Ceyda alem kız. Ne yaptıysam vazgeçiremedim. Okuldan tanıdığı bir çocuk sayesinde ‘İşte Benim Stilim’e korsan koyacakmış. ‘Ceyda o programa gideceğine teleskoptan yıldızlara bak, belki yeni bir yıldız keşfeder ve böylece uzay için hayırlı bir iş yapmış olursun’ dediysem de yok anam, dinletemedim. Huysuz bir şey bu ya! Tiyatro bölümüne gönderdik, düzelir dedik, yok.
Çaresizce, bana mesaj çektiği o gün ve o saatte televizyonun karşısına geçtim. Yürek Selanik bir halde, ya onu yaka paça oradan atarlarsa, daha da beteri, ya onun kafası atar da, en olmadık hareketleri millete yaparsa diye tırnaklarımı bir fasıl daha kemirdim.
Böyle böyle devam ederken sıra ‘son dakika, son dakika yeni bir finalist’ diye ekranın altından geçen banda ve elbette Ceyda’ya gelmişti. Jüri üyeleri rol gereği şaşkın, yarışmacı kızlar boşlukta yoğunlaşacakları ve bu uğurda ‘derin derin’ tartışacakları yeni konudan ötürü bezgin bir gerilim içerisindeydiler.
Sonra bir gürültü koptu. ‘Eyvah’ dedim. ‘Bu ya düştü ya da arkada birilerini pataklıyor.’
Ama korktuğum gibi olmamıştı. Kocaman bir bavulla onu ekranda gördüğümde tam olarak tanıyamadım. Ala ala, aksesuar diye benim yatağın altındaki babaannemizden kalma o eski bavulu almıştı... Ama iş burada da bitmemiş; kendini sarıp sarmalamış, makyöz bir arkadaşının yardımıyla soluklaşmış, yüzüne sanki bir yerden, bir şeylerden kaçıyormuş görüntüsünü vermişti.
Bir müddet konuşmadı. Oysa herkes ona kilitlenmişti. En sonunda sunucunun ‘aramıza hoşgeldin Ceyda!’ sesini duydum. Sonra yine o: ‘Bu kıyafetle stüdyonun bu sıcağına nasıl dayanıyorsun? Sahi kimsin nesin, kimi canlandırıyorsun anlat bakalım!’
Ses yok. Yarışmacı kızlar mızıklanmaya başladı bu sefer. ‘Yani numaran bu mu şekerim; koca eski bir bavul, babaanneden kalma bir atkı, üşüme tripleri falan yani, ha! Zengin, kariyer sahibi önemli birinden çok, soğuktan donmuş dut yemiş bir çalıkuşuna benziyorsun!’
Sonra kızlardan biri daha: ‘A o bavulun çok sakil kaçmış... Yani biz yeni finalist deyince sandıydık ki...’
Sonra jüri üyelerinden biri devreye girdi. Bu çekici kadın galiba dilimizi değil, dilimiz onu yavaş yavaş söküyordu: ‘Zeyda, yani, evet, ama, eee, çok denksiz düşmüş şimdi bu. Oturmamış, olmamış. Bavülü at zaten. Oooo hele o boyun, da, ki. Eski yani.’
Jüri üyelerinden bir diğeri: ‘Yeni finalist deyince biz de sandık ki reytingler allak bullak olacak şekerim. Ama bu, bu çok vasat...’
Jüri üyelerinden bir diğeri: ‘Amannn... Zaman kaybı. Olmamış. Uyumsuz. Bir.’
İşte o zaman Ceyda, başlarım sizin ekran birliğinize ve papağan kardeşliğinize diyerek, sanki ekranın dibinden bana bakarcasına, sanki onca akşamı sessizce geçirirken kahırlandığımız o sessizliğimizi inatla bozmak istercesine, sabah olmuş da, sabah kahvaltısında ‘abla şu çayı doğru dürüst koyu koy ya’ dercesine başladı cümlelerini kurmaya:
‘Ben Cizre’yi oralarda bırakan bir öğretmenim. Adım Zeyda. Eskiyim. Az önce öğrencilerimle vedalaştım. Bana hakkını helal et öğretmenim dediler. Bilmem ilginizi çeker mi bu? Bir meteor gibi aklınıza düşer mi bu cümle, bilmem ki. Bavulumda çocuklarımın izi var, açıp size göstermemi ister misiniz? Bu beni ilerde zengin ve kariyer sahibi yapar mı dersiniz? Sahi bu halimle, bu kıyafetime, havada uçuşan moda cümleleriyle kaç puan verirsiniz?’