‘Bizi özgür kılan hakikat, genellikle, duymak istemediğimiz hakikattir.’
Herbert Sebastian Agar
Yukardaki alıntıyı Zygmunt Bauman’ın ‘Akışkan Modernite’ (Can Yayınevi, çev. Sinan Okan Çavuş) adlı kitabından aldım.
Kitabın ‘Kurtuluş’ adı verilen ilk bölümünde, Bauman bizleri Homeros’un ünlü epik destanı hakkında yazılmış bir metne taşır. Kirke’nin laneti nedeniyle domuzlara dönüşmüş gemicilerin özgürlükle kurduğu bağ üzerine kaleme alınmış bu metin (Odysseus ile Domuz: Uygarlığın Huzursuzluğu, Lion Feuchtwanger) gemicileri tekrar özgürlüklerine kavuşturmak isteyen Odysseus’un gemiciler tarafından nasıl ifritle karşılandığını da tartışır.
Hasbelkader yakaladığı bir domuza büyülü otu sürer sürmez eski haline, kısaca kendi halinde bir gemiciye dönüşen denizci bakın neler der (Odysseus için):
‘Yine mi sen, lanet olası, işgüzar herif! Yine mi başımızın etini yemek, bizi canımızdan bezdirmek istiyorsun; yine mi her türlü tehlikeye atılalım; yine mi durmadan yeni kararlar almaya zorlayalım kendimizi? Oysa ne kadar mutluydum ben; gönlümce çamurda yuvarlanıyor, güneşin altında uyuşuk uyuşuk yatıyordum, hapur hupur yemek yiyor, canımın istediği gibi homurdanıp böğürüyordum, aklımda ne derin düşünceler vardı ne de şimdi ne yapsam, şunu mu yoksa bunu mu gibi endişeler vardı. Ne diye geldin ki? Beni tutup lanet olası eski hayatıma göndermek için mi?’
Bu noktada Bauman tekrar karşımıza çıkar ve özgürlüğün bir nimet mi yoksa bir karabasan mı olduğunu tartışır bizlerle. Yoksa nimet kılığına girmiş bir lanet midir özgürlük? Ya da ‘lanet olmasından korkulan bir nimet mi?’ Bu noktada ‘özgürleşmeyi politik reform gündeminin, özgürlüğü ise değerler listesinin en başına koyan modern çağın’ hep bu ya da buna benzer sorularla karşımıza çıkacağını savlayan Bauman, çağımızın bir başka sırrını da bizlerle paylaşmaktan kaçınmaz:
‘Özgürlüğün çok yavaş ulaşılan bir hedef, özgürlüğe asıl ihtiyacı olanların ise bu hedefe ulaşmakta son derece gönülsüz oldukları’ apaçık ortaya çıkmıştı. Cevaplar iki gruptu. Çok basit bir çerçeve çizmek gerekirse: İlki sıradan insanların özgürlüğe ne kadar hazır olduklarını sorguluyordu (bakınız gemicinin yakınması). İkinci grup cevaplar ise insanın özgürleşme çabasında ‘özgür bir bireyden çok bir iblise dönüşeceği varsayımına dayanıyordu’. Öyle ki ‘özgürlüğe ulaşmak’ için topluma teslim olmak ve onun normlarına uymaktan başka bir yol görünmüyordu. Kısaca domuza dönüştürülmüş gemiciler olarak kalmak kimileri için sahici bir seçenek olabilirdi.
Günümüze gelecek olursak...
Bauman’ın beyin fırtınası yaratan ve uzayıp giden özgürlük tartışmaları bir yana, günümüz yaptırımlarının çoğu bu ikinci cevap üzerinde yoğunlaşıyor. Ne yazık ki...
Ve bunun üzerinden parsayı toplayanlar... Vatan, millet, Adapazarı diyerek her yeri yüzsüzce kaplıyor, kaplıyor, kaplıyor. Cebini de alabildiğine doldurmayı eksik etmeyerek elbette.
Yaşadığımız günün tahlilinin bu kadar basit bir noktada seyretmesi ne büyük bir kadersizlik; bunu bir fırsat gibi görenlerin yaptıklarına tanıklık etmek ise ne büyük bir insanlık dersi.