyor devlet memurları da..)Niye devlet memurlarına (ve ailelerine) “yeşil” pasaport veriliyor onu da anlamış değilim ama hadi var böyle bir “vatandaş” “halk” ayrımı, ve hadi diyelim ki bir takım ülkeler de devlet memuru statüsünü ciddiye alıyor..E tamam o zaman: HEPİMİZ YEŞİLLENELİM! Bize her tür eziyeti yapan AB ülkelerine karşı böyle bir oyun oynayalım. Öyle olmuyorsa buyur böyle olsun!Yasal değilmiş bana ne. Sanki devlet yasalara çok takıyor da.. Bu ülkede en çok yasaları çiğneyen bizzat devletin kendisidir.Google yasağının yasal dayanağı yok ama yasak hala devam ediyor. SİT alanı diye vatandaş tek bir çivi için izin almak zorundadır, devletin bir kurumu gelip öküz gibi bir binayı rahat rahat diker. Yerel mimari, yerel tat, yerel doku vız gelir tırıs gider Devlet babamıza. Yasağı da o koyar yasağı da o deler. Kimse de laf edemez. Dağıtsın yeşil pasaportları kimse ses çıkartıyor mu.. ***“Mutlu Hanım; vize parasından daha acısı ne biliyor musunuz? Bunlar yetmezmiş gibi bunları şikayet edebileceğiniz devletimizin de vatandaşı soyması. Dünyanın en pahalı pasaportu bizde, yurt dışı çıkış harcı sadece bizde. Ben bir vatandaş olarak Dışişlerinin vizelerin kaldırılması veya şartlarının hafifletilmesi veya vize parasının kaldırılması konusunda bir çalışma yaptığına inanmıyorum. Suriye ve Rusya ile sınırlı kalacaktır. Bir tır şoförünün açtığı davayı kazanmasından sonra bir AB yetkilisi: “Türk hükümetinden şu ana kadar vizelerin kaldırılması veya şartların hafifletilmesi konusunda bize bir talep gelmedi” diye bir açıklama gelmişti.”Diyor okurum Orhan E.Doğru diyor. Pasaport har(a)çları düşürüldü ama hala dünyanın en pahalı pasaportu (sanki çok değerliymiş gibi) bize kakalanıyor. (Bari adam gibi bir malzemeden olsa. Utanç verici bir plastik kapak!?!) Bakın www.seyahatozgurlugu.com sitesinde bu konu enine boyuna inceleniyor. (Onur İnal’a teşekkürler) 10 yıllık pasaporta Türk vatandaşları 333 dolar ödemek zorunda. Bize en yakın Lübnan: 200 dolar. Bir ABD vatandaşı 97 dolara hallediyor işini. Bir Alman ise 86 dolara. Yunan vatandaşı 65 dolar ödüyor, bir İtalyan ise sadece 55 dolar. Devleti tarafından en zengin biz farz edilmişiz. Özetle: Gelen vurur, giden vurur. Yol yolabildiğin kadar.

