Hükümetin ifade özgürlüğüne getirdiği açmazları, en son internete getirilmek istenen sansür konusunu yabancı bir arkadaşıma anlatmaya çalışıyorum. Batı’nın girdapları konusunda samimi, Doğu’nun açmazları konusunda farkındalığı gelişmiş biri olduğu için sadece kafasını sallayarak dinliyor beni. Ne olursa olsun demokrasinin herkese iyi geleceği konusunda hemfikir olduktan sonra vedalaşıp ayrılıyoruz. Bunun iyi niyetli ve olsa olsa çok teorik, kestirme bir varsayım olduğu konusunda o kadar eminim ki daha fazla düşünmüyorum üzerinde.
Yaşam akarken
Ondan ayrılır ayrılmaz bir taksiye atlıyorum. İstanbul’un trafiğinden ötürü utana sıkıla bindiğim bir taksi bu. Adam bu hâlimi görünce ‘rahat olun, bu benim işim’ diyor.
O geleneksel konuya atlamak üzereyiz: Taksiciler ve müşterileri. Ve çok kısa bir süre sonra o ‘soyut’ durakta buluşuyoruz gerçekten de: ‘Bazen taksiciler çok nadan oluyor, bazen de müşterileri...’Konu genelde burada biter. Ama o bitirecek gibi değil.
‘Bakın size bir şey anlatacağım’ diyor dertli dertli. Ve ekliyor: ‘Ben sağcı biriyim. AKP’ye başından itibaren oy vermiş, teşkilatında çalışmış biriyim. Artık çalışmıyorum, o ayrı.’
Peki.
Dün bir müşteri binmiş arabasına. O, o sırada STV’den haberleri dinliyormuş. Biner binmez ‘kapa şu radyoyu’ diye bağırmış kadın. ‘Neye uğradığımı şaşırdım’ diyor. İnsan çocuğunu böyle azarlamaz inanın diye aynasından bana bakıp onay vermemi istiyor benden. ‘Neden böyle yapıyorsunuz?’ diye sorunca kadın aynı öfkeyle daha fazla uzatmamasını, kendisinin savcı olduğunu, başına olmadık işler açabileceğini söylemiş. ‘Tansiyonum fırladı’ diyor.
‘Ne yazık ki çok feci bir kutuplaşma içinde yaşıyoruz’ diyebiliyorum.
‘Haklısınız’ diyor. ‘Demokrasiyi atlamaya, onu feda etmeye devam edersek bu gidişle daha da çok yaşayacağız! Birbirini sevmeyen insanların ülkesinde hem siyasetçi olmak hem de bu uğurda insanları yem yapmak çok kolaydır.’
Bir dakika! Yaklaşık 1-2 saat önce arkadaşımla efkârlı efkârlı konuştuğumuz konu da buydu zaten!
Ve şoför devam ediyor:
‘28 Şubat’ı yaşamış bir ülke bugün bu noktada olmamalıydı. Bu yolsuzluklar, bu hak çiğnemeler, yok saymalar yaşanmamalıydı. Bu şiddet yaşanmamalıydı. Ne yazık ki onları yalnız bıraktık’ diyor.
‘Kimleri?’ diye soruyorum şaşkınlığım tavan yapmak üzereyken.
‘Gezi’deki çocukları, 17 Aralık’ta işlerine son verilenleri...’ diyor ve ekliyor: ‘Farkındaysanız uzak tarihlerden bahsetmiyorum.’
Sonra AKP’den niçin ayrıldığından bahsediyor uzun uzun, uzun uzun. (Malum trafik var)
‘Şimdi size kesin cemaatçi diyorlardır’ diyorum.
‘Evet diyorlar’ diyor. ‘Cemaatçi bir arkadaşım var. Hayatımda cemaatle kurduğum tek ilişkim o!’
Bir an sessizlik oluyor.
‘Keşke her sağcı sizin gibi olsa’ diyorum.
‘Size bir şey söyleyeyim mi? Bir yerden sonra sağcı veya solcu olmanın hiçbir önemi yok’ diyor. ‘Biz bu ülkeye demokrasiyi getiremezsek bize huzur falan yok. Bu talanı bitirmek için direnmezsek geleceğimiz de yok. Direnmeliyiz. Neden mi? Çünkü demokrasi herkese lazım. Bunun için mücadele etmeliyiz.’
‘Ben biraz karamsarım’ diyorum. O zaman günün lafını patlatıyor taksi şoförü:
‘Kendimize ve ülkemize bir borcumuz var. Bunun başında da iyimser olmak geliyor.’
Vay!
Teoriler ve yaşam
Haberin Devamı