Kurgu...

Dünkü yazımda Levent’i bir teneffüs boyunca arayan Melih’ten bahsetmiştim size.

Şimdi yazacaklarımsa elbette Levent'le ilgili; çünkü bazen tek yönlü bakış bir hikâyeyi yanlış ya da eksik anlamamıza neden olabilir. Ki çoğunlukla da yaptığımız budur.

***

Levent’in en büyük düşü zaman içerisinde yolculuk yapmaktı. Bunu en yakın arkadaşı Melih'e defalarca söylemişti. O gün öğle teneffüsünde bunu Melih’e hafif yollu çıtlattı ama oyuncu bir kerata olduğundan fazla detay vermedi. Saklambaç oyununu bahane ederek, satranç tahtasının oraya indi ve oradan gözü kara biçimde geçmişe sızarak, Troya’ya uçuverdi.

Melih sezgileri çok güçlü bir çocuk olduğu için Levent’i doğru bir biçimde takip etti etmesine; ama onu Troya’da aradığı zaman, İstanbul’da hemen her yerin hafriyat kamyonlarıyla inim inim inlediği bir zamandı. Gerçeğin kendisi suiistimal edildiğinde, kısaca hayat dejenere olduğunda, hayallerin içine turp sıkıldı demektir. O zaman hayaller iyice kısıtlanır ve sadece parayla satın alınabilir; dahası, kredi kartına taksitle 10 ay, bilemedin 24 ayda falan ödenebilir. Kara para aklayanlara ise hiç girmemek en iyisidir.

Haberin Devamı

İşte bu yüzden hatlarda bozukluk oldu; zaman yolculuğu o rezil hafriyat kamyonlarının yanlış titreşimleriyle Melih’i yanlış bir zamana atıverdi. Melih, toprağı delicesine eşeleyenler ve inşattan zuhur ‘gıcır’ hayat felsefesi yüzünden arkadaşına kavuşamamış ve Troya Savaşı’nın hemen öncesinin içine düşüvermişti.

Oysa Levent, bir ışık aşığı olan Levent, ışığı takip ederek Çanakkale Boğazı’ndaki bir ışık fenerine doğru yol almış, 7 yaşından umulmayacak bir maharetle, iptidai çakarın dalgaları gören mevkiine, hafriyat kamyonlarınınki ne ki, bütün dünya seslerine fark atarak ışık hızıyla varmıştı. Niyeti, 21. yüzyıldan getirdiği babasının son model el fenerini, o akşam sularda yolunu kaybedecek Leandros’a tutmak ve ona yol göstermekti. Ki Leandros, karşı kıyıda tutsak edilmiş Hero’ya, o en büyük aşkına yüzerek kavuşabilsin. Ne olur ne olmaz diyerek yanında pil şarj aletini de getirmiş ama zaman yolculuğunda bu aletin baskıya dayanamayıp büzük büzük olacağını hayal edememişti. Dahası, aynısı piller için de geçerliydi. Ne oldum dememeli ne olacağım demeli sözü pil familyası için yazılmış bir söz olsa gerekti!

Haberin Devamı

‘İçine tüküreyim!’ diye kötü bir laf etti Levent. Sonra panikle hemen etrafına baktı. Bereket etrafında kimse yoktu. Oh! Dalgalar bütün sesleri geçmişten geleceğe yutuyordu.

Akşam olduğunda nasıl işaret verecek ve o genç aşığı karanlıkta kalmaktan kurtaracaktı şimdi? Ve Melih’i beklemekten başka bir çare bulamadı. Melih’in aklına çok güvenirdi. Gelse, ipuçlarını bulsa hemen çözerdi işi Melih...

Ama Melih gelmedi. Kim bilir ne olmuştu. Akşam oluyordu ve Levent’in elindeki piller ona bakıp duruyordu, Levent de onlara.

Derken topaç yüzü aydınlandı. Ve çılgıncasına bağırdı:

‘Buldum!’

Melih’in bir sözünü hatırlamıştı. (Levent’ti bu. Melih’in Albert Einstein’ın sözünü söylediğini fark etmesi zaman alacaktı elbette; ama zaman Levent için ışık demekti zaten!):

‘Karanlık diye bir şey yoktur; karanlık ışığın yokluğudur’ demişti Melih bir seferinde bilmiş bilmiş.

Haberin Devamı

‘Leandros’a, sulara dalmadan önce hemen bunu anlatmalıyım; umutsuzluk karanlığın ta kendisidir demeliyim’ diye yine yollara düştü bizim Levent. Yer zaman tanımaz deli bir oğlandı, çılgın bir şey. (Büyüyünce görecekti, o ayrı konu.)

Leandros’un bunu ne kadar anlayıp uyguladığını ise mitoloji bilir.

DİĞER YENİ YAZILAR