‘Yarın, 30 bin yaşındaki güneş ışıklarıyla yeniden uyandığında başka bir şansın eşiğinde olacaksın’ diye kaygılı bir ninni tutturmuştu annen.
Uyudun.
Yarın, 30 bin yaşındaki güneş ışıklarıyla yeniden buluştuğunda ne yapacağını hiç düşünmeksizin. Tasasız derler ya, öyle.
Uyku, ufak yaşamındaki kahramanların giziyle sahip çıktı göz kapaklarına.
Uyku, doğduğun toprakların son gecesiydi.
Seninle birlikte geride kalacaklar da uyudu karanlıkla. Usul usul silinerek, ağır ağır yok olarak... Derken eriyip gittiler ve bir başına kaldın.
Annenin dilinden dökülen ninninin içindeydin artık. Yeryüzüne gelmeden önce oyalanıp durduğun vadinin yeşil otları arasında yuvarlanıyordun.
Bu senin ertesi güne karışamayacak hikayendi Aylan Kurdi, Kobaneli çocuk.
***
Bundan sonrası ise, bizim hikayemiz. Ertesi gün 30 bin yaşındaki güneş ışıklarıyla yeniden uyanma şansına sahip olan bizlerin.
Senin cansız bedenini o kıyıya vurduran nedenlere gözlerini yummaya devam eden, bizlerin hikayesi bu. Son derece yavan bir hikaye aslında.
Savaşa evet diye o tombul ellerini havaya diken adamın rezil hikayesi de var orada, çaresizce gömüldüğümüz sessizlik de.
Bu sessizliğin çıldırtıcı girdabı da var orada, yalakalıktan kafasını kaldıramayan tuhaf yaratıklar da.
Bu hikaye bizim hikayemiz. Bu kadarı olmaz dediğin her şeyin olduğu, makul karşılandığı, makulmüş gibi pazarlandığı, çıldırtıcı bir hikaye.
Çaresizliği kendine kılıf biçmiş bir ülkenin hikayesi.
Lime lime dökülüyor.
Öyle bir hikaye ki hepimizi çürüterek, yutarak, kirleterek, irinleşerek büyüyor.
Pes!
30 bin yıllık kadim güneş ışıkları. Hiç değilse siz duyun sesimizi.