Devamını Oku

Boşa geçen yaz tatilleri

10 Ağustos 2010

Bu sabah onu düşündüm. Tamam imkanlar da fazla değildi (hatta kendi adıma söyleyeyim hiç yoktu) ama yine de yaz tatillerimi bu kadar ziyan etmeyebilirdim.Mesela “on parmak yazı yazmayı” bir yaz tatilimde rahatlıkla öğrenebilirmişim.Evet itiraf com tere, on parmak yazı yazmasını bilmiyorum! 17 yıldır aralıksız bilgisayar başındayım ve on parmak bilmiyorum. Üç dört (hadi 5 olsun) parmakla klavyeye baka baka yazıyorum. Sanmayın ki tekim. Bizim meslekte çoğunluk bilmez on parmak. (Bırak on parmağı, daktilo veya bilgisayarla BİLE yazamayan var..) Basın yayından mezun olanların bir bölümü bilir sadece on parmak yazmayı. Yıllardır önemsemediğim bir husustu. On parmak bilmemek ayıp kabul edilmez zira bizde. Yazıyorum işte, bol bol “tape” (daktilo) hatası yapsam da.. Fakat bu on parmak bilmeme meselesi bu günlerde kafama dank etti. Amerikalı bir arkadaşımız 1 aydır bizde kalıyor. Her gün maillerine bakıyor, cevap veriyor. Tıkır tıkır on parmak yazıyor. Dedim, işi temel olarak yazı yazmak değil ama on parmak biliyor misler gibi. Lise de mi ne öğretmişler. Nick’i öyle, hiç klavyeye bakmadan yazı yazdığını gördükçe hem ona hayran kalıyorum hem de utanıyorum kendimden. (On parmak bilmediğimi öğrenince nasıl şaşırdığını hele hiç anlatmayayım. “Gazetecisin ve bilmiyor musun on parmak?”) Üstüne bir de benim laptop iflas etmesin mi? Bildiğiniz gibi zaten bir yıldır mızırdanıp duruyordu. Ha bire tamire götürüyordum.. Bir öğlen, hiç açılmayarak ölümünü ilan etti. Ne yaptıysam fayda etmedi. Ne yaptım? Gittim en yakın tekno bakkalından yeni (ve bu sefer ucuz) bir bilgisayar (bundan sonra BS diye anılacak) aldım.Yeni BS bittabi Q klavye. Ama bizim meslekte kullanılan BS’ler F klavyedir. Biz gazeteciler, noterler, mahkeme zabitleri ve sekreterler dışında kimsenin kullanmadığı (halbuki Türkçe metinleri hızlı yazabilmek için özel olarak geliştirilmiş bir tuş dizilimidir) bir klavyedir F. Masa üstü BS döneminde kolaydı. BS’ye bir F klavye takıyordun oluyor bitiyordu. Ama diz üstü BS’de öyle olmuyor. Ya servise götürüp harflerin yerini değiştireceksin veya üzerine stikır yapıştıracaksın. (Stikır’ın adı da bir zamanlar “çıkartma” idi. Hatırlayan var mı?) Özetle F klavyede direnirsen yeni BS’ını anında rezil bir halde sokmak mecburiyetindesindir çünkü ne o çıkartmalar güzel durur ne yeri değişmiş tuşlar. Yamuk yumuk bir şey oluverir. Dedim ki kendi kendime “Mutlu vazgeç F klavyeden! Direnme. F klavyede çok hızlı olabilirsin ama sonuçta on parmak yazamıyorsun. Yine klavyeye baka baka yazıyorsun. Geç Q klavyeye, bu arada on parmak da öğren”.Araştırdım internetten on line on parmak öğreten siteler var. Başladım öğrenmeye. Ah be gülüm! Bunun 15 yaşında öğrenilmesi lazımmış. O boşşşşşşşşşşş vakitlerin sonsuz olduğu yıllarda. Ne yapacağını bilmediğin koca yaz tatillerinde. Yazımı on parmak başlıyor, teslim vakti yaklaşınca iki parmağa geçiveriyorum. Üstelik 17 yıldır F klavyede yazmış biri olarak beynim nasıl zorlanıyor mesela bir yumuşak g’yi bulana kadar anlatamam. Hangi klavye tipinde yazarsam yazayım, on parmak bilseydim eğer, sistemi bildiğim klavyeye dönüştürür, hiç klavyeye bakmadan tıkır tıkır yazabilirdim. İsterse üzerinde Çin alfabesi olsun. Hiç öğrenmedim değil. Harflerin yeri yerleşti beynimde ama yavaşım. Bir yazlık inatmış aslında. Bir yaz tatilinde öğrenilecek bir şeymiş. O yazlar ne kadar boş geçmiş ya Rabbim.. Ne kadar harcamışız bozuk para gibi.. Gençler on parmak öğrenin! Bir sürü site öğretiyor bedavaya. Vallahi çok işinize yarayacak. Zor değil. Biraz çalışmaya bakıyor. Üstelik çok havalı olursunuz. (Cool yani.) Dış dünyada da rezil olmazsınız benim gibi..Ah ulen. Bu kafayla yeniden o yaz tatillerine gitmeyi ne isterdim.. Ah ah..

