Dünyanın varacağı bambaşka yerler var. Bunu yeni bir arkadaşım ısrarla söylüyor. Uzun bir yolculuktayız. Yerküre üzerinde salınıp silkinirken söylediği bu sözleri, biraz ütopik, biraz naif bulsam da (aslında ihtiyacımız olan bu, aldırmayın bana), çok kısa bir süre sonra sözlerine ruh bulduran bir gerçekle karşılaşıveriyorum. Ülkeyle aramıza giren gece gündüz saatlerinin farklılığı, yeni bir seçim vaadini (mühürsüz oy pusulalarını bile meşru kılma yüzsüzlüğünü dayatan bir seçim vaadini) değil de nükleer savaşın eşiğinde olduğu bir coğrafyanın iki parçasını, Kuzey ve Güney Kore’nin arasındaki buzların erimeye başladığının haberini veriyor. İşte o zaman mühürsüz oy pusulalarının ‘bile’ meşru sayılabileceği ‘ful demokratik’ ülkemde-hırsızların şıkır şıkır parlatıldığı, çocuk istismarlarının tavan yaptığı, kadın cinayetlerinin gırla gittiği, gençlerin sorguladıkları yaşam için sorgulandıkları, kalemin ve düşüncenin sürekli olarak yargılandığı, kimsenin çıtının çıkmamasını edep sayan ülkemde- bile bir şeylerin değişebileceğine dair bir umut (edepsiz bir umut) içime doluveriyor. Kuzey Kore’nin nükleer ve balistik füze takıntılarını hangi rüzgârın erittiğini bilemiyorum. Ancak nükleer düğmeye bastım basacağım gerginliğinin yerini, haydi barışalım fikrinin alabilmesini, her ne olursa olsun, dünya adına bir cevher olarak alkışlamamız ve baş tacı etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kanlı bir coğrafyada yaşamayı bir meziyetmişçesine sağa sola yaftalayan ülkemin iç ve dış politikalarını düşünüyorum o zaman. Yapılan derin ama çok derin yanlışların, retorik cümlelerle nasıl bertaraf edilmeye çalışıldığını düşündükçe daha çok, inatla daha çok umuda sarılmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ve o zaman ‘belki bir gün’ diyesim geliyor. Yeni yolculuk arkadaşımın kadim öngörülerini düşünerek bambaşka bir sayfa açılabilir umudu bu. Dünyanın varacağı bambaşka yerler var. Ülkemizin de. Böyle olmalı, böyle olsa... Bunu yeni bir arkadaşım ısrarla söylüyor. Uzun bir yolculuktayız.
Yolculuk bu ve yolculuklar her şeye kadirdir.