Yeni zamanlarda sadece Türkiye’de değil, dünyada da kabul gören bir eğilim var. Adına ‘whataboutism’ denilen, yazma çizme işiyle uğraşanların eskiden beri bildiği mantıksal safsata (logical fallacy) olarak tanımlayabileceğimiz bir hezeyan halinin devşirilmiş türevi bu. Bakmayın hezeyan hali deyişime. O kadar kabul görüyor ki, safsata oluyor sana gerçek gündem, su katılmamış mantıksızlık (hatta saçmalık) oluyor sana sahicilik. Hakikat sonrası çağın mikroskop altına alınması durumunda en çok öne çıkan hali bunlar olacak. Kısaca söyleyecek olursak: Saçmalık Cumhuriyeti. Bunu destekleyen tavırlar ve bu sorumsuz tavırların inşa edildiği cümlelerden oluşan bir yığın...
Mantıksal safsataların en temel özelliği ne diye soracak olursanız ilk etapta onların ‘mantıksal’ çıkarsamalar gibi görünmeleridir diyebilirim. Son derece ikna edici bir doğallıkta, insana ‘Aaa sahiden ha! Bak bu noktayı hiç düşünmemiştim’ dedirten bir yanları vardır. Zaten bu cümleleri sarf edenlerin de en büyük kazanımları ilk anda yarattıkları bu akıl karışıklığı ile kendilerine sağladıkları alan. Bu alanı yeni safsatalarla genişletmeleri ise işten bile değil çünkü safsata safsatayı seviyor kardeşim!
Peki normal bir insanın bu mantık hatası ‘silsilesinden’ ne türde bir kazancı var? Cevap çok basit: Zaman ve enerji kaybından başka hiçbir şey!
Eğer birilerini bilinçli olarak oyalamak istiyorsanız mantık hatası denilen bu yöntemle alıp başınızı gidebilirsiniz. En azından 21. yüzyılımız bunun için biçilmiş kaftan. Öyle bir tablo çizersiniz ki en üçkağıtçıyken en mağdur, en suçluyken en suçsuz noktasına varabilirsiniz.
Gelelim basın dünyasına. Medya öğrencilerine ‘Sakın ha yazılarınızda dil ve anlatımda bu tür mantık hatalarına düşmeyin, temadan sapmayın, anlattığınız her ne olursa olsun temadan saparsanız metinsel bütünlüğünüz ve argümanınızın gücünü kaybedersiniz’ diyen birileri bugün, tam da bu noktada ağaca çıkmış olabilir. Neden mi? Cevabı çok basit çünkü birçok metinde bu safsatanın baş tacı yapıldığına tanıklık etmekteyiz de o yüzden. Nedeni ne olursa olsun, tıpkı bir Tıp doktorunun ettiği yemin gibi, yazının amentüsüne saygı duymayı bir etik olarak görmeyen kalemlerin kuşatması altındayız. Sahte argümanların, gündelik politikalar kıvamında kendine yol çizmesi ise kimin işine yarıyor sorusu bile çok azımızın zihnini kurcalıyor ne yazık ki.
Dahası da var. Fikir teatisi denilen o durumlarda ise bu hal tavan yapıyor. Aslında çağımızın mantık hatası hastalığı da en belirgin olarak burada kendini gösteriyor:
Örneğin cezaevine düşmüş birinin hakkını savunurken, karşınızdaki çıkıp size şu cümlelerle ‘saldırabiliyor’: Evet ama 28 Şubat’ta neredeydiniz? Allah Allah demeye başlıyorsunuz çünkü sizin temel çıkış noktanız Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün kıtlığı.
Ya da Türkiye’de cezaevine düşen gazeteci sayısını verdiğiniz zaman, evet ama eskiden farklı mıydı diye bir soru geliyor. Oysa sizin argümanınız 21. yüzyılda düşüncenin hâlâ bir sorun olarak yaşanması.
Maslak Ormanı diyorsunuz, evet ama siz muhalefetin kırptığı ağaçları bilmiyor musunuz diye karşınıza çıkıyorlar.
İklim değişikliği diyorsunuz, yine evet ama diye başlayan cümleler geliyor.
Eğitimin hantallığı ve ezberi diyorsunuz, evet amalar sıralanıyor.
Kadın cinayetleri diyorsunuz... Evet amalar.
Çocuk tecavüzleri diyorsunuz... Evet amalar...
Çalan çırpanlar konusunda geliştirilen argümanı ise biliyorsunuz: Evet ama kim çalmıyor ki! Kardeşim temel sorunumuz kimin neyi çaldığı değil, çalmanın rezil bir şey olduğu ve bunu bu ülkede değiştiremezsek hiçbir şeyin değişmeyeceği.
Ya da nükleer karşıtı bir yazı yazdığınızda, nükleerin felaketini teslim etmek yerine, Batı’yla mücadele etmenin ön koşulunun enerji savaşı olduğunu dillendirebiliyor karşınızdaki. Kısacası evet ama diye başlayan o cümleler tipik bir ‘whataboutism’. Yani mantıksal safsatanın pek güzel ivmelendiği yerler.
Bunun toplumda düşünsel bir verimlilik yarattığını savunanlar da maalesef bu grupta. Elbette bu da bir ‘whataboutism’. Zira düşünsel verimlilik birini yenmeye, alt etmeye, küçük düşürmeye, onu karalamaya çalışmak değil, onunla buluşmaya çalışmaktır. Ya da buluşmaktan da vazgeçtim. Yan yana durabilmeyi başarabilmektir. Hatta bundan da vazgeçtim. Farklı olmanın mümkün olabileceğini kabul etmek demektir.
(Evet ama??? )