Devamını Oku

Yeşillenelim

8 Ağustos 2010

Bundan sonra haftada bir gün buradan “havadan, sudan” konuşacağız. Nasıl NTV’nin bir “Yeşil Ekranı” var benim köşemde de bir “yeşil kutu” olacak. Fakat bu yeşil köşeleri ben yazmayacağım. Doğa Derneği Kurumsal İletişim Koordinatörü Yücel Sönmez yazacak. Yücel benim arkadaşım. Şıkır şıkır plazalarda, güzel bir maaşla, milletin CV’sine yazmak için can attığı havalı bir PR şirketinde çalışırken “Ben ne yapıyorum yav? Bu benim inandığım bir şey değil. Ben dağların, denizlerin adamıyım” deyip bir gün istifa etti. Ve sonra, Doğa Derneği’nde Güven Eken’le beraber çalışmaya başladı. O gündür bugündür de mutlu. En azından yaptığı iş açısından. Bundan böyle pazartesileri buranın bir bölümü Yücel’in olacak.. Biraz biz de yeşillenelim..*****ÇEVRECİNİN DANİSKASI Üzerinde kafa yormamız gereken çok konu var.Doğa dediğimiz şey nedir? Sadece orman, dağ ve deniz mi? Milyarlarca yıldır akarsular denize gerçekten boşa mı akıyor? Neden her 13 dakikada bir, bir canlının nesli yok oluyor? Dünyanın dörtte üçü denizken neden susuzluk yaşıyoruz? Bozırlar hakikaten boş mu? Buğdayın, arpanın, koyunun anavatanı bozkırlar, insanlık için hiç bir önem taşımıyor mu? Doğayı yok ederken tam olarak neyi yok ediyoruz? Yeşil manzarayı mı, yoksa kendi yaşam kaynaklarımızı mı? Neden daha çok hastalanıyoruz? Dünyanın asıl sorunu nüfus artışı mı, yoksa yaşam biçimimiz mi? Tuz Gölü’nü kurtarmak kaç yılda mümkün? Her yeri yeşillendirsek geleceğimizi de korumuş, kurtarmış olur muyuz? Ekonominin gidişatı ile doğa arasında bir bağ var mı? Yoksulluğun asıl nedeni işsizlik midir yoksa hızla tüketilen doğanın giderek düşen verimliliği midir? Doğaya zarar vermeden sürdürülebilir ekonomi ve kalkınma mümkün müdür?Bizi yönetecekleri seçiyoruz ama yöneticiye hangi hakları devretmiş oluyoruz? Oy vererek hükümeti ve meclisi onlara devrediyoruz ama sularılarımızı, havamızı, ormanlarımızı, dağlarımızı da onlara mı veriyoruz? Milyonlarca yılda oluşmuş bir sistemi tanımadan onun üzerinde nasıl hüküm sürebiliyoruz? Bir yönetici, isterse bir nehri, bir denizi, bir gölü, bir ormanı, bir dağı yok edebilir mi?Doğaya yapılan haksızlıkları ortadan kaldırmadan, kadınlara, çocuklara ve nihayetinde tüm insanlara yapılan haksızlıkları ortadan kaldırabilir miyiz?Çevrecilik ne kadar tutarlı bir hareket? İçi boş bir oyun olabilir mi?Üzerinde ayrı ayrı düşünülmesi gereken bu sorulara günümüzde yaşanan pratik örnekleriyle bu köşeden yanıtlamaya çalışacağız. Satılmış suyun hesabı olmaz tabii Çok değil bundan iki hafta önce Birleşmiş Milletler tarihi bir karara imza attı. 28 Temmuz 2010 tarihinde bir araya gelen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 124 kabul oyuna karşılık 42 çekimser oyla suyun temel bir insanlık hakkı olduğu kabul edildi. Böylece su, tüm insan haklarının temel bir parçası ilan edildi.Gelin görün ki bu tarihi kararda Türkiye, suyun dünyada ticarileşmesinde önemli bir rol oynayan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerle birlikte çekimser oy kullandı. İnsan hakları ve demokrasiden sıkça söz ettiğimiz bugünlerde en temel insan hakkı olan suya erişim hakkı konusunda Türkiye adına çekimser oy kullanan yöneticilerimizin bu kararın nedenlerini bize açıklaması gerekmiyor mu sizce de? Maalesef kimse neden böyle bir karar alındığını açıklama gereğini duymuyor. Bu ülkenin insanlarının demokrasiye, çağdaş bir anayasaya ihtiyacı olduğunu (ki kesinlikle doğrudur) kürsülerden bağıran yöneticiler bu ülkenin vatandaşlarının temiz içme suyuna erişim hakkının neden OLMADIĞINI da açıklamalılar.Ancak maalesef bu mümkün değil. Açıklayamazlar...Çünkü Çevre ve Orman Bakanlığı tüm derelerimizi, sularımızı ne yazık ki özel sektöre satmış bulunuyor. Artık millete ait olmayan bir suyun garantisini de doğal olarak kimse veremez.Parasının değeri yurtdışındaki merkez bankalarına bağlı, kanunlarını AB’den alan, tohumlarını İsrail ve Amerika’dan tedarik eden Türkiye’nin enerji konusuna gelince yerli malı psikozuna girip yaşamın temel kaynağı olan tüm sularını enerjide bağımsızlık sloganıyla satıyor olması sizce de garip değil mi?

