Bir traktör kazasında, kuş kadar para kazanmak için hayatını yitiren tarım işçilerine
***
‘Zamanın ötesine geçebilir misiniz?’ diye sorarlar Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’e.
O da aslında zamanın içinde biri olduğunu söyler. Rüyalar onun için çok özeldir ve zaman ötesidir, ancak yine de hayatında tanık olduğu ‘iki zaman ötesi’ deneyimi paylaşmaktan kaçınmaz. Der ki:
‘Hayatımda iki zaman ötesi an yaşadım. Biri çok olağan denilebilecek biçimde geldi. Her nasılsa birden zamanın ötesinde hissettim kendimi. Öbürü de, bir kadın beni sevmeyeceğini söyleyince büyük bir mutsuzluğa kapıldığımda gelmişti. Uzun bir yürüyüşe çıktım. Buenos Aires’in güneyindeki bir tren istasyonuna vardım. O sırada birden o zaman ötesilik, sonsuzluk duygusunu yaşadım. Ne kadar sürdü; bilmiyorum; çünkü zaman ötesi bir duyguydu. Ama bu duyguya çok müteşekkir hissettim kendimi. Sonra da tren istasyonunun duvarına bir şiir yazdım.’
Ardından bunu yapmaması gerektiğini söyler. O şiirin hâlâ o duvarda yazılı olduğunu da belirtir.
Beni bu satırları okurken en çok cezbeden bölüm, yazdıklarının hemen hepsinde zaman için kafa patlatmış bu kadim yazarın zaman ötesine geçtiği o anlar değil (nedense bu beni hiç şaşırtmadı), Buenos Aires’teki o tren istasyonunun duvarına yazdığı şiir konusunda yaşadığı tereddüt oldu.
Borges’in yaşadığı tereddütün nedeni, yaşadığı sonsuz gibi görünen o anı, duvara yazarak ‘dünyevi’ kılması mıydı? Kısaca çok özel bir anın, anonimleştirilmesi miydi?
Daha da ötesine geçerek farklı bir soruyu düşünmeme neden oldu bu ‘tereddüt’.
Ve ardından yine aynı soru, yazımı ithaf ettiğim, hayatlarını bir hiç uğruna kaydeden tarım işçileri için içimi kanırtan o ifadeye dönüştü:
‘Niçin yaşarız?’
Ve sonra diğerleri geldi:
Sonsuzluğun karşısındaki yaşamlarımız, zamanın içersinde neye denk düşer?
Yoksulluğun sonsuzlukla kurduğu bağ, zenginliğin sonsuzlukla kurduğu bağ neden farklıdır; hepimiz çok ortak bir paydayı, insan olmayı, yeryüzünde yaşamayı paylaşırken?
Bir traktörde insan istifi biçiminde, günde altmış lira için, o altmış lira ile kışın aç kalmamak, üşümemek, evlat büyütmek, mağdur olmamak için yapılan bu yolculuk (kısaca yaşam), neye dair bir yolculuktur? Kanıtlar bulmak için mi; kanıtları silmek için mi yaşarız? Günümüzde bir tarım işçisinin yaşama dair kanıtı nedir? Oradaki düşünceler, umutlar, kaygılar, hatta zaman ötesilik ne anlama gelir? Ya karabasanlar? Karnını doyuramamak? Kışı garantiye alamamak? Tıkış tıkış bir traktörün devrilmesi sonucunda hayatını kaybetmek?
Borges’in, zaman ötesilikten sonra vurgu yaptığı ‘karabasanlar’ bir labirentte kendini bulmakla özdeşleşir. Hep aynı köşe başında, aynı odada, aynı bataklıkta, aynada, siste kendini bulduğu o labirentte bazen uyandığını bile görür. Tuhaf olan şudur ki bu da rüyanın bir parçasıdır. Aklını kaçıracağını hisseder. Sonra yavaş yavaş kabus biter, zihni onu kendi halinde bir rüyaya bırakır, Kendi halinde bu rüyalar ise sabaha, yaşamın gücüne, sese, zamanın kendisine ve doğal akışına.
***
Kabuslar kalıcı değildir. Biz istersek biter.
İstersek, b-i-t-e-r.
Kalıcı olan budur: Eşiği aşmak, korkuları ve endişeleri geride bırakmak... Zamanın içinde olmak da sonsuzluk da budur. Bazen bir şiir, bazen bir ışık, bazen de büyük bir değişim olarak bizlerle buluşur. O zaman ‘niçin yaşarız’ sorusu parantezlere sığmaz, satırları aşar, karabasanlar karabasan olmaktan çıkar, kendi halinde zararsız rüyalara dönerler.