Gün olur devran döner

‘Aklını kullanacak kadar akıllı ol’ sözünün karşılığının olmadığı, olsa bile, aklı kullanmanın en fazla kurnazlık ve üçkağıtçılıkla eş tutulduğu ülkelerde, gölgesine sığınarak soluklandığımız bir sözdür ‘gün olur devran döner.’ Kaderci, mucizeleri başka dünyalara bırakan bir söz olsa da, huyundan mı suyundan mı bilinmez, tuttu mu tutar. Sanırım, bizleri hâlâ yaşatan da budur! Ahmet Şık ve Nedim Şener’in AİHM’den aldıkları ‘onay’, dönen devranla gelen o hüzünlü zafer karşısında bir müddet sessiz bıraktı beni. Ne tuhaf! Şimdilerde ‘paralel yapı paralel yapı’ diye inleyenler, o zamanlar da ‘kitaplar bombadır, kitaplar bombadır!’ diye inliyordu. Neden acaba? Sırf bu yüzleşmeyi yapabilecek olsalar-dı, bugün Türkiye bambaşka bir noktada olabilirdi...Ama bunu hiçbir zaman yapmadılar ve yapmayacaklar. Hem Şık hem de Şener bu ezberin karşısında yaşamlarının bir yılını, haksız yere, sırf birileri bir şey yaparmış gibi gözüksün, sırf birileri birilerine yaransın diye cezaevinde geçirdi. Adaletin kalp paraya dönüştüğü ülkemde adaletsizliğin bedelini ödemek zorunda bırakıldılar.

Baba seni niye oraya koydular?

Haberin Devamı

Nedim Şener, kızı Vecide Defne Şener’in, o masum evlat sorusundan yola çıkarak yazdığı ‘Baba Seni Niye Oraya Koydular?’ adlı kitabında (Doğan Kitap, Nisan 2012) Yaşar Kemal’in Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin verdiği onur ödülü törenine gönderdiği yazısına yer verir. Düştüğümüz halleri, bir kapanın kapısını bizzat kendi ellerimizle üstümüze nasıl kapamak üzere olduğumuzu göstermesi açısından ibretlik bir yazıdır. Türkiye’de basın özgürlüğünün hiçbir zaman olmadığını, buna karşın demokrasi için direnenleri düşünerek umutlu olmamız gerektiğini belirten yazı bir yandan da korku toplumu olmanın zaaflarına değinir. Bu noktada basının gücünün gerçek bir demokrasi için ne kadar önemli olduğunun da altını çizer. İyisi mi burada susayım ve sözü ustamız Yaşar Kemal’e bırakayım: ‘Gazete haber verir. Gazete, öğretir. Gazete, okuyucusunun nabzına göre şerbet vermez. Gazete, okuyucularını kışkırtmaz. Kol gibi harflerle manşetler vererek, bir spor karşılaşmasını en büyük ulusal olay durumuna sokmaz. Kürt sorunu gibi büyük ulusal sorunlarla oynamaz. Doğa kırımı gibi ülkenin geleceğiyle ilgili konularda gerçekleri saptırmaz.

Basın zanaat değil, sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir. Basın hiçbir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile. İşte basının özgür olması budur.

.... Diyorum ki korkulmasın. Bugünkü gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok.

Bugün hapishanelerde, mahkeme kapılarında veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğini kanıtlıyorlar.

İnsan, umutsuzluktan umut yaratandır. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç...Ve Türkiye hiçe layık değildir.

Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma.

Selam olsun, korkunun üstüne yürüyenlere.

Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğini gösterenlere.

İnsan soyu içinde en güzelleri, en kutsanacak olanları onlardır.’

Haberin Devamı

***

Haberin Devamı

Bu seneki Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü özel ödülü çevirmen Tonguç Ok’a verildi. Ok, 17 yıldır ağırlaştırılmış müebbetle cezaevinde. Tam 17 kitap çevirmiş, 4 dil bilen Ok, birçok siyasi tutuklu gibi özellikle Terörle Mücadele Yasası’nın ağır hükümlerine muhatap bırakılmış durumda.

DİĞER YENİ YAZILAR