‘Tarihte yüzyıllarca yasaklanmış, toplatılmış, yakılmış kitapların alevi, dumanı akıl erdiremiyordu yazıya dökülmüş kelimelerin hayatta kalışına, direncine, gücüne.’
Murathan Mungan, Dokuz Anahtarlı Kırk Odada’dan
***
Öğrencim Yağmur’a geçen gün laf olsun diye sordum. ‘Seviyor musun yağmuru’ diye. ‘Valla şu ara kar yağsa daha çok sevineceğim’ dedi. Hırvat asıllı Alman yazar Zoran Drvenkar’ın ‘Soğuktan Korkmayan Tek Kuş’unu okumuştuk birlikte. Oradaki cesaret, bitmeyen bir kış mevsimini ve onun ağır, renksiz hükmünü dünya üzerinden silmek adınaydı. Drvenkar’ın yazma maharetinde bütün okurları kapsayan sesinin küçücük çocuklara ulaştığı yer tam da orasıydı. Bir kuş, altı üstü bir kuş yahu, cesaret, bahar ve renklilik adına sığındığı ve ilham aldığı sözcükleriyle kışa bile meydan okuyabilirdi! İlle de bir mesaj aranacaksa mesaj da belliydi: Yeter ki umut ve umudu besleyen cesaret sözcükleriniz hayatta kalmış olsun. Yeter ki siz o sözcüklere inanın ve onların yol gösterdiği yaşamla direnin, direncinize saygı duyun. Velhasıl iyi kitaptı iyi, Soğuktan Korkmayan Tek Kuş...
Güzelim Yağmur’un bizim coğrafyada, 2018’deki dileğine gelecek olursak... Bal gibi onun kendi halindeki kar tatili özlemini aşan bir ‘iklim faciası’ydı karşımızda duran ve bir an önce ‘gerekli’ önlemler (artık neyse onlar) alınmazsa, yağmur, hatta kar dualarının bile işe yaramayacağı bir yeryüzü trajedisini eşiğimize bırakmak üzereydi. Kısacası, Soğuktan Korkmayan Tek Kuş’taki feci kış tiranının, yaşadığımız zaman ve coğrafya dilimindeki karşılığı olan alaz savaşa karşı bir adım atmak gerekiyordu. Zira bu savaş değdiği her yeri çöle çeviriyor, ateş ve yıkımla kurutuyor, çoraklaştırıyordu. İşin içinde yağmur bulutlarını kuşa çeviren gökdelen lobisi de vardı elbette.
Şu öngörüye ne dersiniz?
Ocak’ın ortasındayız... Sibirya’dan gelecek soğukların desteğiyle ‘kış’ı bekliyoruz. Dilerim bu sefer gelir! Ancak çok daha önemli bir gerçek var. Ne kadar farkındayız bilemiyorum. 2023 gibi, yani yeni Türkiye’nin muhteşem ‘yeni’ umutları yılında, su kaynaklarımızın neredeyse hepsinin tükeneceği yolunda bir öngörü mevcut! Bu öngörününse ‘dış mihraklar’, ‘bizi sevmeyen ölsün’, ‘zaten Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ ‘bunları yazmak sana mı kaldı, sen de kim oluyorsun’ cümleleriyle geçiştirilemeyeceği de ortada. En azından olmayan bütçemizle sağdan soldan füze satın alıp bu ülkeyi yıllarca silah parası borcuna gebe bırakma mantalitesine son verilmesi şart. Ortadoğu’da savaş çıkarma hayalleriyle günlük kâr stratejileri yapmak yerine, bu ülkenin çok yakın zamandaki iklim darboğazına gerçek ve elzem çözümlerle yaklaşmak şart.
Bu halimle söylemeye çalışayım (böylece uzman mısın sen diye soran okurlarımı da gözetmiş olayım!): Bir kere içinde yer aldığımız bölgedeki ‘savaşlar’ın sonuçlarının neleri kapsadığını ciddi ciddi düşünmek gerekiyor artık. Dahası o atılan füzelerin toprağı nasıl mahvettiğini, doğa örtüsünü nasıl yok ettiğini anlamak gerekiyor. Ve bunun bize, hepimize neyle ve nasıl döneceğini anlamamız çok önemli. Geçtiğimiz yaz özellikle Marmara bölgesinin geçirdiği ‘tufan’, işlerin pek de yolunda gitmediğinin çok önemli bir kanıtıydı. Çok değil arabaların kaportaları kadar zihnimiz bu konuda ‘biraz rahatsız olmuş’ olsa, bugünden belki bir şeyler yapma yoluna gitmek mümkün olabilir-di diye düşünenlerdenim.
Bu yüzden, ‘hararetle’ Sibirya’dan gelecek soğukları beklerken (bile) yine de ‘sahi neden kış mevsimine geçemiyoruz a dostlar’ sorusunun, bu yazının ana fikri olmasını önemsiyorum.