Haberin Devamı
Bülent Arınç BDP’li milletvekillerine bazı köşe yazarlarını tavsiye etti. Herkesin seçimi kendinedir ama işin rengi başka bir nahoşlukta. Böyle bir tavsiyeden çok bunun bir devlet yetkilisi tarafından yapılması beni rahatsız etti. Dahası da var. Arınç’ın ‘damarımıza basan gazeteciler var’ demesine şaşırdım. Gerçekten. Belki de yazarlık diye başka bir şeyleri, ‘büyüklerini kızdıran kötü çocuk’ fikrinden uzak bir yerde şu aralar sisler içersine saklanmış duran bir mesleği anladığım içindir, kim bilir! Arınç yazarları hâlâ sınavlara girecek liseli çocuk mantığıyla değerlendiriyorsa bu onun seçimidir ama bu tavrı yazarlık mesleğine indirilen ufak çaplı bir darbedir de. Aslında ufak çaplı olduğu da pek söylenemez ya, hadi neyse.
Bu tuhaf hal karşısında Nobel’i kazanmış bir yazarın cümlesi düşüverdi aklıma. Avusturyalı yazar Elfriede Jelinek. Piyanist’in yazarı dersem belki daha net hatırlarsınız. Kitabı değilse bile filminden bir şeyler... Nobel Ödülü’nü kazandıktan sonra şöyle demiş Jelinek: ‘Bu ödülün Avusturya’nın yakasına iliştirilmiş çiçek olarak görülmemesi gerek.’
Jelinek bunu belirtirken bir yazarın bir toplum için ne anlama geldiğini de vurguluyordu, eminim. Gerçekten yazarlar bir toplumun yakasına iliştirilmek üzere sırada bekleyen varlıklar değildirler. Hele ki devlet yetkilileri tarafından!
Onların işi başkadır. Onlar yaşadıkları toplumların kaçtığı karanlıkları, dehlizleri resmedebildikleri zaman ya da bu resmedişi kendilerince gerçekleştirebildiklerinde ‘özgürce işlerini yapıyor’ ve yaşadıkları topluma bir şeyler katıyorlar demektir. Yazarın işi budur. Herkes onaylanmayı sever ama bir yazar bunu sistemden beklemeye başladığı zaman (ya da sistem bunu yarattığı zaman) artık işini yapamıyor demektir.
Arınç ‘basınımızda sansür yok,’ diyor.
Basınımızda sansür var Sayın Arınç. Devletin ‘basınımızda sansür yoktur’ demesi bile böyle bir sansürün olduğunun işaretidir.
Günümüzde ‘muhalif’ yazarların başına gelenler ortada. Okurlarından teker teker sökülüp alınıyorlar. Gazeteciliğe ömrünü vermiş insanlar otosansür belasıyla boğuşup duruyor, gerçeği anlatan cümlelerini yumuşatmakla cebelleşiyor. Belki bu yüzden yumuşaklığın tanımı gibi sertliğin tanımı da farklı yerlere savruluyor.
Hüzün verici.
Öğretmenlerimizin özellikle ‘eş durumu mağduriyeti’ ile ilgili yazdığı mektuplar iç burkucu. Atamaları yapılmadığı için psikolojileri çok bozuk. İl emirlerinin kaldırılması, eş-özür atamalarında hayata geçirilen zorluklar nedeniyle zor günler yaşıyorlar. Bu moralle eğitime nasıl başlayacakları sorusu ise yanıtsız kalıyor.