Devamını Oku

İstanbul’umdan plaj manzaraları

8 Ağustos 2010

Eskiden kirlilik yüzünden denize girmek çılgınlıktı şimdi ise çılgınca bir hücum var. Kimse “Bu Marmara Denizi ne zaman temizlendi yav?” diye sormuyor, meşrebine ve cüzdanına göre bir yerlerden denize giriyor. Kültür Başkentimiz bir plajlar kentine dönüşmek üzere! 5 yıl önce “40 yıl sonra yeniden” sloganıyla Caddebostan Plajı açıldı, bu yıl da bir zamanların efsane plajı “Florya Güneş” Plajı! “Halk” mutlu, “Vatandaş” memnun, deniz karışık...Halk plajlara akın etti, vatandaş denize başka yerden giriyorLafın esası şu: “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor!”1950’lerin sıcak yaz günlerinde, milletin Sirkeci’den kalkan banliyö trenine doluşup büyük kalabalıklar halinde Florya plajlarına gelmesi üzerine, o dönem İstanbul’un hem valisi hem belediye başkanı olan Fahrettin Kerim Gökay’ın ettiği söylenilen bir lafıdır. (Cumhuriyet Gazetesinin başlığıydı diyenler de var...)Cumhuriyet elitlerinin halka bakışını mükemmelen özetler. Vali sözü veya gazete manşeti, o gün milletimiz “halk” ve “vatandaş”ın ayrı kitleler olduğunu öğrendi. “Vatandaş” yüzü batıya dönük, Avrupai, okumuş, işi gücü olan, geliri ortanın üzerinde ve birkaç göbektir İstanbullu olan kişilerdi; “halk” ise bunun tam tersi olanlar: Yüzü doğuya dönük, okumamış, mesleksiz, işi bir gün var bir gün yok, fakir veya fakire yakın ama en önemlisi “Anadolulu...” Yıl 2010. Değişen bir şey var mı? Ayrımda yok. Bu günlerin deyimlerine çevirecek olursak: “Beyaz Türk”e karşı “Göbeğini Kaşıyan Adam.” 60 yıl öncesi daha mı kibarmış yoksa daha mı acımasızmış karar veremedim. Şimdi hiç olmazsa kimse vatandaş dışılıktan söz etmiyor.Geçen hafta, söz konusu “halk tarafından akına uğrayıp vatandaşın giremediği” Florya plajlarındaydık. “Halk” bildiğin “göbeğini kaşıyan adam”, fakat “vatandaş” artık eski “mağdur” vatandaş değil. Halk, Menekşe olsun Küçükçekmece olsun, Çiroz ve Tuzla olsun bedava (ve pis) plajlardan girerken, vatandaş İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, sezon başında düzenleyip açtığı paralı (15 TL) ama temiz Güneş Plajı’ndan ve ayrıca Kilyos’taki, Rumelifeneri’ndeki bilumum girişi 20 TL “biiiç”lerden, en vatandaşlar ise bittabi kotralarına atlayıp Poyrazköy açıklarından giriyor.2010, çok şükür herkes yerini biliyor... “Vatandaş” yine rahatsız ayrı...Büyükçekmece PlajıYosun içinde yüzebilmekEn cana yakın sayfiye esasen Büyükçekmece. Yolun altı plaj, üstü çeşit çeşit kafe, restoran, bahçe. Denize bakan binalar ve yollar düzgün. Fakat şimdiye kadar hayatımda gördüğüm en bulanık, en yosunlu, açıkçası en iğrenç denizdi. Çakma Eda Taşpınar fotoları uğruna ayağımı soktum ama normal şartlar altında öldür Allah girmem. O güne has bir durum muydu bilmiyorum (muhtemelen) fakat şaşırtıcı olan insanımızın kendine o pis denizi layık bulması, hiç gocunmaması... Gelmiş, girecek. Çok az ilerisi nispeten daha temiz, daha az bulanık ve daha az çöplü. Ama hayır! Yürümüyor. Oradan giriyor. Denizden yeşiller içinde bir uzaylı gibi çıkıyor, torbaların arasında yüzüyor ama az ileriye yürümüyor. Fotoğrafçı arkadaşım Gamze ile şunu düşündük: “Bütün mesele bu mu acaba? Kendine layık görebilmek veya görememek.” (Plaj felsefesi no:4) Demografi: Her kesimden. Açık beyaz Türkler, kara ama ehlileşmiş Türkler, yalnız açık orta yaşlı kadınlar, kuma gömülüp bırakılmış kapalı yaşlı kadınlar (ölecekler yav!) grup gençler, genç kız ikilileri... Bikini yaygın, bakışlar mütecaviz değil.* Yeme içme: 2 tost, 1 ayran, 1 çay, 2 su: 11 TL. Fakat sahil boyunca her zevke uygun yer mevcut.* Aktivite: Gezici dövmeciye geçici kına dövmesi yaptırmak. * Alışveriş: Tokyo, şort, deniz gözlüğü hepsi 3’er lira. * Can kurtaran: Görmedik.* Duş: Görmedik. * Yüzme bilme oranı: Yüzde 30* İnternet: Kimi kafelerde.Menekşe PlajıÖz hakiki halk buradaTabelada şu yazıyor: “İç çamaşırı ve elbiseyle denize girmek yasaktır.” Kadıncağız ne yapmış? Tişort giymiş, şort giymiş üzerine de bir güzel mayosunu geçirmiş. İtirazı olan? Mersi.Nasıl yorumlamak lazım bilemedim. Başı açık ama çıplak da olmak istemiyor. * Duş, WC, soyunma kabini: 50 kuruş* Can kurtaran: Kimi denizdeki botlarda olmak üzere en az on kişilik bir ekip vızır vızır çalışıyor.* Yeme içme: Evden ne getirirsen. Ekseri mangal. * Aktivite: Dipten kum çıkarıp birbirine atmak. Yüzmeyip denizde yürümek. Mangal yellemek. Kızların bacaklara dikiz atmak. Tuvalet duş kuyruğunda beklemek.* Giyim kuşam: Yetişkin kadınlarda bikini/mayo az. Deniz kıyafetini genç kızlar ve kız çocukları giyiyor sadece. Fakat içte bikini/mayo olsa da üstte illa ki şort olacak, denize falan şortla girilecek. Haşema yaygın değilse de hiç yok değil. (Kovboy şapkalısı en şahanesiydi.) Gerisi çarşaftan başlıyor, manto, türban, uzun kollu tişört ve şort tişört üzeri mayoya kadar gidiyor. * Yüzme bilme oranı: Yüzde 5* İnternet: Yok artık!İstanbul ve çevresindeki plajlar* Güneş Plajı: Florya sahili* Çiroz Halk Plajı: Yeşilköy sahili * Caddebostan Plajı: Caddebostan sahili* Poyrazköy Plajı: Poyrazköy sahili* Adalar: Büyük Ada’da ve Kınalı Ada’da plaj bulabilirsiniz.* Altınkum Kadınlar Plajı: Sarıyer sahili* Kilyos Plajı: Kilyos sahili* Küçüksu Plajı* Ağva Halk Plajı * Menekşe sahili, Bakırköy* Dodo Beach: Tuzla sahili * Büyükçekmece sahili* Karacaköy Yalıköy PlajıTürk’ün akıllara durgunluk veren mangal tutkusuMenekşe Plajı’nda olsun, Florya Parkı’nda olsun yurdum insanı bol bol mangal keyfi yapmakta. Bu noktada Mine Kırıkkanat’ı (sitayişle veya sitemle, karar sizin) anmamak mümkün değil:“Atatürk Havalimanı’ndan Türkiye’ye giriş yapan insan, ‘sahil yolu’ndan geçmek gafletine düşerse, ne denizi görür, ne havasını alır, kendisini devasa bir mangalda bulur, pişmese bile tütsülenir... Türk’ün mangal tutkusuna, zaten Belgrad Ormanları, Çamlıca tepeleri ve daha pek çok yeşil alan feda edilmiştir... Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede, bu manzara tekrarlanmakta, kara halkımız kıçını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirip yemektedir...” diye buyurmuştu 20 Temmuz 2005 tarihli meşhur (ve meşum) yazısında. Nefret tonu kendisinin tasarrufu fakat sıcaklığın 40’lara dayandığı 2010 yazında, mangal yoğunluğu bakımından durumda değişen bir şey yok. Hatta artış var! Nasıl bir tutkudur bu anlamak lazım. Anadolu insanı açık havada neden mangalsız olamaz? Niye şöyle güzel bir Basri sandviçi veya zeytinyağlı biber dolma ve karpuz değil de ille mangal? Dikkat ettim: Hayır et değil pişirilen. Tavuk. Ve bilhassa kanat. “Fukarayız ama keyif de bizde güzelim” dercesine sıra sıra tavuk kanatları... Hepsinden bir kanat alsam tıka basa doyarım ki, verirler. Halk bunu seviyor kardeşim. Mangal belli ki bir ihtiyaç. Diyorum ısrar etmesek... Şehir parklarımızı, çayırlarımızı mangala göre düzenlesek, mangala yerler ayırsak, düzeni öyle oturtsak? Bu malzemeden piknik sepetli bir İngiliz çıkmayacak işte. Kabul etmek lazım.Bebek kıyısıRomanların şahane umursamazlığıİstanbul’un keyfini kim çıkartıyor? Romanlar. Şehrin en sıcak günü, “elit” kesim Bebek Parkı’na yayılmış, gebermek üzere, Romanlar, hiç kimseyi umursamadan, kız erkek cup cup Boğaz’ın serin sularında. Öyle olduğu gibi. Komple kıyafetle. Nasıl eğleniyorlar, nasıl komikler anlatamam. Yazık ki fotoğraf makinem yanımda değildi, çekemedim. Biz niye yapmıyoruz bunu dedim kendi kendime.. Salak olabilir miyiz? * Yüzme bilme oranı: Yüzde 0Kilyos Dalia BeachGözlerden uzak 20 liraya KaradenizAraç varsa en iyisi Kilyos. Artık gitmesi de eskisi gibi meşakkatli değil. Dalia Beach, Demirciköy’den çok az sonra. Şezlong, şemşiye, dujjj, vece (görevli böyle diyor) 20 TL. “Pahalı değil mi?” dedik, “değil” dedi. “Sen verir misin?” dedik, gözlerini sessizce garbın afakına doğru kaydırdı. Fakat şimdi Menekşe Plajı ile falan kıyaslayınca hakikaten lüks kamara. Bir bölüm çim, bir bölüm ince kum, bir bölüm lokanta... Hafta içi gayet tenha, birkaç tatilci orta yaşlı Rus aile, birkaç emekli, birkaç bebekli Zekeriyaköy sakini...* Manzara: Alargada yük gemileri, ufuk, dağ, bayır..* Aktivite: Jetski, kitap, scrabble, dağda bayırda yürüyüş. * Yeme içme: Lokantanın balıktan hamburgere zengin mönüsü var. Hiç fena değil. * Alışveriş: Şort mayo yok tabii onun yerine organik gıdalar var. Fiyat: hiç sorma cins.* İnternet: Bitabii. * Yüzme bilen oranı: % 100

