Kuzenim Selda bu 22 Kasım’da ‘bir yaşına daha’ girdi. Eski arkadaşlarımdan Ferda da 17 Kasım’da. İkisini de ayın 20’sinde aradım. ‘Dost acı söyler’ dedim: ‘Yaşlandınız kızlar!’
‘Biz yaşlandık aman aman sen cücük kaldın!’ dedi Ferda. Güldük durduk.
Kasım ayını sevişim, bu iki insanı da sevişim demek. Bir de elbette TÜYAP var! TÜYAP deyince zihnimde tıfıl hallerimizle Taksim’e gitmişliğimiz, hatta Tepebaşı’ndan önce eskinin Marmara Etap’ının bodrum katında gerçekleşen ilk fuarlara, çölde susuz kalmış gibi dalışlarımız var.
TÜYAP o ilk hallerinde, bizlerse çiçeği burnunda üniversite öğrencileriyken kapıdan zar zor girişlerimizi hatırlıyorum. Uzun, bitmek bilmez kuyruklar olurdu.
Şimdilerde TÜYAP, bildiğiniz gibi Beylikdüzü’nde. Fazlasıyla steril sayılabilecek bir ortamda, kentten, kentin kalbi sayılabilecek Taksim’den çok uzak, belki de ben ve benim yaşta olanların gençliğinden de çok ırak bir yerde okurlarla şehirlerarası bir kıvamda buluşmaya devam ediyor.
Elbette zamanında tıkış tıkış başlayan bir fuar projesinin bugün bu noktalara gelmesi sevindirici. Ancak hiç kuşku yok ki Taksim kitaplara, kitap fuarlarına, kitaplar da Taksim’e yakışıyordu. Kitabın ulaşılabilirliği, kültürün hemen her zaman elimizin altında oluşu demekti bu diyar. Gençliğin o hali de yakışıyordu Taksim’e galiba. Meraklı, hüzünlü, yine de umutlu, yine de yenilmiş, ama bir o kadar da sesi bitmemiş bir gençlik olarak Taksimli olmak bambaşka anlamları taşıyordu içinde.
Kısacası bu ayı sevişim biraz da Taksim demek! Geçen akşam hummalı bir biçimde Taksim’in ‘taksim’ edilişine bir kez daha tanıklık edince de buna benzer şeyler düşündüm. Bugün orta yaşlı, yaşlı, biraz daha yaşlı olanlarımız için Taksim, bir sürü anlamı içeren bir kesişme alanıydı. Dostluklar, aşklar, manitalar, dersler, konserler, sinemalar ve elbette kitaplar. Hele ki bu yaprak ayında! Yaprakların meydanı havalandırdığı zamanlardaki Taksim’di yaşam. Aklımda tüm bunlar Taksim’den, Tarlabaşı’nı izleyerek Şişhane’ye gitmeye çalıştım. Ancak bir süre sonra, akşamın o saatinde bile devam eden ‘yangından mal kaçırma’ efektli inşaat hali fena halde canımı sıktı. İnsanların kişisel haritalarına hurra dalmayı kendine görev ilan etmiş, onlara pek de bir şey danışmayan bir sistemin içine düşen gölgemden hemen vazgeçtim ve dosdoğru geri döndüm Taksim’e.
Birilerine bir şeyleri şikayet etmek istiyordum! Bir değişim vardı ortada ama bu değişim tamamen betonlaştırma, insansızlaştırma ve kimliksizleştirme üzerinden yürüyordu.
İşte o zaman gördüm onları. Metronun girişini tutmuş ve imza topluyorlardı! Taksim’de olup bitenlere karşı insanlara anlattıkları şeylere kulak kesildim.
‘Taksim hepimizin’ diyorlardı. ‘Taksim Meydanı ve çevresi bir daha düzeltilmesi mümkün olamayacak kadar köklü bir şekilde değiştirilmeye çalışılıyor.’
Nicedir oradalar ve bu gidişatın durdurulması için imza topluyor, direniyorlar. Bana öyle geldi ki bugüne sahip çıkmak, en az geçmiş kadar geleceğe de sahip çıkmak demek. Bu gerçek, metrodan çıkanların pek de umurlarında değildi sanki. Oradaki arkadaşlardan biri ‘aslında olayları değiştirebileceklerine inanmıyorlar, o yüzden pek ilgilenmiyorlar bu imza işiyle’ dedi. Oysa her şey, tam da bu biçimde, böyle değişebilirdi.
Sevgili İstanbullular, bilmem ne kadar farkındasınız. Gezi Parkı yok edilmekte. Ağaçlar ve kentin nadir soluk alma alanları betonlaştırılmakta. Buna karşı çıkanlara destek verin. İmzanızı atın, sesinizi yükseltin.
Taksim’i sadece anıların Taksim’i olarak yaşamayalım. Çünkü gerçekten de Taksim bizim.
Anılarımız, kitaplarımız, dostlarımız ve kasım ayı gibi.
Dünya Yazarlar Birliği PEN Uluslararası Başkanı John Ralston’ın okuduğu Türkiye Bildirisi’nden bazı önemli cümleler:
‘İfade özgürlüğü asla otomatik değildir. Daima somut eylemlerle bağlantılıdır. İfade özgürlüğünü işlevli kılan da bu eylemlerdir. Yargı öncesi tutukluluklar, uzayıp giden davalar, yazarları uçurum kenarında hissettiren ceza ertelemeleri...
Bunlar yetmiyormuş gibi, Terörle Mücadele Kanunu’nun gittikçe daha pervasızca uygulandığını görüyoruz. Başka deyişle, bu kanun ifade özgürlüğünü kısıtlamakta kullanılmaktadır. Hayatlar tahrip ediliyor, ağır darbelere maruz bırakılıyor. İfade özgürlüğü kendini sansür ile sınırlandırılıyor. Hükümette, kapsamı ne kadar geniş ve muğlak olursa olsun böyle bir kanunun şiddete karşı mücadelede gerekli bir araç olduğuna inananlar var. İsabetsiz bir kanı bu. Dünyada terörle ilgili yasalar mutlaka olmalı ise, o takdirde dikkatle ve ayrıntılı kaleme alınmalıdırlar ki tüm yurttaşların temel hakları korunabilsin.
Türkiye’nin insanları ifade özgürlüğüne inanıyor. Onların yanında yer alıyor ve hükümeti harekete geçmeye davet ediyoruz.’