‘Nelere alıştığımı bilmek istiyordum. Neyi görmeye başladığımı, neyin aslında bana uymadığını, nereden çürümeye başladığımı. Evin telefonu çaldı, çaldı, çaldı... Uzun uzun dinledim. Açmadım. Evde yoktuk. Evde yoktum.’
Pınar Öğünç’ün yeni kitabı ‘Aksi Gibi’ hayatın tuhaflığı içine saklanmış detayları ve o detayların yaratabileceği anlık bozuşmaları ve bu bozuşmalar kadar, kırık, buruk da olsa bir anda mümkün olabilecek kavuşmaları da anlatıyor.
***
Ne yalan söyleyeyim kavuşmak sözcüğünü yazdıktan sonra duraksadım. İnsanların dilimlendiği, vücut uzuvlarının parça parça çöp torbalarına konup konteynırlara atıldığı bir ülkede kavuşmak sözcüğünün ne kadar lüks, yoksul, yalnız ve evsiz bir sözcük olduğunu düşündüm. Önce Özgecan Aslan, ardından Nuh Köklü, derken parçalara ayrılan kadın bedenleri... Kübra Kart, Hüsne Aslan...Lime limeyiz... Bilmiyorum; bu kadar ‘evsiz’ kalmamız gerekir miydi? Gerekiyor mu?
Evsizlik ve uzay
Evsizlik deyince, gözünü uzaya çeviren Batılıların hatırlattıklarını da düşündüm elbette. Yeni bir ‘bütünlük’ arayan Batılıları. Çağımızın en büyük bilim insanı Stephen Hawking, ‘İnsanlığı kurtarmak için başka gezegenlerde koloniler kurmak zorundayız’ demiş. ‘Bu saldırganlık, medeniyetin ve insanlığın sonunu getirebilir. Ancak uzayda yolculuk bizi başka bir yöne götürebilir.’
Peki Stephen Hawking. Siz diyorsanız doğrudur elbette, uzaya çıkalım öyleyse. Ama bir yandan da uzaya çıkacak ‘öncelikliler’ arasında olmamız için gereken şartları da düşünelim. Bütün video oyunlarında, hatta Tolkien’in o güzelim ‘Yüzüklerin Efendisi’nde bile karanlık gölgeler, kolonileştirilmesi ve sömürgeleştirilmesi gereken feci düşmanlar olarak resmedilen, bizler, şu kötü 3. Dünyalılara ya da Ortadoğululara sıra ne zaman gelir sizce?
Uzaya çıkma sırası
Ben tahminde bulunabilir miyim? Büyük bir olasılıkla o sıra bizim bu taraftakilere hiç gelmeyecektir! Kuantum Teorisi’ni Hollywood şipşakçılığıyla çeken filmlerde gezinen feci uzaylı içgüdüsüyle bile bunu anlamak mümkündür. Şu söz konusu uzay yolcuğunda dünyadan kalkan ve uzayı keşfe çıkan bütün uzay gemileri en kötü tahminle tam takır kuru bakır haline gelmiş bir hayalet petrol çölünden havalanacak (Örneğin Teksas) ve ‘Houston problemin varsa da sen hallet koçum!’ diyerek bir daha arkalarına bile bakmayacaktır.
Ya geride kalanlar? Biz burada ‘evde’ kalacağız Sayın Hawking. Sanırım bize kalan, birbirimizi boğazlamak, vasat hükümetlerin vasat oy politikalarıyla inşa ettirdikleri nükleer santrallerde kalan son enerjilerle ABD kaynaklı şiddet yüklü polisiyeleri seyretmek, birbirimizi boğazlamak, halkın vergileriyle ödenen teliflerle satın alınmış o muhteşem ‘eğlence programlarında’ ne kadar yetenekli olduğumuzu keşfetmek, birbirimizi boğazlamak, televizyon dizilerinde iyi kalpli ağır abiye, feci duygusal babaya, mafyacı romantik sevgiliye, evliliğe temayülü olan tecavüzcüye ya da ağır ol molla desinler şeklinde poz kesen kıskanç adamlara öykünmek, birbirimizi boğazlamak, kadınları erkeklere emanet yaratıklar olarak (hor)gören bir zihniyetle yaşamaya devam etmeye çalışmak, birbirimizi boğazlamak, dostlar alışverişte görsün diye Osmanlıca öğrenmek, birbirimizi boğazlamak, ormanları talan edip gökdelen ve AVM dikmeyi bir ayet saymak ve saydırmak, birbirimizi, boğazlamak, boğazlamak, boğazlamak olacak...
***
Hayır.
Bizler bu topraklarda bunları er ya da geç aşacağız Sayın Hawking. Bunu niye özellikle size söylediğimi de bilmiyorum. Ama öyle. Biz, bize kavuşacağız elbet bir zamanda. Bir gün o rüya gerçekleşecek. Ve kartopu oynayan insanların neşesiyle kavuşmayı başaracağız bir yerlerde, bir zaman.
Evimiz, ‘orası’ olacak işte. Dünyadaki cennetimiz. Önce orası.