Okuryazar

Haberin Devamı

13 Ekim günü yazdığım yazıya bir okurumuz ilginç bir yorum getirmiş. Yazıda ifade etmiş olduğum, çocuklarımızı ve gençlerimizi kitap okumaya nasıl yönlendirebileceğimiz sorusunun ‘önemli’ değil, ‘en önemli konumuz’ olduğunu söylüyor.

Haklı.

Okurumuz benim sözünü ettiğim ‘edebiyat okuru olmak’ hususunu ilk etapta okuryazar insan olmak biçiminde ele almış ve kanayan yaramıza parmak basmış. Sizinle paylaşayım satırlarını:

‘Eğer bir öğrenci bırakın okumayı, güzel okuyamıyorsa, yani anlamlı okuyamadığından, okuduğunu tam anlayamıyor ve algılayamıyorsa başta matematik olmak üzere hiçbir derste başarılı olamaz. Okuduğunu anlayamaz ise anlatma yeteneği ve kendini ifade kabiliyeti gelişemez.’

Ben okurumuzun neden ‘matematik’ üzerinde yoğunlaştığını tahmin ediyor ve dediklerine bir parça ekleme yapmak istiyorum. Ülkemizdeki ‘matematik dersi’ algısı da sorunlu, bunu biliyoruz. Sadece sayıları toplayıp çıkarma değildir matematik. Analitik düşünebilmenin yolunu açan bir pusuladır da. Sınavlar, sınavlardan elde edilecek sonuçlar çok önemlidir de düşünmenin yolunun matematikle açılabileceği, düşünme ile matematiğin birbirini destekleyen karşılıklı aynalar olabileceği pek de umurumuzda değildir. İşin tuhafı bunu ne matematik hocaları önemser ne de diğer derslerin hocaları. ‘Edebiyat çok sıkı bir matematiksel ağdır’ dediğim zaman çoğu insanın yüzünde tuhaf bir soru işareti belirmesinin nedeni budur belki de. Yaşamlar akar, öğrenciler büyür, öğretmenler değişir. Ancak değişmeyen çok önemli bir şey vardır: Böyle gelmiş böyle gider kanısı! Her şeyin ayrı ayrı önemli ama aynı zamanda bütünün bir parçası olabileceği fikri müfredatın gri yüzünde boğulup gider ve ezber denilen canavar hemen her seferinde kazanır!

Öte yandan çocuklarımızı, gençlerimizi çok dilli yapmak isteriz, çağı yakalamanın bu olduğuna inanırız. Ancak anadilini kavrayamayan, o dilde okuyup, yazmayı ve düşünmeyi öğrenemeyen bir zihin için öteki dillerin anlamı da anadildeki eğitim ‘kadar’ kalmaya mahkumdur. Sıfatların, zarfların, yüklemlerin anlamı altı kırmızılarla çizilen ‘bu sıfattır, bu zarftır, bu da yüklemdir’ işaretlerinden ibaret tanımlar değildir. Onlar yaşar! Sıfatlar, kullanılan bütün isimlerin zenginleşmesine, genişlemesine, çoğalmasına eşlik eder; zarflarsa yüklemleri çoğaltır. Bu nedir peki? Zenginleşmedir elbette. Dilin zenginleşmesi ise düşüncenin zenginleşmesi ve derinleşmesi, daha çok insanla buluşabilmeniz, daha çok yaraya daha çok merhem olmanız demektir. Dilin denklemini ve matematikselliğini kavrayabilmek insanın kendini anlatması ve ifade etmesinde paha biçilmez bir genişlik sağlar.

Bunun reçetesi ise okumak, daha çok okumak ve düşünmekten geçiyor. Bunu pekiştirecek öğretmen kadrolarına çok ihtiyacımız var. Dahası işlevsel kütüphanelere! Bu yüzden bu tür yazılarımda kütüphanelerin paha biçilmez önemini her seferinde vurguluyorum ve bu işe gönül vermiş olan okurlarımızdan çok sayıda mektup alıyorum. Hemen hepsinin şikayeti ve dertleri ortak. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda çok az yol kat ettiğini söylüyorlar!

Kendini anlatma ve ifade etme yeteneğinden yoksun olan insanların oluşturduğu bir toplum çok kolay sürüklenir.

Bizler o sürüklenen toplumlardan olmayalım. En azından gençlerimiz bu yolun yolcusu olmasın. Önce okuryazar bireyler, sonra okur, sonra belki yazar, ama en önemlisi kendilerine, yaşama, dünyaya ve sevgiye açık insanlardan olsunlar.

DİĞER YENİ YAZILAR