George Orwell’ın ‘1984’ adlı romanını sadece bir edebiyat eseri olarak anabileceğimiz günleri ummaya devam ediyoruz. Ne yazık ki yaşadıklarımız, dahası, yakın gelecekte tanık olacaklarımız George Orwell’ın totaliter bir karşı ütopyayı anlattığı ölümsüz eserini ‘siyasal’ anlamda hatırlatmaya devam edeceğe benziyor.
Nasıl desem, geçen hafta biz İstanbulluların yaşamına dalan bir sis vardı. Kentle, yaşamla, görme ve algılama yetimizle aramıza bir perde çekilmişti sanki. Romantizmin de bir sınırı olmalıydı. Yaklaşık 24 saat süren bu sisten daraldık, bunaldık. Zira bir metre ötemizi görememek pek de parlak bir duygu sayılmazdı. Sembolik olarak düşünüldüğünde ise söz konusu sis bambaşka bir anlama bürünüyordu. Özgürlüklere geçirilen kılıfların insanda yaratabileceği korku senaryolarının provası da denebilirdi buna.
Yasaklardan göz gözü görmezse
Haydi bakalım. İnternet yasağıydı derken şimdi başka bir yasakla burun burunayız. Yeni MİT kanunu teklifi... Bu durumda bankalar, kamu kurum ve kuruluşları bize dair ne varsa hepsini MİT’e bildirecek. Dahası bu kurumlar kendi veri tabanlarını direkt olarak MİT’e yönlendirecekler. Kısacası sır diye bir şeyimiz kalmayacak. Kişisel yaşamın gizliliği ortadan kalkacak tümüyle. Bir nevi 1984’teki ekran hegemonyası altına girecek özgürlüklerimiz (zaten az çok öyleyiz de karıştırmayalım şimdi). Teklif onaylanırsa tümüyle kodlanıp fişleneceğiz. Kısacası, yasal olarak, kanunlar çerçevesinde gözleneceğiz.
Başka bir deyişle söyleyecek olursak Orwell’ın bahtsız kahramanı Winston Smith’in yazgısıyla pişti olmak üzereyiz! Smith’in başına gelenler de aşağı yukarı bunlardı. En azından başlangıçta! Sürekli denetim altında ve kendine ait hiçbir alanı olmayacak biçimde ‘yaşaması’ bekleniyordu ondan. Kendine çizilen yazgıya uyum göstermesi ve etrafındaki çeperi asla zorlamaması, asla. Bu çeper zorlanmayınca her şey çok kolay akabilecek, sistem kendine yeni yeni kurbanlar yaratmaya devam edecekti. Asıl hikâye ise kurbanların gerçekle kurdukları ilişkiydi. Bu ilişki bir süre sonra gerçek dışı ve sisler içerisinde kalmış bütün yalanları tıpkı gerçekmiş gibi dayatıyordu kurbanlara. En azından kitapta böyleydi...
Gelelim bugüne ve Türkiye’ye. Sahi, size ait ne varsa devletin iradesine devretmeye hazır mıyız, hazır mısınız?
- Sevgili Buket Uzuner annesini yitirdi. Anne gibi yâr olmaz. Uzuner’ciğim, başın sağ olsun.