Baharatçılardan biriyle konuşuyorum.
‘Millet AVM’lere gide gide bizi unuttu’ diye dert yanıyor.
Ancak derin ve insana rehavet veren kubbenin altında biriken yığın, kısaca loş koridordaki insan seli bunun aksini ispatlar cinsten.
‘Bakmayın bu hale’ diyor ısrarla baharatçı. ‘Bunlar sel. İz bile bırakmayacak türden... Para dönmüyor.’
Tüh falan deyip baharatlardan konuşuyoruz o zaman. Pul biber, kara biber derken, ince kıyım kurutulmuş limon ve portakallara, rehavet veren yasemin çayına, dinçleştiren nar tozuna, güzelleştiren bir şeylere daha dalıp çıkıyoruz. Baharatı bol bütün muhabbetlerde olduğu gibi uzayıp gidecek bir fasıl bu.
Sonra tatlılar... Tatlılar, ballar hepsi dükkâna yayılmış. Gür ışıkların altında yenilesi olmaktan çıkmış, resmen vitrin malı olmuşlar. Bak bak doyamıyor insan renklerine. Hiç kuşku yok ki Mısır Çarşısı, sarıyı, güneş ve toprak rengi bir kıvamda, bir başka güzelleştiriyor. Tarçından, safrana uzun bir yolculuk bu. Baklavanın kıvamlı nemli saflığında, kolesterole, evhama, kiloya, ölüme uzanmayacak bir renk duygusu da bu yüzden hakim sanki. Çok eski, sonsuzluğa dair bir lezzet Mısır Çarşısı, hiçbir lezzetle kolay kolay takas edilemeyecek olan.
Oradan çıkıp bir kahvecide oyalanıyorum. Kahveyi kavuran kavruk oğlan, önünde yığılmış insan kalabalığını işaret ederek ‘buranın sesi tükenmez’ diyor. Az ilerde silahını tavana çevirmiş polislerle hemen hemen aynı yaştalar. Mısır Çarşısı, kalabalık, kalabalık olduğu kadar da genç.
Salçacılara uğradığımda kırmızının tonlarına dalıyorum bu kez. Kan değil, bir iki saat sonra bizlerle buluşacak günbatımı rengi bu! O kızıllıkla, çantamda, hiç aklımda yokken birikmiş kuruyemişler, kahveler ve türlü baharatlarla Yeni Cami’nin arkasına yöneliyorum. Çarşaflı kadınlar banklara oturmuş sigara tüttürüyor. Mısır Çarşısı’nın soluduğu hava, açığı kapalısı, çocuklusu, bekarıyla kadın.
Sonrasında Meydan’ın ortasına doğru yerleştirilmiş yürüyen bantlı yol yine ilgimi çekiyor. İnenleri ve çıkanlarıyla tarihi Meydan’ın ortasına kurulmuş olan modern bir tuvalet bu. Son yıllarda ülkenin ‘ileri’ teknolojiyle kurduğu bağın ilginç bir yansıması!
Bereket, çocuklar giriyor hemen sahneye. Elbette onlarla birlikte neşe de. Simit, çay, bitki tohumları, sümbüller, kestane de cabası...
O zaman, turkuaz renkli küpelerin gümüş saçlı esnafının dediklerini hatırlıyorum:
‘Yan yana durmalıyız. Barış ve kardeşlik dediğin böyle gelir. ’
Mısır Çarşısı, iyi kötü restore edilen bir sürü yapısı, cümbüşüyle bu duyguyu kucaklamaya niyetli bir başlık gibi gelse de, aynı zamanda, ortalığı kaplayan uğultu, ne yazık ki, gerçek bir tınmazlığı da işaret ediyor.
Barışı telaffuz ettiler diye nice insanın başına neler neler geldiği, birçok insan tarafından umursanmayan bir ülkede, güzel bir geç ikindi güneşinin altındayız. Mısır Çarşısı biraz da bu ürküten vurdumduymazlığın adı.
Mısır Çarşısı ve etrafında gezinen hava, bizim buralar, tanıdık, eski, yeni, hatta yepyeni... Ancak, şimdilik, aynı.