15 milyon öğrenci bu Eylül’de değişen müfredat ile okula gidecek. Kâğıt fiyatlarındaki artışın da etkisiyle birçok yayınevi müfredata uygun yeni yardımcı kitapları ders yılı başına yetiştirme sıkıntısı içerisinde. Yeni müfredata ve sınav sistemine uygun, nitelikli kitapları kim nasıl seçer; seçer mi? Bu trikoyu kim giyer; niçin giyer?
***
O yaz, her yaz olduğu gibi kağıt her yerdeydi. Evin her tarafında. Buna karşın tanıdığım en beceriksiz terziydi. Burda diye bir derginin boylu poslu Alman kadınların üzerinden çekip önümüze attığı patron kağıdı ile dikebildiği bir elbise, maalesef olamamıştır, yok... Patron kağıtlarının elinde heder olması onu bu ‘huyundan’ vazgeçirdi mi diye soracak olursanız, cevabım ‘ne gezer kardeşim’ olacaktır.
Bununla kalsa iyi. Sevgili kız kardeşim hiç değilse etrafını rahat bırak, değil mi? Yok efendim. Hepimizin üstünde hepimize bol gelen elbiseler. Küçücük boyumuza sökün etmiş Alman hayalleri.
Sadece bu da değil.
İşinden istifa ettiği, daha doğrusu ettirildiği yıllardı. Yakın değil, uzak bir zamandı. Uzak değil, yakın bir provaydı... Onuruna yediremediği bir istifa olduğu için kafası iyice karışmıştı. Bu yüzden oyalanmak diye düşündüğü terzilik işinde bazen daha da matrak şeyler oluyor, basmalar, üstlerinde gezinen Sümerbank hikayelerinin bizzat kurbanına dönüşüyordu. Karpuzlar elmalara, zeytinler asmalara, deniz kumsala karışıyor, bu hengâmeden çıkan gömleğin ilerisi için beslenecek hayali ‘ya bir gün Avrupa Birliği’ne girersek’ biçiminde provalara yansıyordu. Her şey değişecek, o zamanın karanlık iklimli coğrafyası, zat-ı şahanemizin sayesinde üstümüze geçirdiğimiz Avrupa’nın geceyi delen tüllü şavkına dönüşecekti. İnanırdık ki bu günler geçecek...
Seksenlerin ezber ve yine ezber makamındaki prova dolu yıllarıydı. Şiddetin, arbedenin, yozluğun bu topraklara sinmiş halinin her şeyi birbirine karıştırdığı yıllar. Kağıdın toprağa, toprağın ‘ölesiye’ yaşama dadandığı resmi yıllar.
Ve o yıllar, provalar provaları izlerken, pazen bir elbisenin zeytinyağlı rehavetiyle gelip geçiverdi. Meyve bahçesi alışveriş merkezine, zeytinler termik santrale, üzüm bağı takım elbiseli bilmiş bağcının ta kendisine, deniz kumsal mumsal ne gezer resmen karaya karıştı, basınç yemiş dalgıç elbisesi gibi yol olup eridi.
İş bununla da kalmadı. Dünya esvabını değiştirdi, hızlandı, tozlandı, bulanıklaştı, cehenneme ad oldu, adsız kaldı. Burda dergisinin patron kağıtları ve ona eklenen yerli kağıtlar söküğünü dikemeyen bir terzinin eline bulaştı ve bir gün bu kağıtlar pırtık bir mintana dönüşerek tümden çöpü boyladı.
Hem ülke hem de o vazgeçmişti.
Gelin görün ki bağcı, termik santral, alışveriş merkezi, denizi tutan ve yutan yoldan oluşan yeni bir giysi revaçtaydı. Hazır giyim adı verilebilecek bu hal, şu hal ve o hal noktasında üzerimizden düşen başka bir giyimin adı oldu. Ancak işin tuhaf yanı bu üst baş için prova yoktu, çünkü zaten her şey provaydı. Demişler ya ‘yoka elbise giydirmek bir sanattır’ diye. Öyle.