Kağıda gelen zamdan sonra elindeki gazete kağıtlarını vb. değerlendirmeye karar verir. ‘Bunu bir yere yaz’ der. Tamam dememe bile fırsat kalmadan ‘hadi başlıyoruz’ der. ‘Neye başlıyoruz?’ diye sorarım.
‘Neye olacak akıllım tabii ki origamiye’ der.
‘Origami mi? Haklısın tam sırası’ derim çaresizce.
O ise onaylanmanın verdiği haklı gururla (ne laftır ama!) karşıma bir dizi kağıt süprüntüsüyle çıkar.
‘Bir Japon var, bu işe takmış, gerçi takılmayacak gibi değil’ der.
Çaresizliğim devam etmektedir.
‘Ben en fazla bugüne kadar vapur ve tuzluk yaptım’ cümleme acıyarak, hem de fena halde acıyarak bakar. Sonra kendini toparlar, bu sesinden bellidir ve durumumuza hiçbir biçimde dokunamayan, hatta teğet bile geçemeyen o cümleyi ince dudaklarından aşağı yuvarlar:
‘Çağı yakalaman lazım azizim!’
Çağı yakalamaktan kastettiğinin bir süre sonra origamik kamyon, hatta damperli kamyon, buldozer ve kepçe olduğunu anlarım. Şehirde devriye atarak herkesi koruduğu düşünülen polis otosu, emniyet şeridini hemen her durumda (hastaya yetişmiyorken, hasta taşımıyorken) ihlal eden ambulanslar, dört kapılı taksiler (burada yorum bile yapmıyorum), beş kapılı otomobiller de bunun içindedir. Sesten hızlı uçak, savaş uçağı, savaş helikopteri vb. işler giderek kızışır.
‘Ben görmeyeli origami çok ilerlemiş’ deme gafletinde bulunurum.
‘Sen takmışsın bir kağıda, takmışsın onun üzerine yazmaya. Yaz babam yaz, bi halt mı oluyor sanıyorsun. Yazarak neyi değiştirdin ki şimdi kalkmış kağıda yapılan zamlardan dolayı hüzünleniyorsun!’
Kafam atar.
‘Origamik buldozer ve kepçe yaptığım zaman mı bir şeyleri değiştireceğim?’ diye hışımla sorarım.
Hiç alttan almaksızın ‘Elbette’ der. ‘Ufkunu genişletecek, hatta dünya görüşünü değiştirecek ve her şeyi anlamaya başlayacaksın. Sevmediğin şeyleri sevebilir, uzak durduklarına yakınlaşabilirsin.’
‘Diyorsun’ derim.
‘Aynen öyle diyorum’ der.
‘Bu origamidan astral yolculuk da yapılıyor mu bari?’ diye sorarım.
‘Görürsem söylerim’ der. Kızgındır.
Gönlünü almak için ‘kağıt katlama sanatı iyidir yahu, sen bakma bana; tuzluklarım da bir işe yaramadı, yaraya tuz bile basmaya yetmedi, belki de yeni ufuklara kanat açmam lazım’ derim.
‘Kafamın tasını attırma’ der. ‘Sana o kağıt sanatından bir kaz yaparım boyunun ölçüsünü alırsın’.
‘Bence kaz yetmez, bir dinozor yap’ derim.
O zaman heveslenir ve saymaya başlar:
‘Mamenchisaurus mu tyrannosaurus mu yoksa yoksa...’
‘Yoksa yoksa ne?’ derim... (Bu tıp her gün ilerliyor gibi bir şeydir yahu!)
‘Yoksa styracosaurus mu?’ diye gevrek gevrek bakar yüzüme.
‘Ya de git bana kendi halinde bir kelebek yap’ derim.
‘Olmaz’ der. ‘Sana şöyle gösterişli, yedi düvele meydan okuyan bir tarantula yapmadan asla!’
Durumum budur. Şimdi turizm sayfası ilanlarından yapılma feci bir tarantulam var. Dinozoru bir sonraki bahara bıraktık.
Ya kağıda gelen zam?
Bilmem ki. Okumayan insanlara, hele hele okuduklarını farz edenlere kağıt zammı bir şey ifade eder mi? Adaleti madaletle, hakları gaklarla karıştıranlara?
(Bu arada şaka maka ‘Klasik Origami’ için Yamaguchi Makoto’nun kitabı bir harika. Alfa Yayınları)