‘7 kızdık, sınırdan kimliksiz geçirdiler. 4 saate yakın yürüdük. Viranşehir’de bir eve getirdiler bizi. Sonra yakınımız geldi Viranşehir’e, parayı verdi, bizi aldı, ama son anda IŞİD bir kızı satmaktan vazgeçti (Burada 7 kız birlikte kaldıkları evde çektikleri bir fotoğrafı ve arkada bıraktıkları, IŞİD’in satmaktan son anda vazgeçtiği kızın fotoğrafını gösteriyor) O Viranşehir’de IŞİD’in elinde kaldı.’
(Nurcan Baysal’ın Ezidilerle yaptığı T24’deki röportajından)
Viranşehir’de arkada kalan o kıza... Viran! Sözcüklerin bittiği o yerde, bu da senin için.
***
Fransız yönetmen Jean-Luc Godard’ın bir filmi vardır. ‘Onun Hakkında Bildiğim İki-Üç Şey’dir adı. Filmin ana cümlesi ise karakterin yüzüyle şehrin yüzünün ortaklığını anlatır: ‘Bir yüz gibidir peyzaj!’ Buradaki peyzajdan sadece bir manzara tasvirini değil, geçmiş ve şimdiyi, dahası doğa ve kültürün ortaklığını da anlarız. ‘Bir yüz gibidir peyzaj’ da kastedilen yüz, içinde yaşadığımız yüzyıldır bir bakıma. İnsanı, şehri, yeni ‘kent’ kurgularını, katledilen doğayı, dökülen kanları ve savaşlarıyla peyzaj, yer ve zamandır.
Ve Viran! Her şeye geç kalmış Viran. Şimdi ben, senin yüzünde, sana dair hiçbir şey göremiyorum dersem inanır mısın? 21. yüzyılın ‘kent’ anlatısı gibi, derin bir boşluğun içinde, tarumar olmuş bir ruhla bana bakıyorsun. Diyelim ki, senin hakkında bildiğim iki üç şeyi, nerede satıldığını, kime satıldığını, kendine ait ne kaldığını, bugününü, umutlarını kelimelere dökmeye niyetleniyorum; döktüğüm her şey, sözde kalıplara döküldüğünde aynı hızla o boşluğa karışıyor. Yüzün yutuyor onları Viran. Yüzünün boşluğu her şeyi yutuyor. Gölgelenmiş ve boşluğun adı olmuşsun.
Ve o boşluk kıpkırmızı!
Gencecik ve gizli tansiyonun mu yükselmiş? Saklı, kanıyor musun? Çıt çıkarmadan alevler mi sarmış içini? O derin sessizlikte, lavsın. Küskünlükle sarılmış, kaderine boyun eğmiş, kırgın ve hayalsizsin. Her gün birine pazarlanıyorsun: Aynılaştırılılıyor, sıradanlaştırılıyor, sabitleştiriliyor ve alıştırılıyorsun kullanılmaya. Tepe tepe kullanılıyorsun.
Ya senin hakkında oluşturulabilecek raporlar? Yaşadıklarına dair kurulacak komisyonlar? Devlet(ler)ce sahip çıkılacak politikalar? Viran, ne komik değil mi? Ahlaktan, namustan bahseden tekmil zaaflarla dolu, şuursuzluğun egemen olduğu, hemen her değerin erozyana uğratıldığı günümüzde tazyikli suları, mobese kameralarını kendine göre kullanan bir devlet iradesi, seni ve senin gibileri dikkate almıyor. Niye mi? Çünkü sen, birçoğunun gözünde cariyesin, tecavüze açıksın, evlendirilmeye muhtaç, pazarlanacak olansın.
Yüzündeki boşluğa karışan ten, çocuk yüzünün teni Viran. Bir hindibağın uçuşan demlerine karışacak kadar hafif, genç. Yüzündeki tene vuran gerçek ise bir o kadar ağır, hantal ve kâr dolu.
Senin yüzün bu yüzyılın peyzajı Viran. Vinç çölleri, tarumar edilen ormanlar, yok sayılan vicdanlar, kimin eli kimin cebinde belli olmama hallerinin yarattığı şatafatlı suni ‘kentler’, o suni ‘kentlerin’ televizyon ekranlarında gezinen halleri. Yollar, otobanlar, havaalanları, yeni projeler, en yeni projeler,ihaleleler, hafriyatlar, genişlemeler, büyümeler, yayılmalar, para basan ve adına padişahlık, hanedanlık, krallık denilen çok çağdaş hırsızlıklar, talanlar, soygunlar. Ve tüm bunların eşliğinde senin satılan ufacık bedenin!
İşte biz buna, medeni ve kibar sözcüklerimizle ‘ 21. yüzyıl’ diyoruz 7. kardeşimiz, Viran.
***
Feride Çiçekoğlu’nun Metis’ten çıkan son kitabı ‘Şehrin İtirazı’ bu yazıda epey etkili oldu. Reha Erdem’in ‘Hayat Var’ filmindeki en etkileyici sahnelerden birisi kitabın kapağına pek yakışmış.