Toplumsal Cinsiyet ve Medya

Haberin Devamı

Pazartesi günü Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gerçekleşen ‘Toplumsal Cinsiyet ve Medya Atölyesi’ne katıldım. 2008 yılında başlayan bu proje, birçok kurumun desteğiyle hayat bulmuş. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından Avrupa Birliği’nin mali katkısı ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun teknik desteğiyle yürütülen ‘Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi’ ilk kez Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gerçekleşmiş. Sonrasında Anadolu, İzmir Ekonomi ve Akdeniz Üniversiteleri devreye girmiş ve bu üniversitelerin iş birliği ile 7 ‘Toplumsal Cinsiyet ve Medya Atölyesi’ gerçekleştirilmiş. Bu çalışmalara İletişim fakültelerinden toplam 288 öğrenci katılmış.

Projenin tamamlanmasının ardından ulusal bütçe kullanılarak atölyelere devam edilmiş. İşte benim katıldığım da bu projenin devamındaki bir atölyeydi, çok da anlamlıydı.

Bu projenin hayata geçirilmesini ve hedeflediği kitleyi son derece önemsediğimi belirtmek isterim. Kısa bir süre sonra mezun olacak ve muhtemelen (ya da şanslıysalar) sektörde çalışma olanağı bulacak gençlerle toplumsal cinsiyetin ne olduğunu, kendine nasıl yol bulduğunu ve ne ölçüde meşruiyet kazandığını tartışmak yakın gelecekte, bugün yapılan yanlışların daha aza indirgenmesi yönünde bir fayda sağlayabilir. Neden derseniz: Biyolojik cinsiyetten ayrı bir yere koyduğumuz toplumsal cinsiyet tamamen kültürel pratiklerle ilişkili. Dahası kültürel pratiklerin bu konuda çok önemli rol oynadığını da biliyoruz. Kadın doğmakla kadın olmak (ya da oldurulmak) arasında çok önemli farklar var. İlkini seçemiyoruz ama ikincisi tamamen içine doğduğumuz kültürel ortamın bizi şekillendirmesiyle, özel kodlarla anlam kazanıyor. Aslında erkek doğmakla erkek olmak arasında da farklılıklar var ama erkekler kadınlara göre her zaman daha şanslı, çünkü sistem büyük bir ölçüde onlardan yana, onları öncelikli kılıyor ve koruyor. Kadınların işi ise gerçekten zor. Hele bu role baş kaldıran, güruha, ezberletilmiş rollere uymak yerine birey olma konusunda direten kadınların işi çok daha zor. Medya ise bu kalıplaşmış rolleri yeniden üreten ve katmerlenmesine yol açan ortamlardan en önemlisi! Elbette bunu yaparken kullandığı tek dil var. O da ‘erkek egemen sistemin iktidar dili’!

Örneğin sizler bu yazımı okurken, ben bu kodları sizlerle paylaşırken bile, yan sayfada (internet ortamındaki sayfada oluyor bu) çıplak bir kadın bedeninin yazıma eşlik etmemesini garanti edemiyor oluşum, bu iktidar dilinin pervasızlığını ve sorumsuzluğunu göstermesi açısından önemli bir örnek olsa gerek. ‘Okunsun da ne olursa olsun’ mantığının ‘okunan değil bakılan’ bir gazeteye referans verdiğini ne zaman fark edeceğiz bilemiyorum. Elbette buradan ‘bakılan’ fikrinin çıplak kadın bedeni üzerinden kurgulanmış olması da tesadüf sayılamaz. ‘Aman canım alt tarafı bir kadın bedeni!’ dediğinizde hiç de masum olmayan bir cümle sarf etmiş oluyorsunuz aslında. Zira o bedenle toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretmiş, kadın bedenini sadece kendine bakılan bir nesneye dönüştürme konusunda çarkı bir kez daha işletmiş oluyorsunuz.

İş bununla da sınırlı değil elbette. Popüler kültür ürünleri toplumsal cinsiyet rollerinin üretilmesi konusunda çok ama çok iştahlılar! Bunun içine dizileri, reklamları, televizyon programlarını, tüm bunlardan yayılan cümleleri katabiliriz. Hemen hepsi kadını (ve elbette erkeği de) kalıplaşmış, ezberletilmiş bir çerçeve içinde tutmaya programlanmış durumda. Kaldı ki gazetelerdeki cinsiyetçi, erkek egemen dil de baştan sona mercek altına alınması ve ‘onarılması’ gereken bir dildir.

Dolayısıyla bu türden atölyelerin gençlere yönelik sunduğu ufuk azımsanamayacak bir etki sağlamaya gebedir. Gelecekte iletişim alanında çalışacak iletişim öğrencilerinin medyada ortaya koyacakları ürünlerin bugünkünden farklı olacağına ve bu biçimde toplumda dönüştürücü bir rol üstlenebileceklerine inanıyorum.

Pazartesi günü bu inancım güçlendi. Anadolu Üniversitesi, Başkent Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden toplam 15, Kocaeli Üniversitesi’nden toplam 26 öğrenci olmak üzere 41 öğrencinin katıldığı bu buluşmada birçok şeyi paylaştık. İçlerinden bir tanesi konuşmamda geçen kamusal alanı işaret ederek, Meclis’in gerçek bir kamusal alan olup olamayacağını sordu bana. Ben de prensipte hemen herkesin temsil edildiği bir alansa neden olmasın diye cevap verdim. ‘Şu an Meclis’te bunu yaşıyor muyuz?’ sorusuna ise cevabım belliydi. ‘Hayır yaşamıyoruz. Kadın sayısı hâlâ çok az. Etnik farklılıkların temsili konusunda sorunlarımız var. Toplumun hemen her kesimi ve rengi orada değil. Dolayısıyla herkesin sesi ve varlığı temsil edilemiyor orada’ dedim.

İyi demiş miyim?

DİĞER YENİ YAZILAR