Her şeyin teorisi

Haberin Devamı

‘Şimdi dostlar, evrenin bir merkezi yoktur. Çünkü evrenin kenarı yoktur. Sonsuzluk böyledir. Biraz karışık ama hafifmeşrep de.

Ama memleket idaresi her zaman basit ve köşeleri belliydi. Bir merkezimiz ve başkanımız vardı: Allah’a şükür. Elbette kenarlar da mevcuttu.’

Ahmet Büke’nin Can Yayınları'ndan çıkan Yüklük adlı öykü kitabından satırlar bunlar. Her şeyin Teorisi ise bu seçkide yer alan güzel öykülerden biri. Bugünkü yazıma katık etmek istedim bu satırları çünkü ben de aynen Ahmet Büke gibi memleket idaresinin köşelerine ve vasatlığına sonuna kadar ikna olmuşlardan biriyim.

Desenize durum vahim!

Öyle.

Hatta bu işi biraz daha ileri götürüp merkezin varlığını tam da etrafına oturttuğu kenarlardan aldığını varsayanlardanım. Kısaca şu: Merkezin gücü, aslında etrafına koyduğu duvarlar ve ötekileştirdikleriyle sağlanır. Ve çok daha ilginç olanı, merkezin gerçek tanımını bunlar üzerinden kurguluyor olmasıdır. Merkez, kendi yerini değil, ötekileştirdiklerinin yerini saptar ilk etapta. Ve ardından bunlar üzerinden kendi gücünü tanımlar.

Burada, asıl fark edilmesi gereken nokta, merkezin gücüne güç katanın ötekileştirdiklerinin bizzat kendi rızalarında inşa edilir olduğudur. Öteki olduklarını kabul etmeleri sayesinde merkez merkezdedir. Ama asıl içler acısı olan da bu tanımı merkezin en başta kendisinin kurgulamış olduğudur. Yineleyelim, bunu kenarlar üzerinden yapar. Kenarların, köşelerin yerini saptayarak, onları tanımlayarak. Ardından bu tanımlar üzerinden kendi yerini gerçekleştirerek ve sağlamlaştırarak.

Sorular

Şu sorular merkez-kenar ilişkisinde her zaman önemlidir ve sanırım hep önemli olacaktır:

Kime göre azınlık?

Neye göre azınlık?

Hangi koşullarda azınlık?

Kime göre çoğunluk?

Neye göre çoğunluk?

Hangi koşullarda çoğunluk?

Bugün merkezde ve çoğunluk konumunda olduğunu savlayanların temel argümanlarına bakalım ve bu soruları, bir kez de bu gözle soralım. Örneğin ‘böyle gelmiş böyle gider’ sözünün nasıl yaşatıldığına da dikkat kesilelim bu arada. Merkezin değil, bizzat kenardakilerin verdiği onay sayesinde merkezileştirilmiş bu söze bir de böyle bakalım, evet. Bunun, o, şu, bu değil, dünyadaki hemen hemen bütün iktidarların en temel var oluş hesabı olduğunu bir biçimde keşfedelim.

Ve hakiki sonsuzluğun bu tür ikiliklerden beslemenemeyeceğini yeniden hatırlayalım.

Yani hatırlayabilsek! Ne güzel olurdu. Olurdu da...

***


Kaderin bile kader olmaktan çıktığı ülkemizde bugünkü yazımızı Ahmet Büke’yle bitirelim yine:

‘Uzayda zaman varsa bizim memlekette kader vardı sonuçta.’

Çıtlatmakta fayda var: Öykü bu genelgeçer kader algısıyla değil, her canlının kendi kaderini yaratabileceği ve kendince bir sonsuzluğa erebileceğine dair bir işaretle bitiyor!

DİĞER YENİ YAZILAR