67. Cannes Film Festivali’ni daha farklı anımsayacağız. Ülkemizin kıymetli yönetmenlerinden Nuri Bilge Ceylan “Kış Uykusu” filmiyle büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazandı. Gerçekten de büyük bir başarı!
Ödül törenini izlerken farklı duygulara kapıldım. Zaman zaman gözlerim doldu. Belki de bu yüzden bu ödülü ve verdiği mesajı daha duygusal bir biçimde okudum. Tam da ortak bir dünya yaratma fikrinin karşıtı olacak yerlere, üstelik bir daha dönmemek üzere savrulmak üzereyken bizler... Dünyeviliğin kendinden başka hiçbir kimseye ve hiçbir farklı duyguya bakmamak olduğu sürekli olarak pompalanırken; yaşamın, suni bir yarıkla ayrılabilirmiş olduğuna inanmamız beklenirken ve bu yarığın sahici olduğuna dair vasat tanımlara doğru sürekli olarak itilirken.
Başka renkler
Ödül, sadece felaketlerin bir araya getirebildiği (o da şüphe götürür ya) bir ülkenin, yaşamla yepyeni bir ilişki geliştirebileceğinin ipuçlarını verdi bana. Bunun mümkün olabileceğinin işaretlerini gösterdi! En azından bizim gibi toplumlarda çoğulluğu özleyenler için yüreklere su serpen bir yanı vardı. Bu hâliyle sanatın dünyeviliğine işaret ediyordu, dünyeviliğine!
Hemen hiç kimsenin, kendisine benzemeyenlerle kurmadığı, kuramadığı, kurmak istemediği ve bu yüzden de hem yaşamdan hem de dünyadan kendini soyutladığı, soyutlandığı ve kendi içinde iyice ıssızlaştığı bir dönemeçte bulmuştu bizleri ‘Kış Uykusu’. Hemen hepimizin kendi köşelerine itelendiği yerde çıkıvermişti karşımıza. Başkalarını görmek, duymak, hissetmek, dahası başkaları tarafından görülmek, duyulmak ve hissedilmek şansının en aza indirgendiği, adına kum fırtınası diyebileceğimiz ve aynı zamanda nereden ve nasıl geldiğini pek de tanımlayamayacağımız bir olanaksızlıklar diyarında bize başka bir şeyler fısıldamıştı bu sanat olayı. Hemen herkesin kendi deneyimlerinden sorumlu bırakıldığı, yaşamda başka hiçbir deneyimin olmadığı ve olamayacağı noktasına savrulduğumuz bir anda, hemen her şeyin sadece kendini tekrarlayıp durduğu, bu tekrarların dünyanın en yeni icadıymış gibi servis edildiği, üstelik buna inanmaktan başka çaremizin kalmadığı fikrinin sürekli dayatıldığı bir hazan ilkyazında, başka, bambaşka bir anlamla karşımızda duruyordu sanki.
Çoğul ses
Sadece tek bakış açısı, tek perspektif, tek renk, tek sesle, ne zamandır tekleyerek, sürüklenerek tıkandığımız o yolda bize sanatın ÇOĞUL sesini hatırlattı ‘Kış Uykusu’. O çoğul ses, kişinin kendisinin dışına çıkabildiği, kendi gibi olmayanların sesini duyabildiği, yaşamda sadece kendi deneyimlerinin ‘deneyim’ olduğunu kanıksamadığı, kendi imgesine dışarıdan bakabildiği müddetçe yaşamı ‘görebileceği’ anlamına geliyordu. Kısacası, umulanın ve dayatılanın tersine, ne hayal ne de uzaktı. Gerçekte en dünyevi olandı o. En sahici ve en kalıcı olan. Ve insana insan olduğunu hatırlatan. Düşünmemizi ve idrak etmemizi sağlayan.
Ödül için sahneye çıkan Nuri Bilge Ceylan konuşmasında ödülünü Türkiye’de geçen bir yıl boyunca hayatını kaybeden genç insanlara adadığını söyledi. Basın toplantısında ise bu genç insanların bizlere çok şey öğrettiğini, bazılarınınsa yaşamlarını bizler için feda ettiklerini ifade etti. Yarışma öncesinde de filmin kadrosu ellerinde Soma yazılarıyla karşımıza çıkmışlardı. İnsanı insana taşıyan bu sesi çok kıymetli buldum...
Sonrasında ‘Bundan daha dünyevi ne olabilir!’ diye düşündüm. Çoğul bir dünya, hâlâ mümkündü evet. Bunun içinse kültür ve sanat, en anlamlı yolların başında geliyordu.
Çok teşekkürler ‘Kış Uykusu’.