Sosyal belediyecilikle ilgili bir yazı yazacaktım. Yani birkaç ilimiz dışında ülkemizde pek de olmayan bir şey... Ancak ne olduysa oldu (içimin daraldığını lafı dolaştırmadan itiraf edebilirim) ve pek düşkün olduğum yazarlardan biri olan Ursula K. Le Guin’in Marifetler adlı romanına göz gezdirmeye başladım.
İkinci bölümde ilginç bir paragrafa takıldım. Sizlerle paylaşıyorum: ‘Ölüm, hikâyeleri bitirdiğini zanneder. Hikâyelerin onunla birlikte değil onun içinde bittiğini bir türlü anlamaz.’
Ölümün bu tuhaf hâlini kafamda canlandırınca, kaçınılmaz olarak aklıma kibirli insanlar geldi. ‘Dünya benden ibarettir’ diyen o tavırları vardır ya, onlar işte. Sanırlar ki hikâyenin aslı onların tekelindedir, onlarla vardır ve onlarsız hiçlik sınırına varılır. Bütün hikâyeleri tekeline aldığını düşünen bu tür insanlar, inanırlar ki kendilerinden sonra başka hikâyeler olmayacak. Dahası, o hâllerinin bile kendilerinden sonrakiler tarafından bambaşka hikâyelere dönüştürüleceğini hayal bile edemezler. Oysa, tıpkı ölümün varlığı yaşamı nihayetlendiremediği gibi, bu tür insanların varlığı da kendi ölümleri ve ölümlerine kadar olan hikâyeleriyle sınırlıdır.
Sonra ne mi olur?
Yaşam tüm gücüyle, yeni hikâyeler üretmeye devam eder. Yaşamının böyle bir hikâye olduğunu anlayanlar, onu hakkıyla yaşamayı bilenlerdir. Belki bu yüzden söz konusu ölüm bile onlar için bambaşka bir anlam taşır. Benden sonrakilere ne yapabilirim düşüncesiyle yaşar bu tür insanlar, ben nasıl hatırlanırım diye değil. Bu yüzden de daha az korkar ve daha çok mutlu olurlar. Yaşam bir inatlaşma ve kinayeler açmazı değil, her gün bir şeyler öğrenilecek bir tecrübedir onlar için. Ketum bir kâbus değil, olsa olsa içinde acısı ve tatlısıyla katedilen bir rüyadır.
Yıllar sonra...
Bunu belediyelere nasıl bağlayacağım şimdi bakın:
Son günlerde ODTÜ’de yaşananları takip etmeye takatiniz kaldı mı bilemiyorum. Kötü bir hikâye, kötü bir senaryoyla yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Bir belediyenin, arkasına devlet güçlerini alarak bir üniversitenin alanına dalıp, yol geçireceğim diyerek söküp aldığı ağaçlardan ve uyguladığı şiddetten haberdar mısınız?
Sizce bu hikâyenin sınırı nerede sonlanacak?
Bir hikâyeci olarak ben bir öngörüde bulunayım size: Yıllar sonra bir dede ergen torununu alıp adı hâlâ ODTÜ olan bir üniversiteye gelecek ve kampüsün içindeki ormanı torununa gösterecek. Ona diyecek ki ‘Bu ağaçları görüyor musun? Bu ağaçları benim annem ve arkadaşları tırnaklarıyla, canlarıyla, ruhlarıyla dikmişler buraya. Bugün hâlâ nefes alabilen bir Ankara’dan bahsediyorsak onların sayesinde.’
En önemli derdi sivilceleri olan küçük oğlan bunu pek anlayamayacak elbette. Çünkü onun zamanında herkese eşit mesafede durabilen, manifestosu insan, doğa ve yaşam olan sosyal belediyeciliğin hikâyesi çoktan başlamış olacak.
Muktedirin hikâyesi biter yaşamın hikâyesi başlar
Haberin Devamı