Spor ve siyaset

Oğlumun en çok sevdiği sporculardan biridir Jesse Owens. İlkokul ikinci sınıfta ABD’de bulunmak durumunda kaldığımız bir dönemde Jamaikalı öğretmeninin verdiği ‘dünyanın en önemli sporcuları’ ödevi için onu seçmişti.

Gel zaman git zaman, ABD bizim için anılardaki bir ülke haline dönüştü ama oğlumun Jesse Owens ödevi için bu geçerli değildi. O ödev, odasının kapısında hâlâ asılı durur!

Bizim evin tutkusundan azade, Jesse Owens’ı Jesse Owens yapan neydi diye soracak olursak, sanırım buna vereceğimiz ilk cevap onun çok büyük bir atlet olduğu gerçeğidir.

Küçük bir oğlan çocuğuyken ailesiyle Ohio’ya yerleşen ve henüz bir lise öğrencisiyken Chicago’da 3 birincilik kazanan, sonrasında Ohio Eyalet Üniversitesi adına yarıştığı büyük atletizm müsabakasında arka arkaya yeni dünya rekorları kıran Jesse Owens, büyük bir yetenekti.

Ancak onu zihinlerimizde bambaşka bir yere oturtan bir gerçek daha vardı ki onu da burada es geçemeyiz. Hitler’in kabusu haline gelmiş biriydi Jesse Owens. 1936 yılındaki Berlin Olimpiyatları’nda 4 altın madalya kazanarak Hitler’i zıvanadan çıkarmış ve stadı terk etmesine neden olmuştu! Nasıl olurdu da siyah bir atlet 4 altın madalya kazanırdı. Siyah biri nasıl olur da 2 Olimpiyat rekoru kırar ve Hitler’in gürbüz evlatlarına kafa tutardı?

Haberin Devamı

Farklı olmak

Siyah biriydi Owens! 1930’larda sistemin ‘görünürlük anlamında’ öngörmediği bir renk. Ve bu rengin Hitler vatanında ya da kendi ülkesinde (Olimpiyat dönüşü bir kahraman gibi karşılandığı ama sonrasında yalnızlığa terk edildiği kendi ülkesinde bile) ona sağlayabileceği pek bir seçenek yoktu.

Siyahtı Owens. Ve bunun bedelini şu ya da bu şekilde ödemek zorunda kalacak, ‘ben ve benim gibi olanlar ’ biçiminde işleyen beyaz bir sistemde 1950’lere kadar dipsiz koyu bir işsizliği tadacaktı.

Rengi, kural koyucuların rengi değildi Owens’ın. Bu da onu ve yaşamdaki yerini yeterince ‘siyasi’ kılıyordu.

Siyaset ve spor

Bu noktada sporun siyasete alet olup olmayacağı sorusu da akla gelebilir elbette. Kişisel fikrimi soracak olursanız alet olmamalı... Ancak spora siyaseti kimin alet ettiği sorusunu sormak, günümüzde bile geçerliliğini koruyan bir sorudur. Kimlerin kural koyucu olduğu, neleri öngördüğü ve kimleri ne şekilde saf dışı bıraktığı, vb.

Haberin Devamı

Buradan da varacağımız yer elbette ki Türkiye’de son yaşanan Amedspor gerçeğidir.

Ve tam da sorulması gereken soru 12 maç ve bilmem ne kadar para cezası alan bir oyuncuya spora politika karıştırılmasın derken aslında neyin bedelinin ödetildiği sorusudur. Bu cezanın kendisi bile siyasidir.

Neyse.

Ben yine de buna takılmayıp, madem öyle o zaman şöyle olsun diyenlerden olacağım: Yani madem işler böyle gidecek ve spordan, özellikle de futboldan siyaseti arındıracağız, o halde hemen aklıma düşen şu cezaları da hayata geçirelim:

Taa Zidane örneğinde gördüğümüz gibi, birbirlerine eşleri, anneleri üzerinden küfür edenler, dahası kadın bedenini rezil bir biçimde malzeme haline getiren herkes (buna seyirciler de dahil) 12 maç ve 20 bin lira para cezası alsın.

Afrikalı meslektaşlarına deri renkleri üzerinden ‘şakacı’ tavırlarla komik cümleler sarf ettiklerini sananlar: 12 maç ve 20 bin liralık para cezası alsın.

Haberin Devamı

Devletin desteklediği politikaları sloganlaştıranlar: 12 maç ve 20 bin liralık para cezası alsın; öyle ya onlar da politika yapıyor, vs. vs. vs.

Eminim buralardan muhteşem bir fon oluşurdu!

Ve hatta tüm bu paralar ülkede temelleri atılması umulan, hemen her kesimden çocuğun (özellikle de ailelerinin geliri sınırlı olanlar) kendini ifade edebileceği, spor tesislerine akıtılabilir, ülkemizden dünya çapında futbolcuların, yüzücülerin, atletlerin çıkmasına bir basamak oluşturabilirdi.

Şu soruyu sorarak bitireyim de bu konuda ciddi olduğum anlaşılsın: Örneğin Hakkari’de çocukların, yüksek paralar ödemeden yüzebileceği kaç yüzme havuzu var dersiniz? Yüzme havuzundan vazgeçtim, koşabileceği, futbol oynayabileceği kaç yeşil çim sahalı spor tesisi?

DİĞER YENİ YAZILAR