Leyla Erbil konuşuldu iki gün boyunca İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi’nde. Arındık.
Şu aralar onu hatırlayıp duruyorum.
Bir hastane odasından telefonuma gelen, oradan bana seslenen sesini duyuyorum onun. Telefonumda hâlâ kayıtlı numarasını bekletiyorum. En azından buralardan göçünceye kadar.
Yazdığı kitap ‘Cadı’yla (Sel Yayınevi) gözlerimizi kamaştıran Oylum Yılmaz, Erbil’in Kalan’ıyla (İş Bankası Yayınları) ilgili çok anlamlı bir yazı yazmıştı. Erbil’in kahramanı Lahzen’in hemen hepimizin gizli öyküsü oluşuna değinmiş ve ondaki deliliği, zamanla ve hakikatle bir türlü buluşamama aksaklığını şöyle aktarmıştı bizlere:
“Hakikatin özü nerede? Kaynağı belirsiz düşlerimizde, bilinçaltımızın bilinçsizliğinde mi; kaderi şahsi bir trajediye dönüştüren mekânlarda mı, binlerce yılın kalıntılarını emen, sokaklarına, evlerinin temellerine karan şehirde mi; yoksa çocukluğumuzda, çocukluğun da gerisinde ötesinde diplerinde mi? Hakikatin bulunduğu yerde mi durur peki zaman? Orada mıdır hep? İçinde tüm geçmişi barındıran bir şimdinin içindeki insan geçmişsiz bir şimdiyi yaşayabilir mi? Yaşarmış gibi yapanların yanında, mış gibi- yapamayana hep deli derler.”
Hangi bilinçteyiz ki...
Sorun da burada değil mi zaten?
Bazılarımız mış gibi yapamıyor. Bütün bu yaşananlara, üzerimizde birikmiş bu tortulara, artık taşı taşı daraldığımız bu yüklere karşı hâlâ bir yanıt bulmaya çalışmıyor mu?
Şunu diyor bazılarımız: Şu ülke ülke olsun artık. Şu ülkede bu ağır yüklerden kurtulalım artık. Yalandan, talandan, çarpık siyasetten, vasatlıktan kurtulalım artık...
Yok, olmuyor.
Geçmişten bize kalan miras neyse öyle devam ediyor. Üstelik alabildiğine normalleştirilerek, sıradanlaştırılarak. Göz yummamız beklenerek. Engellenerek, susturularak, hatta öldürülerek...
Gel de Lahzen gibi delirme o zaman!
Zaman, hakikat ve belleğin soğuk duş etkisi yaptığı Kalan’da, Leyla Erbil’in dehlizlerinde, o tedirgin edici sayılabilecek o tekinsiz dilde gel de kendi yitik sesini arama o zaman.
Gel de bulma kendini orada!
Gel de çıldırma... Bilincin ne olduğunu tekrar tekrar düşün. Hakikatin ne olduğunu ve sor, usanmadan sor, ortalıkta uçuşanlara, kendi tutunamayışını da katarak sor, hakikati SOR ona:
‘Sen hangi bilinçtesin Lahzen?
Hangi göklerin bulutlarından yağdın bu çorağa söyle!’
Roma’dan, Bizans’tan, Osmanlı’dan ve Cumhuriyetin ilk yıllarından kalan o acıya sor.
‘Sen hangi bilinçtesin Lahzen?’
Ki bir türlü iflah olmuyorsun.
Dahası kimilerimizin de gönül rahatlığıyla yitip gitmesine izin vermiyorsun.
Bu nasıl da keskin, nasıl da göz kamaştıran bir hakikate tutunma çabası Lahzen... Lahzen.
Kalan’dan bize kalan
Haberin Devamı