Uludere’den (Roboski) yola çıktı
Halil Savda.
Kanın renginin sonbahardaki günbatımıyla karıştırıldığı, belki de bu yüzden dökülen kanların pek doğal sayıldığı hezeyanlı zamanlardan birinde, sakin ve kararlı bir biçimde yollara düştü. Söylenişiyle dile pelesenk ama anlamıyla zihinlerimizdeki karşılığı bir muamma olan ‘barış’ı yegâne tanımıyla hatırlatmak içindi bu çabası. Barış: Karşılıklı anlayış ve hoşgörü demektir... Nokta. Yol boyunca ona eşlik edenlerle birlikte, geçtiği yerlerde ‘savaşmamanın’ mümkün olabildiğinin mesajını verdi. Her iki taraf için de dökülen kanın hiç kimsenin işine yaramayacağını anlatarak Osmaniye’ye kadar tam 700 kilometre yol katetti.
Neden Osmaniye?
Halil Savda ve ona eşlik eden ekip, insan için olduğu kadar insanlık için de çetrefil ve cesur olan bu uzun yürüyüşte, kısacası Uludere’den Ankara’ya uzanan yolda, Osmaniye’de durduruldu. Osmaniye Emniyet Müdürlüğü’nden polisler, Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah’ın emriyle ‘Osmaniye’deki hassasiyetleri’ ileri sürerek beş saat boyunca ekibi kelepçeleyerek bekletti. Ardından Ceyhan otoban gişelerine götürülüp Adana’daki görevli polis memurlarına teslim edildiler. Ekip, gözaltına alınmaları sırasında darp edildi, yerlerde sürüklendi.
Eski İstanbul Emniyet Müdürü olan Cerrah’ın İstanbul’daki faaliyetlerini bilen bilir. Gösterilerde polisin gösterdiği aşırı şiddetin ardındaki isimdi. Polisin yetkisinin halkı şiddetle bastırmak için değil, korumak için olduğunu bir türlü ‘hatırlayamayan’ kişiydi. Anlaşılan Osmaniye’deki günlerinde de bu net gerçeği hatırlamamaya ısrarla devam ediyor. Osmaniye’deki ‘hassasiyetler’ için gösterilecek çaba barış yürüyüşçülerini gözaltına almak, onlara şiddet uygulamak değil, bu hassasiyetlere neden olan gerçekleri iyileştirmekten, onarmaktan, sapla samanı birbirinden ayırmaktan geçiyordu. Kaldı ki söz konusu hassasiyetler varsa ve önlenemiyorsa, bu konuda asıl korunacak kişiler Halil Savda ve arkadaşlarıydı! Kısacası profesyonel ve sağduyulu bir emniyet ekibinden beklenilenler... Ancak böyle olmadı. Hiç gerekmediği halde yine şiddet ön plana çıktı. Osmaniye’de yaşananlar, ekibi teslim alan Adana polisini bile şaşırtmış. Gerisini düşünün artık.
Yaşanan bu nahoşluğa rağmen ekibin tekrar yola çıktığını, uzun yürüyüşüne kaldığı yerden devam ettiğini bilmek umut verici. Ancak bu yeterli değil. Özellikle ulusal medyanın bu yürüyüşe sahip çıkması ve bu yürüyüşün kaderlerimizde ne anlama geldiğinin halka iletilmesi gerekiyor. Barış, barışı kuru kuru istemekle, dilemekle gelmiyor çünkü. Onun için mücadele etmek gerekiyor. Böylesi bir mücadeleyi de herkes kendi çapında vermeli, vermek durumunda.
Görsel olarak ‘her şey ama her şey burada olmalı’ denilen bir sünnet düğününü andıran AKP Kongresi’nde daldan dala atlanılan şiirlerin yarattığı ‘duygusallık’ esnasında temenni edilen barışın aslında siyasi olarak ne anlama geldiğini zaten biliyoruz. Gerçekten bilmek istediklerimiz ise böylesi bir sünnet düğünü şatafatının ötesindedir ve özlemini çektiğimiz bu ülkedeki her insanın yaşamının kıymetini gerçekten vicdanıyla umursayan, önemseyen ve düşünen kadrolardır.
Ülkedeki Kürt sorunu sürekli kanayarak her iki taraftan gençleri yutmaya devam ederken, yaşadıklarımız kavga, gürültü, silahlar, operasyonlar, husumet ve kargaşadan ibaretken, şiddet bir yaşama biçimine dönüştürülmüşken bile, evet özlediğimiz tek şey barış ve bu barışı hoşgörüyle inşa edecek vicdanlı, sağduyulu insanlardır.
İşte böyle bir zamanda, 30 gündür yürüyor Halil Savda ve arkadaşları barış için.
Yollar, ezberlerin ve dayatılanların tersine yürünerek aşınır.
Halil Savda’nın Uzun Yürüyüşü
Haberin Devamı