Devamını Oku

Vize.. Memleketimin en şahane tasması

6 Ağustos 2010

Okur sormuş: “Ne oldu peki valizleriniz?”Aslında yazmıştım ama yer darlığından o paragrafı atmak zorunda kalmış yazı işlerindeki arkadaşlar. Konuyu hatırlatayım: Vizesiz gittiğimiz (ve bundan dolayı pek mutlu olduğumuz) Hırvatistan’dan İstanbul’a Viyana aktarmalı dönüyoruz. Ama Dubrovnik’te çek-in yaparken sistem arızası nedeniyle aynı zamanda Viyana-İstanbul çek-ini yapamadık. Viyana’da bavullarımızı alıp yeniden vermeniz gerekiyordu. Dubrovnik’teki Hırvat kızın aklına hiç 23. sınıf vatandaş olduğumuz ve dünyanın yüzde 92’sine vize almadan gidemediğimiz gelmiyor tabii. O kadar doğal diyor ki bunu, biz bile unutuyoruz. Haddimizi. Hududumuzu. Tasmamızı. Zincirimizi...Avusturya pasaport polisi gayet güzel hatırlatıyor hemen. Bir savaş suçlusu, bir çocuk katili, bir mütecaviz, bir Yağmur Ormanlarını komple yakmış alçak, bir bostana girmiş dana imişiz gibi azar kıyamet...Anlamadığım şey şu: Tamam kural açık. Vizesi olmayan içeriye giremez. Anladık. Bulaşıcı hırbo hastalığımız var. İtirazım yok, daha doğrusu var ama şimdi konu başka.O azar, o kıyamet, o bağırma, o çağırma... Özetle: O pis muamele nedir? Evet o nedir dostlar ben onu soruyorum?Pasaport kontrolünde olsun, konsolosluklarda olsun..NİYE HAYVAN MUAMELESİ GÖRÜYORUZ?Vermeyeceksen verme.. Sokmayacaksan sokma anasını satayım. Adam gibi söyle, adam gibi izah et. Ayağına mı bastım..***Şimdi burada duralım ve çuvaldızı elimize alalım: Bizim pasaport polislerimiz de aynı haltın soyu değil midir? Selam verirsin almaz, teşekkür edersin cevap vermez... Suratına bile bakmaz.. Bugüne kadar size insan muamelesi yapan bir pasaport görevlisiyle hiç karşılaştınız mı? Ne bu yavu? Pasaport polisi selamsız, sabahsız ve de suratsız insanlar olmak zorunda mıdır? Seçmece midirler? Böyle beynelmilel bir kural mı vardır? Bu bir “kapı” kuralı mıdır? Adamın elini ayağını dolandırıp hesapça suçluyu mu yakalayacaklar? (Babayı yakalarsın..)Türk’e böyle davranan Ukraynalıya, Nijeryalıya kim bilir nasıl davranıyordur..***Peki ablacım, sonuç ne? Valizler geldi mi gelmedi mi?Hayır. Valizlerimiz GELEMEDİ!Niye? Çünkü o AMAN biz pis Türkler yararlanmayalım diye gözlerinin içi gibi korudukları sümüklü sistemleri fos çıktı. Bizi transit masasına yönlendirdiler, oradaki kız bir yerlere telefon edip hesapça bagajımızı İstanbul’a yönlendirdi, tamam dedi şimdi koridordan geçip (aman hiçbir yere bulaşmadan amannn!) direkt uçağın kapısına gidin vır vır...İstanbul’a valiz maliz gelmedi.Al sana iki saat süren bir bekleme, form doldurma, laf anlatma süreci daha. THY’nin bir suçu yok üstelik. Ama kayıp valizleri bulup ertesi gün eve kadar getiren yine o oldu. İyi ki var valla. Ailecek seviyoruz. (Bir de uçak içi İngilizce anonsları o kadar anlaşılmaz yapmasalar..) ***Şimdi “ablanın valizi gelmemiş, amma tantana yaptı haa” durumu oldu ama yeminle bunu yazmayacaktım. Geçen gün yazı kısaldı, son paragraf gitti, okur da sordu diye yazdım. Bu arada “sen nerden bileceksin ki.. Konsolos kapısına mı gidiyorsun ki” demiş bir okur. Ben gidiyorum valla. 23 tane “valla billa durumum iyi, göç etmeye en ufak bir niyetim yok, ben seviyorum buraları, aha bak arabam, aha bak evim, aha bak kocam, aha bak veledim” kâğıdıyla, sabahın köründe, sağırında, topalında Fransız’ın, Amerikalı’nın, Alman’ın, Yunan’ın, İsrailli’nin, Hintli’nin, Suriyeli’nin (sonra vize kalktı ayrı) Özbek’in, Türkmen’in, Moğol’un, İngiliz’in, İranlı’nın (burada da size yok ama gazeteciye vize var) Çek’in, Rus’un ve şimdi aklıma gelmeyen daha bir sürü ülkenin kapısına az gitmişliğim yok. Paşa paşa gittik. Bu arada konsolosluklardan da Dış İşleri Bakanlığı’mızdan da beni okuyan tek bir Allahın kulu yok anlaşılan. Kimse vize nedir ne işe yarar sorumu cevaplamaya zahmet etmedi. Çooook meşgul olmalılar. Pis Türkleri elekten geçiriyorlar. Kolay iş değil tabii. Onun sapı, bunun çöpü..

