Nobelli yazar Alice Munro’nun “Bazı Kadınlar” adlı kitabını okuyorum şu ara.
“Yüz” adlı öyküsünde bir şiirin kahramanının kalbine dokunmasından (elbette metafor olarak) bahsediyor bize Munro. Bir hastanede yarı uyanık yarı baygınken, gerçek mi değil mi belli olmayan birileri gelip şiirler okuyor kahramanına. Sonra bilmediği bir şiire geçiyorlar birlikte. Derken o kahraman iyileşiyor ve bu sözlerin aslında ‘bildiği’ bir şiirde geçtiğini anlıyor. Yalnız bu şiiri ona kimin okuduğunu bir türlü çıkaramıyor. Bu konuda sürekli kafasını zorluyor. Ve nihayetinde buluyor: Muhtemelen kendi bilinçaltının ona oynadığı bir oyun bu. Aslında zihninin dibinde kalakalmış bir şiiri, kendi kendine mırıldanmış oluyor bir hastane odasında. Yarı uyanık yarı uyurken, bir rüyada, kendi bellek alacasındaki bir yolculuğun adı oluyor bu şiir.
Gerçek nerede?
Son zamanlarda yaşadıklarımıza bakıyorum. Biraz Munro’nun kahramanı gibiyiz. Üstüne atılan kilitlerle, gerçek mi değil mi bilemediğimiz ama hissettiğimiz bir şeylerin eşiğindeyiz. Bir kâbusun içerisinde, bir hastane odasının zamansızlığında tıkılıp kalmışız gibi, yaşadıklarımız şu ara.
Silahlardı, mühimmattı, ardı ardına gelen sansasyon haberleriydi derken bir oraya bir buraya savrulup duruyoruz. Her şey bir belirsizlik ortamında gelişiyor. Gerçeğin kaidesi diyebileceğimiz hemen hiçbir şeyden bahsedemiyoruz. Kalakaldığımız ‘hastane’ odasında bir sürü uğultu ve suret var. Kimi cemaatçi, kimi hükümet yanlısı... Kimi ulusalcı, kimi muhafazakâr. Kimi ekranlardan, kimi gazete köşelerinden seslenip duruyor bize. Hemen hepsinde alacakaranlığın o sesi hâkim: Biz haklıyız, biz!
Derken hiç tanımadığımız bir yüz beliriyor. Ve bize, şimdiye kadar hiç duymadığımızı düşündüğümüz farklı bir şiir söylüyor.
Türkiye’nin eşiğinde, muhtemelen hemen hepimizin bilinçaltında gezinen ve bugüne kadar hiç duymadığımızı düşündüğümüz o ‘gerçek ses’ Türkiye’nin esas ve yakın gelecekteki sesidir. Önemli olansa o sesi duyabilmek, ona fırsat verebilmek ve onunla yüzleşebilmektir. Yargının savrulmasından, rollerin kayganlığından, adaletin rayından çıkmasından kederliyiz kederli olmasına ama... Yine de... Gerçek değişimin esasen ne olduğunu ve gelecek günlerin özünde neye gebe kaldığını fark etmemizde fayda var.
Meraklıları için ekleyelim. Munro’nun kahramanının şiiri şöyle başlıyor:
“Zamanın asla iyileştiremeyeceği
Bir keder yoktur.”