Çocukluğumuzda büyüklerimizden bol bol işittiğimiz bir cümledir bu: Yalan söyleme! Büyümekte olan bir çocuk için zor bir iştir. Çocuk gerçekle gerçek olmayanın ayırdındadır ama bunu tanımlama işini o yaşta üstlenmek istemez. Yalan söylememek zaman zaman irade gerektiren bir iştir çünkü. Keza yalana inanmamak da.
Gelelim büyüklerin dünyasına. Benzer durumlar siyasi yapı için de kendini gösteriyor. Devlet iradesi çökmeyegörsün hemen yalanlar devreye giriyor, gerçekle kurulan ilişki sallanmaya başlıyor. Bakmışsınız yalanlar bir hayat biçimi, bir can simidi haline dönüşmüş.
Fatmagül Berktay’ın Metis Yayınları’ndan çıkan Hannah Arendt’in politika anlayışı üzerine yazdığı ‘Dünyayı Bugünde Sevmek’ adlı kitabı şu ara, yani yalanlardan bunalmış bir haldeyken aradığım sorulara merhem etkisi yapıyor.
‘İdeolojinin İşlevi: Yalanın Hayat Tarzı Haline Gelmesi’ bölümünü gelin birlikte takip etmeye çalışalım:
‘Yalnızlaşmış insanların yitirmiş oldukları ortak dünyanın ve ortak duyunun yerine kendinden menkul mantıksallığın konması; onları her şeyin mümkün ve mubah olduğu ve anlamdan tümüyle yoksun bırakılmış sahte bir dünyanın içine sokarak var olan dünyadan kaçışı mümkün hale getirir. Sonuçta, sadece tarihsel-olgusal hakikat sistematik olarak yok edilmekle kalmaz, birer kavram olarak tarih, olgu, hakikat, gerçeklik vb. tüm anlamını yitirir. Kanaatlerin oluşmasına, tartışılmasına, farklı hakikatlerin birbiriyle çarpışmasına olanak veren bir politik alandan yoksun kalındığında, insanlara rehberlik etmek için geriye egemen ideolojiden başka bir şey kalmaz.’
Bu egemen sesin, alışkanlık haline gelen bu egemen ideolojik düşünme tarzının Suriye üzerinden ürettiklerine baktığımda ‘Kardeşim başkaları için istediğin özgürlükleri niçin ilk etapta kendi halkın için gerçekleştirmiyorsun?’ sorusu başı çekiyor. Ancak bu soruya verilecek olan cevabın koca bir yalandan ibaret olacağını da biliyorum. İdeolojik cevap hazır: Sınırlarımız içersindekiler terörist, sınırlarımızın dışında rejim karşıtı olanlarsa özgürlük savaşçısı! Dediğim gibi bunu ancak ideolojinin düşünme tarzı biçiminde algıladığımda rahatlatabiliyorum kendimi. Bunun büyük bir yalandan ibaret bir iktidar algısı olduğunu düşündüğümde.
Ancak iş sadece burada bitmiyor. Bütün olguların ‘değiştirilebildiği’, bütün yalanların ‘gerçek’ kılınabildiği bir söylemin içersinde yaşayan bizler bir süre sonra olguları birbirinden ayıramaz hale geliyor ve yaşananların ‘anlamlandırılması’ konusunda zorluklar yaşamaya başlıyoruz. Olup biteni değerlendirme yetimizi kaybediyoruz. Tam da bu noktada ideolojik yapı tekrar devreye giriyor ve yeni yalanlar üretilmeye başlanıyor.
Hadi bu kez bu yeni yalanları anlamlandırmaya çalışıyoruz. Anlamlandıramamamız ise yine ideolojinin işine geliyor. Bu zeminden yeni yalanlar üretilmeye başlıyor... Bu yalanlara başka yalanlarla cevap bulmaya çalışan köşe yazarlarına vb. dört elle sarılmamız da bu yüzden. Ancak şunun bir farkına varsak: Onların da beslendiği yer ideolojinin ürettiği bu yalanlar aslında!
Anlayacağınız kısır bir döngü.
Gerçek muhalefetin, kendi olabilmenin, buralardan beslenebilecek bir ortak dünya anlayışının ve ortak duyunun anlamsızlığına sürekli vurgu yapılması tesadüf değil. Sistemin ritüeller üzerinden kendini üretmesi ve bu surette güçlülüğüne vurgu yapması da.
Peki bu hengâmede ne yapacağız?
Mümkünse yalan söylemeyeceğiz. İlk başta da kendimize.
Yalan Söyleme!
Haberin Devamı