‘Dibe vurduğumuza göre artık yeni bir şeyler denemeliyiz.’ Yunanlı bir işsiz.
***
İkinci kahveyi söylüyorum.
‘Demek beğendiniz’ diyor Yunanlı adam. ‘Ben yaptım!’
‘Kesinlikle evet’ diyorum. ‘Minnettarım! Bu cappuccino falan değil, resmen sütlü kahve. Çocukluğumda içtiklerimden!’
Büyüklerin kimsenin okumayacağı mektuplar yazdığı, çocukların kimsenin cevaplamayacağı sorular sorduğu (AlejandroZambra’nın, Çiğdem Öztürk’ün çevirisiyle Notos’tan çıkan yeni kitabı ‘Ağaçların Özel Hayatı’nda rastladığım zamane bir cümle bu) bir dünyada Yunanistan’ı bekleyen zor günlerden bahsetmiyoruz bile. Küresel ekonomiden de. Varsa yoksa bulunduğumuz kıyı. Ege denizi balıklarındır fikrinin bizi gizli gizli (belki biraz hüzünle) komşu komşu gülümsetişi. Bir anlık da olsa bir umut...
Sütlü kahve ve varsa yoksa gittikçe yoksullaşan kıyının da bu biçimde değişebileceğine inanmak. Mümkün mü bu? İnsan, muktedir olduğu yetiye inanırsa, neden olmasın! Sadece Yunanistan için de değil, neredeyse aynı yolun yolcusu olduğumuz bu dünyada, kaderleri kesişen insanlar, ballı yöneticiler topluluğunun el pençe divan vergi kaynakları olarak bir şeyleri yeniden düşünmek durumundayız.
Öyle değil mi?
‘Bilmiyorum,’ diyor adam. ‘Ben hep denizde, özgürüm zaten!’. Yüzünde sütlü kahve tebessümü, nüktedan. Ona, ‘Ağaçların Özel Hayatı’ndan bahsetmemiştim bile!
***
Gelelim kitabın yazarı Zambra’ya. Şilili yazar Zambra, dünyanın en önemli dergilerinden biri olan Granta tarafından İspanyolca yazan en iyi yirmi iki romancı arasında gösterildi. Onu okurken sütlü kahve gülüşlü Yunanlı arkadaşımızın sözünü ettiği sonsuzluk hissi içerisinde farklı bir yerlere doğru aktığınızı hissediyorsunuz.
Ha, bu iyi yer neresi?
Herkese göre değişir elbette ama Zambra’ya göre bakın nasıl bir yer burası:
‘Şimdi bir kez daha, tıpkı bir deli gibi boşluğa doğru yüksek sesle söylüyor: hoş görmek, dayanmak, yüklenmek, katlanmak, taşımak, tahammül etmek, sorumluluğu üstlenmek, gecenin sorumluluğunu üstlenmek -karanlığı kabullenmek, geceden payımıza düşeni taşımayı bilmek, gecenin bir bölümünü kabullenmek, karanlığı yenmek, ışıktan artakalmak, gecenin içine dalmak, karanlığın sorumluluğunu üstlenmek, gecenin sorumluluğunu üstlenmek.’
Zambra’nın anlattığı öyküyü çok ilginç buldum. Şöyle ki, öncelikle küçük bir çocuğa anlatılan hikayelerle başlayan roman, sonrasında hayata evrilen bir gerçeğe ve bu gerçeklerle ilgili anımsamalara, bu anımsayışlarla çizilen sahici hikayelere dönüşüyor. Başka bir deyişle hayalden gerçeğe, geçmişten geleceğe doğru bir yolculuğa davet ediyor bizi Zambra. Ve sanırım esas olanın, iyi de olsa kötü de olsa gerçekle yüzleşmek, gerçeğin sorumluluğunu (elbette onu değiştirebilmenin sorumluluğunu da) alma ve ancak böylelikle devam edebilme, dahası özgürleşebilme şansımız olduğunu fısıldıyor bizlere. Koşullar ne olursa olsun kurbanlık olmaktan kurtulabilme şansımız olduğunu:
‘Her şeye hazırım demek hoşuna gidiyordu birkaç yıldır. Her şeye hazırdı, her şeyi yapmaya, ona verecekleri ne olursa olsun almaya, ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylemeye. Hatta söylemek istemediği şeyleri söylerken kendi sesini duymaya bile hazırdı. Ama artık yeter. Artık her şeye hazır değil. Artık özgür.’