20-22 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da önemli bir buluşma gerçekleşti. Kadın Müzesi: Toplumsal Bellek Merkezi ve Kapsayıcı Kadın Konferansı, dünyadaki hemen hemen tüm kadın müzelerini (bu müzelerin çoğu sanal ortamda) bir araya getirerek farklı bir ilke imza attı.
Dünyada ‘kadın müzesi’ tanımı ilk kez Bonn’da 1981’de açılan Frauenmuseum’da kullanıldı. Günümüzde ise bu tür müzelerin sayısı giderek çoğalıyor. Dünyanın hemen her yerinde etnolojik, arkeolojik, tarihsel, siyasal çerçevede, sanat ve kadın konusunda çalışan 70’den fazla kadın müzesi bulunuyor. Kadın Müzesi dedik, ülkemizde de böyle bir müze olduğunu hemen hatırlatalım. İstanbul Kadın Müzesi, 25 Eylül 2012’de sanal ortamda açıldı. Türkiye’nin ilk, dünyanın üçüncü kent kadın müzesi sıfatını taşıyan müze, kadınlardan yola çıkarak kültürler arası iletişimi sağlıyor. (http://www.istanbulkadinmuzesi.com/)
Konferansa gelecek olursak... İki günlük yoğun programda, kadın müzesi müdürleri, küratörler, sanatçılar, akademisyenler, aktivistler ve kadın örgütleri, kadın müzelerinin 21. yüzyıldaki toplumsal değişime yönelik etkilerini tartıştı. Danimarka, Japonya, Avusturya, İtalya, Türkiye, İsveç, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Laos’dan gelen temsilciler bu müzelerin düşünce ve eylem alanı yaratan çalışma stratejilerini dile getirdiler. Toplumda dışlanan birey ve toplulukların kültürel temsile nasıl dahil edildiğini, görmezden gelinenlerin kültürel katılımının ve görünürlüğünün nasıl sağlandığını örneklediler.
Üç kategori
Konferansta, temel olarak, yerel düzeyde kapsayıcılık, küresel bağlamda kapsayıcılık ve barış kültürü başlıklarıyla üç kadın müzesi kategorisi ele alındı.
Bu başlıkları özetlemek gerekirse, yerel kadın potansiyelini müzenin sosyokültürel etkinliklerine entegre eden kadın müzeleri, bulundukları küçük yerleşim birimlerinde kadınlara ulaşmayı başarıyor ve kadın yaşamlarında yeni alanlar açılmasında başat rol oynuyor.
Küresel çalışma stratejileri geliştiren kadın müzeleri ise coğrafi anlamda uzak olan kadınları politik eyleme davet eden projeleriyle, kadınların birbiriyle yakın temasını sağlıyor.
Toplumsal barışın tesisinde çalışan kadın müzeleri ise geçmiş üzerinde yoğunlaşıyor ve o travma yüklü geçmişin bir daha yaşanmaması adına şimdiki zamanda sorumluluk almayı hedefliyor.
Barış!
Konferansta, özellikle barış teması etrafında dönen konuşmalar son derece öğreticiydi. Müzelerin nasıl da politik mekanlar olduğunu hissettiren konuşmalardı bunlar.
Savaş ve şiddet ortamında bile bu tür müzeleri kurmak için gösterilen çaba çok anlamlıydı. İzleyiciler arasında Diyarbakır’dan gelen bir grup katılımcının Mezopotamya Kadın Müzesi kurma inancı ve bu uğurda verdikleri çaba buna net bir örnekti. Diyarbakırlı kadınlar ne kadar zorlandıklarını anlattılar. Bunun yanı sıra ülkemizin en karanlık deneyimlerinin yaşandığı Diyarbakır Cezaevi’nin bir müze haline dönüştürülmesi konusu da gündeme geldi ve bu konuda sürecin ilerlemesi yününde bir muhatap bulunamadığı dile getirildi.
Japonya’da savaşta ölen ve cinsel tacize uğrayanlar üzerine düzenlenen sergi ile ilgili konuşmalar da çok ilginçti. Okurlarımız bu serginin detaylarını http://wam-peace.org/en/ linkinde bulabilirler.
Kadın tarihini görünmez yapan ve kadını müzede obje olarak sunan geleneksel müzecilik anlayışına karşı atılan bu kıymetli adımlar, yaşam sathında da bizi umutlandırdı. Müzeden yaşama uzanan o yolda yürümeye devam!