Kadınların Öyküleri

Haberin Devamı

Yeter’in öyküsüyle başladı kitap. Doğum yapan bir kadınla. Ellerini tarla ortasındaki bir ağaca kenetlemiş tek başına ıkınan bir kadındı Yeter. Adından da anlaşılacağı gibi, ya çok çocuklu bir ailenin kadere isyanın adı ya da aileye eklenen kız nüfusunun son bulmasının umuduydu! Her iki durumda da ‘yeter’le başlayan bir yaşam olmuştu onunki. ‘Yeter!’le başlayan bir yaşam umuda, hayale ya da sonsuza ne kadar gebe kalabilirse o kadar. Ahlat ağacına dolanan ellerinde, cereyana kapılmış gibi sarsılan bedeninde tarlada unutulmuş bir yazgının adı olmayacak bir oğlan çocuğunu beklemesi de belki bu yüzdendi.

‘Ayaklarının hemen altında, el dokuması bir çul seriliydi. Çulun altındaki kesekli toprak, önceden ezilip düzeltilmişti. Allı, morlu çiçeklerle süslü entarisi, ayak bileklerine kadar uzundu. Ayaklarında el örgüsü burnu nakışlı yün çorap vardı. Parmaklarıyla ağacın dalını öylesine kavramıştı ki sanki eller dallara kilitlenmişti. Sancısı geldiğinde ağaca daha sıkı tutunarak ıkınıyordu. Güçlü bedeni titriyor, sarsılıyordu. Sonra lav diye bir ses çıkıyordu hançeresinden, acısını dillendiren. Bal rengi gözleri yeni bir ışıkla parlıyordu. Yüzüme bakıyor, bakışlarıyla sanki sabret diyordu.’

Hakkarili Yeter’in doğumuyla başlayan Kadınların Öyküsü (Kibele Yayınları), Doğu’da edebiyat öğretmenliği yapmış Tatvan doğumlu Lider Erşan’ın canlı kalemiyle bizleri yalın, derin ve hazin yolculuklara çıkartıyor. Kitapta 10 tane buruk mu buruk öykü var. Hepsi de yaşanmış, hepsi bu coğrafyanın kadınlarına ait öyküler. Erşan, bu anlatıların cesur kahramanlarıyla yüz yüze tanışma şansına sahip olmuş, kiminin evinde çay içip sohbet etmiş, kiminin yaylalarında dolaşmış. Bazılarının öykülerini ise anneanne ve dedesinden dinlemiş.

Kitaptaki kadınlar tek bir etnik gruptan gelmiyor. Türkiye’nin farklı yerlerindeki kadınlar, ancak yaşadıkları farklı deneyimlerde ayaklarına dolanan yazgı nedeniyle aynı. Kadınlık ve bu kadınlığın üzerine binen yük birbirinden çok da farklı değil. Ancak benzerlikleri burada bitmiyor. Onlar bu yüklere karşı ruhlarındaki içgüdüsel dirençle verdikleri mücadele ile de ortak bir yan sergiliyorlar. Alevi geleneğiyle yetiştirilenlerinde de aynı direnç var, Giritli olanında da, Erzurumlusunda da.

‘Hepsinin ayakta kalabilmek için cesaretleri vardı’ diyor Lider Erşan kitabın önsözünde. Bu cesaret, geleneksel anlamda tanımlanabilecek bir cesaret değil. Öyküleri okurken yaşamın içinde ‘durabilmenin’, dururken ‘görebilmenin’, görürken ‘anlamanın’ ve anlarken (bile) yaşama ne olursa olsun devam edebilmenin en büyük cesaret olduğunu fark ediyorsunuz. Evet yaşama devam edebilmek! Bu kadınların bilge gücü buradan geliyor işte. Anlamış bir biçimde devam edebilmelerinden.

Yeter’i tesadüfen bir tarla kenarında bir ağaca dolanmış halde doğum yaparken bulan yazar, doğum bittikten sonra Yeter’in gözlerine bakar, o gözlerdeki sıcaklığa. Bu arada tarlada doğum olana kadar olaya kayıtsız gibi görünen kadınlar, doğum biter bitmez Yeter’in etrafını sarmış, bebeğin göbek bağını kesmiş, uzun saplı taslarla getirdikleri ılık suyla bebeği yıkamışlardır. Kadınların yüzünde ne sevinç ne de üzüntü vardır.

‘Yeter bebesinin cinsiyetini merak ediyordu. Yüzünde hâlâ ter bocukları duruyordu. Soran gözlerle kadınlara baktı. İçlerinden biri keçe dedi. Yeter’in gözlerindeki o parlak gülüş bir anda bulutlandı, soldu.’

Sonrası ise Yeter’in gerçeği, yani kitaptaki kadınların ortak öyküsüdür.

‘Kalktı, bebesini kucağına aldı. Bedenine yapıştırdı. Ayakları dolaşmadan sarsılmadan dimdik oturdu. Kızını, kader yoldaşını uzun uzun kokladı. Demek o da anası ve kendi gibi bu tarlada, bu ağaçtan güç alarak doğuracaktı. İçi buruk, ama cesurca ve dimdik yürüdü, evine doğru.

Fısıldadım: Kolay gelsin yiğit kadın!’

Sadece kadınların değil, insanlığın da saklı olduğu bu içten öyküleri okumanızı öneririm. Anlamanın ötesinde bir şeyleri kıpırdatabilmek için...

***


Üç gün önce Maarifli büyüğümüz Birsal Karamanoğlu’nu kaybettik. Dünya iyi bir insanı kaybetti. En son onunla bir telefon konuşması yaptığımı hatırlıyorum. Kürtaj yasasını protesto eden kadınlarla birlikte yürümüş, bazı kadınlar onu gruba almak istememişler. O da ısrarla bu mücadelenin sadece kadınların mücadelesi olmadığını savunmuş, ‘ben erkek olabilirim ama yaşamım kadınlarla çevrili’ diye ayak diremişti. Heyecanlı heyecanlı telefonda bana bunları anlatmıştı. ‘Yine de yürüdüm’ diyordu. ‘Bu iş sadece kadınlarla olmaz, hepimiz bunun mücadelesini vermeliyiz.’

Huzur içinde yatsın.

DİĞER YENİ YAZILAR