Kim sukûnetle, azar azar
Çırpıntılı olanı berraklaştırabilir?
Kim hareketle, azar azar
Durgun olanı harekete geçirebilir?
Ursula K. Le Guin’in yorumuyla Lao Tzu Tao Te Ching
Zor denklem ama olanaksız değil. Yine de ispiyonculuk, hedef gösterme, talan, sığlık ve ezber
‘kültürünün’ tavan yaptığı bir diyarda başlı başına ağır bir yük olduğu da ortada.
Ortada elbette; ama bir de tersini düşünelim.
Bunun için de sizi sevdiğim bir başka yazarın satırlarına taşımak istiyorum. Stefan Zweig’ın ‘Okyanusu Aşan İlk Söz’ diye bir denemesi vardır. Orada, 1837 yılından bahseder bize. Kısacası 19. yüzyıldan. 19. yüzyıla kadar insanın zaman ve mekanla girdiği mücadelede zamana karşı nasıl yenik düştüğünü anlatır. Ta ki... Evet 1837 yılında ise telgraf bulunur! Çağın insanları için tuhaf bir şaşkınlıktır bu! ‘Henüz tamamlanmamış bir düşüncenin’ der Zweig ‘mürekkebi bile kurumamış bir sözcüğün binlerce mil ötede, hemen aynı anda kaydedilip okunabilmesi ve ufacık volt sütunlarının kutupları arasından titreşimlerle geçerek yeryüzünün bir ucundan öteki ucuna kadar yayılması karşısında nasıl şaşırmasınlardı ki!’
O zamana kadar kendi içine kapalı bir yaşamla haşır neşir insanın dünyayla bütünleşmesi anlamına gelmektir bu. İnanılması güç, tarihsel bir olaydır.
Ancak tuhaf olan başka bir şey vardır. Ve kanımca yazılması gereken de asıl budur. Zweig’ın da teslim ettiği gibi 1837 yılı tarih kitaplarında pek az yer bulur kendine. Neden diye soracak olursanız bu tür kitapları hazırlayanlar için ulusların ve komutanların kazandıkları savaşlar çok daha önemlidir. Dünyanın bütünüyle değişmesine neden olacak bu titreme, savaş malzemelerine göre çok cılızdır. Kime göre? Elbette tarih kitaplarını savaşlarla aklayanlara göre. Savaş kazanımlarını insanlığın kazanımından daha geride tutmayı biricik amaç bellemiş bu söz sahibi kitle, sadece savaşları değil güçlü olandan yana olmanın da bir meziyet olduğunun altını çizme konusunda da ısrarcıdır. Kısacası savaşlar bitmez. Ancak dünyayı meraklı gözlerle keşfetmenin tutkusunu yaşayan insanların utkusu da bitmez. Öyle ki Büyük Okyanus’u bile dizginlemesini başarır (bir sürü başarısızlığa tanık olduktan sonra elbette) ve bu mucizevi elektrik akımını dev bir kablo aracılığıyla Okyanus’a yayar. 1866 yılında ABD’den Avrupa’ya yapılan ilk konuşma pürüzsüzdür ve insanlığın zaferidir. O andan itibaren ‘yeryüzünün kalbi aynı anda çarpmaya başlamıştır’ der Zweig.
Bugüne ışık tutacak niteliğindeki cümleleri ise şöyledir: ‘Eğer insanlık, kendisine yaşama egemen olma gücü vermiş olan araçlarla kendi kendisini yok etme çılgınlığına kapılmamış olsaydı, mekana ve zamana karşı yarışta kazandığı zaferle sonsuzca mutlu olurdu.’
Buyurun: Neden hâlâ mutsuz olduğumuzun özeti!
Hâlâ savaşlarla, belagat dolu cümlelerle, ezberlerle mutlu olacağımızı hayal ediyoruz ya, o hesap. Gerçekte derdimiz bu mudur sorusu ise hâlâ yanıtsız... Bu arada Zweig’ın kitabının adı ‘İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar’. İnsanlığın yıldızı ne zaman parlar sorusu da başka bir soru elbette. Cevabı ise, ne yazık ki tam olarak bugünlerde saklı değil. Belki yarınlarda bir yerde... Kim bilir.