Geçen hafta üniversitedeki öğrencilerimle Emin Alper’in 2012 yapımı ‘Tepenin Ardı’ filmini izledik. Filmin peşi sıra tartıştığımız en temel husus ise ‘düşman nasıl yaratılır?’ sorusuydu. Dahası, bu soruyu günümüze uyarladık ve filmdeki ‘seri düşman üreticisi’ Faik Bey’in kimlere benzediğini de tartıştık. Bu konuyu biraz burada da deşmek isterim.
Faik Bey, Orman İşletmesi’nden emekli otoriter bir adam. Babadan kalma arazisinde kafasını yörüklere takmış. Tepenin ardında çadır kurmuş bu yörüklerin keçilerinin kendi arazisine girmesi onu iyice çıldırtıyor. Sürekli olarak onları gözlüyor, hezeyanlarıyla yüzleşmek yerine her an başkalarını suçlayarak öfke dolu bir biçimde hayatını sürdürüyor. Dahası her zaman haklı olan da o! İntikam, karşısındakine haddini bildirmek ve her dem yeni düşmanlar yaratmak... Tek istediği bunlar. ‘Böyle hayat mı olur?’ demeyin. Buna benzer farklı dünya görüşlerine sahip o kadar çok insan tanıyorum ki...
Faik Bey filmde her türlü haltı karıştırıyor. Buna rağmen suçlu olanlar belli: Yörükler. Ancak Faik Bey, bununla da yetinmiyor. Dedik ya atarlı biri o. Her an hiddet dolu! Hayatın bu olduğunu sanıyor ve öyle de yaşıyor. Onu ziyarete gelen oğlunu da duygusal biri olmakla suçlayıp duruyor. Bu arada torunlardan biri olan Zafer, askerdeyken kafayı yemiş biri. Sürekli ilaç kullanıyor; buna rağmen hayali bir savaş ortamında hep komutanlarını görüyor karşısında. Komutanlarından emirler alıyor ve onları kendince yerine getirmeye çalışıyor. Küçük torunsa, bu topraklardaki hemen her erkek çocuk gibi silaha özendirilmiş biri. Bu durum Faik Bey’in çok hoşuna gidiyor elbette. Öyle ya erkek dediğin silah kuşanacak, bakir topraklara ve kadınlara sahip olacak. Savaş ise bunun en belirgin kuşatıcı adı! Diğer torunu, Zafer’in başına gelenlerin tek sorumlusu ise savaş... Ama Faik Bey bunu elbette hiç umursamıyor.
İşin acı yanı, başlangıçta Faik Bey’in etrafındaki hemen herkes onun ‘tırlak’ biri olduğunu düşünüyor. Özellikle de ortakçı ailenin ‘reisi’ Mehmet, kendisi de bir yörük olduğundan olsa gerek, onun bu hallerine çok kızıyor. Ancak, nihayetinde o da emir kulu... Gel zaman git zaman, olaylar öyle bir gelişiyor ki, filmdeki hemen herkes yörüklerin gerçekten düşman olduğuna inanıyor ve onlara karşı mücadele etmeye karar veriyor.
Dedim ya işin en acı yanı bu diye... Faik Bey’in ‘düşman tepenin ardında’ komutuyla, bir zırdelinin arkasına düşüp yaratılmış bir düşmanı aradıklarını fark etmek yerine, gerçekten bir düşmanla yüzleşmeye gittiklerini düşünüyorlar!
Film böyle bitiyor... Hemen herkes kırık dökük, yaralı, çaresiz, öfkeli, acılı ve savrulmuş bir biçimde Faik Bey’in düşmanını düşman belliyor ve hesap sormak için Faik Bey’in peşinden tepenin ardına vuruyor kendini! Faik Bey’in cümleleri içimizde yankılanıyor: ‘Düşman tepenin ardında!’. Birisi çıksa ve ‘kardeşim bütün bu düşmanlar senin kafanın içinde, kendini yaktın, bari bizi artık yakma’ dese her şey farklı olacak... Ama hayır. Hemen herkes, Faik Bey’in arkasında düşman avına çıkmış; düşmanı bir bulsalar, bir hesap sorsalar, her şey düzelecek. Ne zamana kadar dersiniz? Onu da hesaplaması biz izleyenlere düşüyor: Faik Bey yeni hezeyanlarıyla yeni düşmanlar yaratıncaya kadar elbette!
Bu telaşta şu çıkarsamaya ne dersiniz: Faik Bey bunu, şunu, onu yapmasaydı, bütün bunlar olur muydu? Hayır! Dahası bütün bunlara insanlar inanmasa, tüm bu yanılgı yaşanır mıydı? Cevap belli.
Kıssadan hisse: Faik Bey gibi freni patlamış maço delilere inanmak başa büyük işler açar. Haaa! Dünya ‘Made in Faik Bey’ mayınlarıyla dolu. O zaman daha dikkatli olmamız lazım.
***
Bugün 15’te Kadıköy Beşiktaş İskelesi’nde kadınlar bir kez daha buluşuyor. ‘25 Kasım’a Yürüyoruz’ başlığı altında laiklik ve özgürlükler için ‘direneceğiz’ diyorlar. Bilindiği gibi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma günüydü.