‘Oyuncu Hakan Yılmaz’a saldıran isim açık açık yalan söyledi.’
Bir gazete haberi. Başlıktaki ‘gerçek-sonrası’ ise post-truth’a denk düşüyor.
***
Rus asıllı Amerikalı yazar Vladimir Nabokov, geçtiğimiz yüzyıldaki bir denemesinde edebiyatçılar için ‘yalancılar’ demişti. Ona göre iyi edebiyatçılar müthiş yalancılardı! En azından 20. yüzyılda, gerçeği romantize etmeden, sanata ve edebiyatçıya biçilen bu rolü anlamak mümkündü. Şimdiyse her şey birbirine ‘bakıp’ durduğu ve geçirdiği ‘değişimden’ ötürü ‘dura dura’ amorf bir yapıya büründüğü için, kendi adıma, sanatçıyı ve edebiyatçıyı nereye koyacağımı bilemiyorum.
Öte yandan son tanık olduğumuz ‘saldırıda’ bir iş adamı olduğu ileri sürülen kişinin durduk yere başka bir insana saldırmasını reddedip, bilakis kendini mağdur gösterme çabalarını, 21. yüzyıldaki Türkiye’de ‘gerçek-sonrası bir deneyim olarak algıladım. İş adamının, son derece emin bir edayla kendini aklamaya çalışmasına ve olup biteni ‘ufacık tefecik içi dolu yalancık’ biçiminde kamuoyuyla paylaşma ‘pişkinliğine’ diyecek söz bulamadım. Dahası bu ve benzeri olaylara (ne kadar çoklar!) artık pek şaşırmadığımı fark ettiğimden ötürü bu yazıyı yazmayı çok ama çok istedim. Kafamdaki sorularımsa belliydi:
1-Ortada alenen ‘bir gerçek’ varken, bir insan niçin bu kadar yalan söyler? (‘Kamera kayıtlarına bakılsın’ vb.)
2-Neye dayanarak bu yalanları arka arkaya sıralar? (‘Karşımdaki kişi devlete ileri geri laflar söylüyordu’ derken, muhbir vatandaş ruhunun aramızda nasıl bir hayalet olarak dolaştığı da ortaya çıkmaz mı? Hemen herkes kendini OHAL’ci ve onun Murtaza’sı mı saymaktadır? Neye göre peki? Kısaca pusula nereyi göstermektedir? Yoksa artık pusula musula yok mudur? Pusulanın olmaması, kısaca yönün kaybolmuş olması, kimin hayrınadır? Ortada gezinen ‘çete’ ruhunun, ‘ben söyledim oldu’ ifadesinin toplumun her katmanına sinmesinin nedenleri nelerdir?)
3- Söz konusu kişi tüm bu yalanları ayan beyan sıralarken diğerlerinin buna inanacağından nasıl bu kadar emin olabilir?
Gibi sorular...
Hürriyet gazetesi sağ olsun, video kayıtlarını sunarak, gerçeğin bizlerle buluşmasını sağladı. Ve gördük ki işin aslı, hiç de savunulduğu gibi değil. Ancak benim burada bir sorum daha var:
4- Her şey bu kadar ortadayken söz konusu iş adamının hâlâ bu işten yırtma şansı var mıdır, yok mudur?
Yaşadıklarımızdan yola çıkarak cevabımızın ne olduğu bellidir.
İş adamı, ah canımmm, elbette ‘masumdur’!!!