Şaka

23 Nisan’da başbakan koltuğu ve bilumum koltuklara oturan çocuklara üzülüyorum. ‘Ne gündü ama!’ diye hatırlayacakları o geçmişte, sahiciliğe dair hiçbir şey olmaması gelecek zaman diliminde başlarına (karakterlerinin sağlıklı gelişimi açısından) iş açabilir. Bu yüzden her yıl tekrarlanıp duran o tuhaf sahneleri seyredemiyorum. Yok efendim nükleer santral hakkında ne düşünüyorlarmış, yok efendim başkanlık sistemi hakkında ne diyeceklermiş... İnsanın ‘merak etme büyüdüğün zaman sana kimse ne düşündüğünü sormayacak, hiç değilse bunun keyfini çıkar anacım’ diyesi geliyor!

Alt tarafı koca bir kamera şakası olarak seyret tüm bunları diyorum kendi kendime! Ancak yaşamın her alanında her şey o kadar ‘ciddi’ bir akış içersinde ki gülmek yerine (ki gülmeyi çok seven o insanlardanım) bu tür olaylar karşısında çoğu zaman ağlamak ihtiyacı hasıl oluyor bende.

Dahası o minik, güzel, parlak gözlü çocuklardan kendilerine ezberletilmiş replikler değil şöyle sıkı cevaplar gelsin de istiyorum. ‘Nükleer santral mi? Bunun başımıza ne büyük işler açacağını nasıl bilmezsin ya da başkanlık sistemini halk istemiyor ki size ne oluyor kardeşim?’ gibisinden laflar.

Haberin Devamı

Dedim ya bu ‘ciddiyet hali’ hepimize bulaşmış durumda...

***

Geçtiğimiz hafta yaşanan 23 Nisan sahneleri bana Milan Kundera’nın son kitabı ‘Kayıtsızlık Şenliği’ ile ilgili bir bölümü hatırlattı. Kitapla ilgili bir yazıyı, kitap henüz basılmadan yazdım. Kitap elime ilk ulaştığında adı ‘Anlamsızlık Şenliği’ idi. Nedense kitabın adını ‘Anlamsızlık Şenliği’ olarak kendime daha yakın hissediyorum. Çağımızı daha iyi özetlediği için belki de.

Peki kitaptaki olay ne? Birçok olay var da ben birini anlatayım size.

Kahramanımız Stalin’dir.

Ne yapıyor? Almış karşısına politbüro üyelerini, anlatıyor da anlatıyor. Biz bunları kitaptaki kahramanlardan birinin (Charles) okuduğu ‘Anılar’ adlı başka bir kitaptan öğreniyoruz. Anılar’ın yazarı ise Kruşçev.

Olay şudur: Stalin ava çıkmaya karar verir. Sırtında eski bir parka, ayaklarında kayaklar, elinde uzun bir tüfek, 13 kilometre yol kat eder. Sonra ağaca tünemiş keklikleri görür. Tam 24 tanedirler! Ancak Stalin’in tüfeğinde sadece 12 fişek vardır. Hemen 12’sini orada öldürür. Ama iş orada bitmez! Sonra Stalin aynı şekilde geri döner ve yanına 12 fişek daha alarak yeniden yola çıkar ve ağaçta hâlâ tünemekte olan 12 kekliği öldürür. Nihayet keklikler hakkın rahmetine kavuşmuştur!

Haberin Devamı

Kruşçev’in yazdığına göre masadaki kimse gülmemiş bu anlatılanlara. Hepsi bu hikayeyi son derece saçma bulmuş ve bu yalandan iğrenmiş. Aralarında bir tek Kruşçev cesaret edip sorabilmiş:

‘Kekliklerin daldan uçmadıklarını mı söylemek istiyorsun gerçekten?’

‘Kesinlikle öyle’ demiş Stalin. ‘Aynı yerde tünemiş duruyorlardı.’

Ancak hikaye burada bitmiyor. Çalışma gününün sonunda gittikleri tuvalette Stalin’i çekiştire çekiştire olayın dedikodusunu yapmış politbüro üyeleri. Stalin’in tuvaleti onlarınkinden farklı bir yerdeymiş. Bu yüzden kendilerini çok rahat hissediyor, basıyorlarmış kahkahayı! ‘Yalan söylüyor işte yalan söylüyor!!!’ Düşündüklerini nihayet yüksek sesle dile getirebiliyorlarmış. Ancak bilmedikleri bir şey varmış. Stalin onları tuvaletin penceresinden dikizliyor ve için için çok eğleniyormuş!

Haberin Devamı

Kitaptaki bir diğer kahraman şöyle söylüyor Charles’a:

‘Bütün bu hikayede bana inanılmaz gelen tek şey kimsenin Stalin’in şaka yaptığını anlamamış olması!’

‘Tabii’ diyor Charles, kitabı masaya bırakarak. ‘Zira etrafındaki kimse şaka nedir bilmiyordu. İşte bana göre, tarihte yeni, büyük bir dönemin açıldığını haber veren tam da buydu.’

***

Şimdiki zamanın tarihsel dersi mi? Elbette ‘ağır (abi) ol molla desinler.’

DİĞER YENİ YAZILAR