Devamını Oku

Vizesiz seyahatin patladığı an

4 Ağustos 2010

Günlerden beri “vizesiz seyahat, sen ne güzel bir ablamızsın, herkes Balkan ülkelerine gitsin!” deyip duruyordum ya.. İşte patladığı an: Viyana aktarması!Hadise şöyle cereyan etti: Dubrovnik’ten İstanbul’a dönerken Viyana üzerinden aktarma yapmamız gerekiyordu. Esasen Dubrovnik’ten Viyana İstanbul çek-inini de yapmak mümkündü fakat bir sistem arızası yüzünden Dubrovnik’teki kızcağız bunu yapamadı. “Viyana’ya inince bagajınızı alır, orada tekrar çek-in yaparsınız” dedi. İtiraf edeyim kız o kadar güzel ve tatlı dilliydi ki kızın gözlerine bakmaktan hadisede bir terslik olabileceği hiç aklımıza gelmedi. Dünya vizeye göre kurulmuş değil. Hırvat Havayolları’yla güzel güzel geldik Viyana’ya. Terminale girer girmez pasaport kontrolü vardı. Transit kuyruğunda olduğumuzu sanıp, Manita Bey önümde, sıraya girdik. Manita Bey’de vize yok. Benim ise son 3 gününe girmiş olan Yunan Schengen vizem var. Söz konusu kuyruk, normal ülkeye giriş pasaport kuyruğu imiş. Pasaport Nazisi, Manita Bey’e “Vizen yok behey gafil!” tonuyla güzelce gürledi. “E ama valizlerimiz?” deyince de temerküz kampına yollarcasına üzerinde “transit” yazmayan (ama tabii bizim bunu bilmemiz beklenen) bir masaya yolladı. Öyle olunca ben de çıktım sıradan. Oradaki hanıma gittik. Durumu açıkladık, “tamam hallederiz ama en azından biriniz çıkabiliyorsa çıksın, valizleri alıp tekrar çek-in yapsın, daha sağlam olur” dedi. “İyi” dedim. Var ya son 3 gününe girse de vizem! Tekrar kuyruğa girdim. Bu sefer yandaki kuyruğa. Nazinin daha da beter Nazi mesai arkadaşı bu sefer de bana gürledi. “Vizen yok! Raus!” İçimden “var ulan..” deyip pasaportumu elime alıp Yunan Schengen’imi gösterdim. “Bak bakalım kaç girişlikmiş o.. BİİİR! Ve sen ne yapmışsıııın? Girip çıkmışsın. Yani? Bitmişşşş.. HadeeÖ Yürrrü..” cümleleriyle basbayağı bağırarak, basbayağı aşağılayarak beni tekrar geri püskürttü. Son on yıldır almadıysam en az 40 Schengen vizesi almışımdır, hiçbiri tek girişlik vize değildi. Yunan, bana sadece 20 gün geçerli vize vermekle kalmamış üstelik sadece TEK girişlik vize vermiş! O kadar “tehlikeliyim” ki (herhalde) “tasmamı” ancak bu kadar “salmış”. O an, kan beynime çıktı. O Nazi bozuntusu bana çılgınlar gibi böğürürken (NE HAKLA? NE HAKLA?!!! KİM VERİYOR ONA BU HAKKI?) aklımdan binlerce şey geçti.Transit koridorlarından direkt uçağa (bir suçlu, bir hasta, bir çöp GİBİ!) yönlendirildiğimiz an “Terminal” filmindeki adam gibi, inadına uçağa binmemek ve “tecrit” bölgesinde oturma ve açlık grevi eylemi yapmak ve gelen geçen herkese vize zulmünü anlatmak istedim. Zira medeni ülkelerde yaşayan kimsenin böyle bir şeyden haberi yok. Dubrovnik’teki kız işte bu nedenle “bagajınızı alıp tekrar çek in yaparsınız” diyebildi. Aklının ucundan bile geçmedi bizim 34. sınıf “yasaklı” vatandaşlardan olduğumuz. Dünya hareket özgürlüğüne sahip, bir biz değil.Bizi bu dertten kurtarmayan hiçbir hükümete, hiçbir dış işleri bakanına, hangi kurum ilgileniyorsa o kuruma hakkımı helal etmiyorum. Verdiğim vergilerle aldıkları maaşlar haram zıkkım olsun. Bu vize niye vardır? Bir konsolos, bir elçilik görevlisi zahmet edip bana açıklar mı? Bana makul ve mantıklı bir şey diyebilir mi? Neyi önlemişler şimdiye kadar vize ile? Kaçakçılığı mı? İnsan ticaretini mi? Suçu mu? Göçmen akışını mı? Hastalık bulaşmasını mı? NEYİ anasını satayım NEYİ? Giden gidiyor yine suçunu işliyor geliyor. Göçmek isteyen yine yolunu buluyor gidiyor. Onlar yeni, gıcır pek değerli pasaportlarıyla dünyanın her tarafına rahat rahat gidebiliyorlarken, ben göçmek istemeyen, hayatında tek bir suç işlememiş, tek bir suç işlemeye de niyeti olmayan, insan haklarına saygılı, okumuş etmiş (üstelik “Uluslararası İlişkiler” bölümünde) biri olarak onların hırboluklarının cezasını çekiyorum!!!Hakikaten kime kızacağımı bilmez haldeyim. Şu anda HERKESE kızgınım!1980 darbesi sonrası, Avrupa ülkeleri bize tek tek vize koymaya başlarken “eh ne güzel, böylece solcular iltica edemez” deyip vize işini DESTEKLEYEN, karşılıklı anlaşmalar yapıp bizi bu belaya eteklerine zil takıp sokan darbe hükümetine mi..İsviçre doğumlu olduğum halde “aman Türklüklerini kaybetmesinler, aman vatandaşlıklarına sahip olsunlar” diye zamanında her tür haktan bizim adımıza FERAGAT EDİP bizi Türkiye’ye postalayan (ama kendisi orada kalmaya devam eden) babamdan mı..Vize işini bir aşağılama, işkence, zulüm vesilesi haline getiren konsolosluklara mı..Aynı şekilde işini Naziliğini tatmin etme aracı haline getiren pasaport kontrol memurlarına mı..Ülkemin vize zulmünü hiç umursamayan gelmiş geçmiş bütün hükümetlerine mi..Ülkemin bir türlü adam olamayıp vatandaşlarının adamdan sayılmayışına mı..Dünyayı tanıma merakıma mı..Evet söyleyin KİME KIZAYIM?Çok kızgınım çoook..

Devamını Oku