‘Dünya yine de dönüyor.’
Galileo Galilei
***
NASA’nın 5 Ağustos 2011’de uzaya gönderdiği Juno adlı uzay aracı, 4 Temmuz 2016 günü Jüpiter’e kavuştu.
Juno’nun, Jüpiter’i insanlığa ilk tanıtan Galileo’nun resmini ve onun Jüpiter hakkında yazdığı cümlelerinin yer aldığı bir plaketi yanında götürdüğünü okuyunca içim bir tuhaf oldu.
Tam da bu yüzden, Juno’yu bahane edip, kızım sana söylüyorum gelinim sen işit tarzında, dünyaya mesafeli bir cümle etmek geçti içimden:
‘Hey gidi insanlık...’
Sahi, Galileo ve teleskopu insanlığa ne yapmıştı?
Güneşin yeryüzünün etrafında değil yeryüzünün güneşin etrafında döndüğünü ve buna denk daha bir sürü sistemin olduğunu keşfetmek o zamana kadar ‘bilinen’ dünyayı dımdızlak ortada bırakmak demekti. Dünyanın biricik olduğu rehaveti sona eriyor, bu da insanlığın kalbini sıkıştıracak, onu neredeyse ‘yuvasız’ bırakacak, düştüğü rehavetten paldır küldür uyandıracaktı ve bu nereden bakarsak bakalım insanın gönlünde yüzyıllara mal olacak bir enfarktüs anlamına geliyordu.
Bu insanın biricikliğini tehdit eden musibet bir haberdi! Dünyadan, tek perspektiften yıldızlara bakmak ve bundan kâm almak dururken, şimdi o gök kubbede başkalarının olduğunu düşünmek... Bu olsa olsa bir kâbustu! Zira bu düşünce dünya adına bir özgünlük vaadi değil, dünyada belli nüfuza, belli özerkliklere sahip olanların (örneğin erkek olmak, zengin olmak, güç ve iktidar sahibi olmak, Katolik olmak vb.) yarattığı Kartezyen suni cennet gravürünü baştan aşağı delik deşik edecek bir santrifüjdü. Galileo ve teleskobu, büyük bir başarı ve aynı zamanda şüphenin adıydı ve şüphe kontrolsüzlük demekti. Yeryüzünü aşmak ve evrenin sonsuzluğuyla buluşmak demekti bu şüphe; referans noktasının sadece dünya olmayacağının hüzünlü müjdesiydi de. Öyle ki Engizisyon bu ‘müjdeyi’ gerektiği biçimde bir mesaja çevirdi: İnfaz!
Ancak, o görkemli Engizisyon, infazlara rağmen, yine de, yer merkezli bir dünya görüşünden, güneş merkezli bir dünya görüşüne insanlık olarak evrilmemizi engelleyemedi. Çünkü ‘dünya yine de dönüyordu’!
Galileo ve teleskobu bize sadece kuşkunun değil, mutlaklığın ötesindeki göreceliğin kapısını da aralamıştı ve hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı! Elbette dünyadaki işkencenin dışında! Buyurganlığın kudretini, o kudretteki yozluğu ve önyargıyı parçalara ayırmak, evet atomu parçalarına ayırmaktan çok daha zordu.
Gelelim bugüne.
İnsanlık 2016’da Juno’yla Jüpiter’e vardı. Bunda başı, her zamanki gibi NASA ve 4 Temmuz’lu ABD çekti.
Aynı ABD, Juno’nun Jüpiter’e ayak bastığı ve Galileo’nun itibarını bir kez daha teslim ettiği o devasa adımı atarken dünyada işler yine nahoş biçimde devam ediyordu. 2016’da, ilerleyen teknolojinin ışığında, bizzat ABD’de, polis şiddetinin (çağımızın küresel engizisyonu mu desek?) buyurganlığının arşa varan kayıtlarını bir kez daha seyrettik. Video kaydı beyaz iki polisin siyah bir adamı yere yatırdığını ve sonra ateş ettiğini gösteriyordu. Öldürülen adamın karısının sözleri ise o ölümcül sessizliğe rağmen uzayda yankılanmaya namzetti: ‘Çocukları için ekmek parası kazanıyordu!’
O zaman bize tekrar ‘Ah Galileo ah!’ demek düşüyordu, galiba:
‘Bilginin nasıl elde edildiğini gerçekten duyumsamış olan bir kimse, kendisinin hiç anlamadığı, sonsuz sayıda başka hakikatlerin de var olduğunu fark eder.’