Geçenlerde posta kutumdan güzel bir kitap çıktı. Ortaokul yıllarından tanıdığım bir arkadaşım olan Meltem Bayazıt Tepeler’in kitabı: ‘Düğünler ve İstanbul’. Meltem, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki yüksek lisans ve doktorasının arkasından yaklaşık 20 yıldır İstanbul’da düğünler planlıyor ve bunları hayata geçiriyor. Evet, o bir düğün planlamacısı!
‘Düğünler ve İstanbul’, Atatürk Kitaplığı’nda İstanbul konulu kitaplar arasında sergilenen, özenli baskısı, fotoğrafları ve içeriğiyle, Türkiye’nin düğün gelenekleri ile ilgili yazılmış neredeyse tek kitap. Kitabın en ilginç bölümlerinden birisi ise ‘farklı düğünler’ bölümü. Meltem diyor ki: “Kilise ve sinagoglarda gerçekleşen seremoniler esnasında, İstanbul’un birbirinden farklı ne kadar çok yaşamı kucakladığını fark eder ve bu büyüleyici şehirde yaşamaktan haz duyarım. Farklı kültürler, farklı inançlar ve farklı yaşamların birbirini kucakladığı bambaşka bir şehirdir İstanbul.”
Ardından Musevilerin, Rumların, Ermenilerin, Süryanilerin, Türklerin düğün adetlerinden bahsediyor bize. Payda düğün olduğunda geleneklerin birbirine yakınlığı, aslında temel noktanın yine insan olduğunu hatırlatıyor. Haydi, yine sırası gelmişken söyleyelim: Çoğulluğu.
***
Ancak tüm bunların ötesinde insan öyle kolay bir varlık değil. Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notlar’ında bize hatırlattığı gibi düzinelerce gölgeye sahip. O gölgeler hiç umulmadık zamanlarda insanları, hatta toplumu ele geçirebiliyor. Dahası, yaşamlarımızın temel sorularından biri olan ‘gerçek kimin elindedir?’ sorusunu defalarca sormamıza yol açıyor.
Yaşadığımız zaman diliminde gerçek, tarihe ve doğaya kendi hükümlerini koyarak yalanı doğru, doğruyu yalan yerine koyabilen zihniyetlerin tekeli altında. Tek bir irade varmışçasına hemen her şeyi bunun içine tıkma çabasındaki görkem ise gerçekten kayda değer. Gerçi bu, insan var olduğu müddetçe var olmuş ve kanaatimce hep var olacak bir debelenmedir. Birileri, tarihin tuhaf dönemeçlerinde hep çıkmış ve demiştir ki: ‘Gerçek benden sorulur arkadaş!’ Kısacası bütün savaşların nedenlerini bildiklerini sananlar ve bunu dayatanlar.
Ya buna alkış tutanlar? Çoktur, çok.
Ve hiç kuşku yok ki buna çanak tutanlardan ne daha masum ne de daha az suçludurlar.
***
Şu aralar tartışmanın anlamını yitirdiği günlerden geçiyoruz... Yoksa tartışmanın bir anlamının olmadığı günler
mi desem? Dünyayı birlikte anlamanın ve birlikte yaşamanın bu kadar zor olmadığını tekrarlayıp dursam da... Yine de zor zamanlar.
Bereket, düğün mevsimindeyiz.