Fısıltı

Haberin Devamı

Önündeki zemini yitireli üç beş saniye oldu. Sepetti en son bildiğin. Kendini topla, ağırlıklarını at. Bırak.

Tuhaf bir sesle irkildin. Bu ses sendin. Korku dolu bir çığlık oluvermiştin. Umulmadık bir kayıptı bu. Düşlerdeki kayıp gidişin korkusuyla kendine geldin ve o anda aklını yitirdin. Gerçek şu ki zeminin yok artık. Hiçbir halata tutunduramayacağın bir yitiş. Yerçekimi kuvvetine anlam yükleyemediğin bir savruluş var. Bir yaprak gibi kalbin. Keşke bulutlara tutunabilseydin. Çocukluğunun bir anına.

Bırak. Ağırlıkları at, düşünme artık, yükselmeye bak.

Önün, arkan, sağın, solun boşluk. Seni ve açmazlarını sobeleyen bir boşluğun içinde ivmesini hesaplayamadığın bir hızla aşağıya inmektesin. Katları tüketerek bitiriyorsun bu günlük, kuş kadarki yevmiyeni. Yaşamını hızlandırarak bitiriyorsun.

Düşünme artık, ağırlıkları at, bırak.

19 yılına sığan ve sığmamış olan bütün rüyaları bırak. Sandalyenin arkasına asılmış bir hırka gibi duran geçmişini, bırak. Kentin bütün uğultusu şimdiki zamanına teğet geçiyor, bırak. Hiç umulmadık bir şeydi bu, bırak, sepeti bırak, şantiyeyi bırak, üniversiteyi bırak, nedenleri bırak. Rüzgâra bırak, o halletsin. Yaşamın sırrını ona bırak. Şiddetlenen zamanı, kimsesizliği ona bırak.

Düşünme artık. Ağırlıkları at. Bedenini hiçliğe, yitirmekte olduğun ufku yukarıdaki rüzgâra bırak. Renkleri bırak. Umudu bırak. Soruları b-ı-r-a-k.

Dilindeki fısıltıyı bir anlığına dinle. İnsanın bir hiç uğruna kayboluşunun hikâyelerini. Yoksulluğun dar zamanlara sığan hikâyelerini de. Sonra onları da bırak. Bütün ağırlıklarını bırak ve sadece yükselmeye bak.

***


‘Hikâyeyi herkes anlamışsa, o hikâye iyi anlatılmamış demektir’ diyor çarpık kahramanlardan biri Fassbinder’in başrol oyunculuğunu üstlendiği Baal filminde.

Şimdi elimizdeki hikâyeye bakalım. Bir genç Van’dan geliyor. 19 yaşında. Dershane parasını biriktirmek ve üniversite okumak için Ali Sami Yen Rezidansları’nda çalışmaya başlıyor. Sonra 15. kattan düşüyor ve hayatını yitiriyor. Burada bitiyor hikâye. En fazla bir öğleden sonrasında öylesine, en fazla yirmi dakikalığına zihinlerde kalmak üzere, eskimeye bırakılıyor. Hikâye bu, hepi topu. Anladık ve unutalım der demez orada bitiveriyor.

İlerde çıkacak reklâmları görür duyar gibiyim şimdiden:

‘Tam konforlu rezidanslarımızda ışıl ışıl yaşayın; hayatı bir de buralardan görün’ diye kıyak elbiseli mankenlerin yalan hayatları anlatıp durduğu o reklâmların içine bir çırpıda sığın diye dökülüverecek cümleleri duyuyorum; hem de ne kadar çok. Metalik ama kadifemsi bir erkek sesi, yumuşak ama cezbedici bir kadın sesi eşliğinde. Çok baştan çıkarıcı, çok.

Bu durumun arkasında yatan gerçeği yazmayı çalıştığınızda etik düşkünü olduğunu savlayan avukatlardan gelebilecek okkalı mektupların dilini hayal ediyorum sonrasında. O işini bilen, tekzip dayatan mektup dilini.

Ama bir şeyi daha biliyorum: O rezidansların asansör müzikli, tazecik kokan koridorlarında gezinen para dilini bölecek olanı.

O hayalet fısıltıyı: Bırakbırakbırak.

DİĞER YENİ YAZILAR