Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor: ‘Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?’ diye sorar Kubilay Han.
‘Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavisi’ der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler:
‘Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var o da kemer!’
Marco cevap verir:
‘Taşlar yoksa kemer de yoktur.’ (Görünmez Kentler, ItaloCalvino)
***
Zaman aşımına uğrasa da yazacağım. Haftanın başında kimilerinin rol model olarak seçebileceği MHP Genel Başkanı’nın konuşmalarına avalaval bakıyorum. Aval aval, evet. Çünkü normal bir ülkede, bir parti liderinin kendisinden başka bir partiye oy verenleri böylesi bir dilde ‘eleştirmesi’ üzerine direkt hukuk devreye girer ve gereken işlem neyse o yapılır.
Ama ülkede hukukun yerinde yeller esiyor! Rüzgârlar içerisindeyiz.
***
Rüzgâr. Bir arkadaşımın aktardıkları düşüyor aklıma.
Klima insanı değildir ama o sıcak günde bulunduğu bekleme odasının klimasına şükran duymak üzere.
Ve bekleme odasındaki ekip. Hepi topu o ve yaşlı bir adam. Tesadüfen bir araya gelmiş o insanlardan. Tesadüf zaman ve tesadüf mekânların insanları. En azından kendisini böyle kandırabilir! Bir klinikte bekleme arkadaşlığı da denilebilir. Derken yaşlı adam telefonla konuşmaya başlıyor.
‘Koçum dikkat et, her yeri bombalıyorlar. Aman uzak dur!’ diyor kendinden emin bir sesle.
Bombalamak mı?
Yine mi?
Yine mi köyler bombalanıyor? Silopi? Yeniden? Allahım bu nasıl bir cinnet halidir ya! 90’ların kabus günlerine mi dönüyoruz yoksa? diye mırıldanmaya başlıyor arkadaşım (böyle bir karşılaştırma için bkz. Cenk Sidar’ın yazısı: http://www.diken.com.tr/turkiye-90lara-donmuyor-bu-zihniyetin-bizi-tasidigi-yer-cok-daha-karanlik/)
Korkarak, çekinerek, klimanın dehşetengiz soğuğundan mı olayın vahametinden mi, ürpererek soruyor arkadaşım:
‘Atladığım bir şey mi var? Yeni bir yerler mi bombalanıyor?’
Deminden beri kibar kibar birbirlerine baş sallayan, klimanın ferahlığını, hemşirenin girip çıkmasını işaret eden sessiz muhabbetleri bu cümleyle ete kemiğe bürünüyor ama asıl, saçları kırlaşmış adamın sözleriyle ruh buluyor. Artık o nasıl bir ruhsa, anlayın işte... Bu ruhla celallenmiş haldeki adam başlıyor nakaratına:
‘Her yeri bombalıyorlar her yeri!’
‘Ne diyorsunuz siz yahu?’ diyor arkadaşım.
‘Bırakın bombalasınlar’ diyor. ‘Pis teröristler...’
O noktada işler biraz karışıyor sanki. Yaşlı adam ve arkadaşım göz göze geliyor ve bir müddet öyle kalıyorlar. Arkadaşım dayanamayacak, dayanamıyor:
‘Bunlar erken seçim manevraları, biliyorsunuz değil mi? Soyup soğana çevirdikleri ülkeyi biraz daha...’
Ağzında bakla ıslanmayan o çok iyi tanıdığım kadına dönüyor arkadaşım birden. Eminim birazdan alevleri de çıkar!
‘Hanımefendi ben AKP’li değilim. Ben MHP’liyim’ diyor adam.
‘Şu günümüz saraylısı halleri desenize...’ (Alevler)
Yine bir müddet sessizlik. Arkadaşım ejderha halinden şikayetçi değil. Ya da biraz sıcak mı bastı ne?
Az önceki hemşire yeniden giriyor içeri. Klimayı bir derece daha düşürüyor ya da arkadaşıma öyle geliyor.
‘Naci bey?’ diye bakınıyor etrafa hemşire. Sanki Naci Bey’i klimanın serabında arar gibi bir hali var.
‘Benim’ diyor Naci Bey ve arkadaşıma pis pis bakıyor.
Arkadaşım hiç üzerine alınmıyor ve devam ediyor:
‘Bu iş kanla olmaz Naci Bey’.
Naci Bey giderayak heyecanlanmış durumda.
‘Neyle olacak peki hanımefendi?’ (Hanımefendi’yi ‘sizin gibiler’ edasıyla söylüyor)
Naci Bey... Şimdi bu alevlerle nasıl toparlayacak tam olarak bilemiyor arkadaşım. Ama mutlaka toparlayacak. Haydi. (toparlar, eminim) Ve öyle de oluyor:
‘Demokrasiyle olacak, neyle olacak Naci Bey... İnsanlar demokrasiyi bir lüks olarak görmedikleri zaman. Bu iş kanla çözülecek iş değil. Sağduyu ve ölçülü bir cesaretle çözülecek bir iş. Hırsızlar kendilerini kanla saklamamalılar ve bizler, hepimiz buna izin vermemeliyiz’ diyor ‘makineli tüfek’ gibi!
Oh be!
Alevler usul usul sönüyor. Naci Bey, bu cevap tipinden mutsuz, kontratak geliştiremediğinden bezgin ve üzgün, hemşireye bakıyor ek zaman ister gibi, yok hemşire aceleci. Naci Bey zamanı olsa kim bilir neler derdi. Ama zamanı yok işte.
İyi ki yok.
***
Yine de umutluyum. Savaş tektek taşlardan oluşan bir arbedeyse, barış da, neden olmasın, tek tek taşlardan oluşan bir köprü, kemer anlamına gelebilir. Barış yanlıları bu yüzden, tam da bu yüzden asla pes etmeyin. Hele bugünlerde!
Şimdilik son not: Ahmet Ümit, sağ olsun, bu hafta okunacak kitabı işaret etmişti. Katılıyorum, tabii. Çetin Altan’dan VİSKİ!