Bugün size yine bir çocuk kitabından bahsedeceğim. Şu ara çocuk kitaplarına fena sardım. Son yıllarımıza damgasını vuran ‘hakikat sonrası siyaset’te bulamadığım hakikati sakınmadan sunduklarından belki de...
Neyse, Yeşil Parmaklı Tistu eski bir kitap. Öyle ki yazarı MauriceDruon’nun 1967’de yazdığı bir önsözle başlıyor. Harika bir önsöz! Büyüklerin yerleşik düşüncelerle ona anlattığı dünyayı bir türlü kabullenemeyen Tistu, cesareti ve yeteneği ile büyüklerin taktığı at gözlükleri yüzünden bozulan mantıklarını yerle bir ediyor.
Örneğin kendisine düzeni anlatmaya çalışan Bay Trunadis’le aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:
‘Bir kent sizin de görebileceğiniz gibi sokaklar, anıtlar, evler ve bu evlerde yaşayan insanlardan oluşur. Sizce bir kentteki en önemli şey nedir?
(Aslında bu soruyu, ta geçen yüzyıldan hepimize ayrı ayrı sorduğunu farz edelim Bay Trunadis’in. 2017’de cevaplarımız neler olurdu bir düşünelim? Polis ekipleri? Gökdelenler? Marmaray? Siren sesleri? Alışveriş merkezleri? Adalet sarayları?)
Tistu’nun buna cevabı ise, daha önceki deneyimlerinden yararlanarak
‘Botanik bahçesi’ oluyor.
Bay Trunadis ise bu cevaba çok içerliyor.
‘Hayır efendim’ diyor. ‘Bir kentteki en önemli şey düzendir. Biz de şimdi düzenin sağlandığı bir yapıyı görmeye gideceğiz.’
(Araya girmeden duramayacağım: Bu yapı, düzenin sağlandığı kent cezaevi! Şu sıralar kim suçlu kim suçsuz karıştırdığımız yer. Suç nedir sorusu da cabası.)
Bana ters ters baktığını hissederek sözü yine Bay Trunadis’e bırakıyorum. Ama o vitesten atmış bir kere!
‘Sayın İplikçi! Sözümü kesip durmayın... Düzen olmadan ne kent ne ülke ne de toplum ayakta durabilir. Düzenden vazgeçilemez. Düzeni korumak için de düzensizliğin cezalandırılması gerekir.’
Düzen nedir?
‘Bay Trunadis haklı olmalı’ diye düşündü Tistu, bir yandan da bana gülümsüyordu. ‘Ama ne diye böyle bağırıyor ki bu adam? Nasıl bir yetişkin bu böyle? Sesi zurna gibi. Düzen yüzünden bu kadar gürültü etmek gerekir mi yani?’
(Dayanamadım, yine söze karıştım: ‘Sevgili Tistu, bir yerlerde bağıran bir büyük mü gördün, bunu sakın kişisel algılama. O aslında kendinde saklı, iyileşemez bir yaraya bağırıp duruyor. Biliyorum sokaktan geçenler size bakıyorlar. Ancak dedim ya bu Bay Trinadis’in sorunu, senin değil.’)
‘Tistu! Dikkatinizi dağıtmayın lütfen. Bu kadını da dinlemeyin. Şimdi söyleyin bakalım neymiş düzen?’ diye sertçe sordu Bay Trunadis.
‘Düzen mi?’ diye mırıldandı Tistu. Çocuk kalbinden farklı farklı şeylerin geçtiği belli oluyordu.
O zaman yutkundum. Hem duygusal hem de ahlak anlamında savrulduğumuz bu kaçınılmaz çöküşü hangi düzen geri getirebilir diye sormak istedim. Öngörülemezliğin yarattığı dizginlenemezliği hangi gerçek tersine çevirebilir? Bu savrulmuşluğu milliyetçi duygularla kontrol altına almaya çalışan hangi düşünce vicdanı ve insanları ve yaşamları gerçekten hesaba katmaktadır? Yaratılan kafa karışıklığının bedelini niçin düşünmek ve soru sormakla meşgul insanlar ödemek durumundadır? Daha iyi bir dünyayı düşlemek, kendini sürekli bir şeylerin mağduru olarak görenlerce neden sürekli olarak arıza çıkarma hali olarak adlandırılmaktadır? Offf.
Soluksuz kaldığımı görünce koluma dokundu Tistu.
‘Mutluysak eğer işte o zaman düzen vardır’ dedi. Ve cezaevi yolunda daha bir sürü soru sordu. Bunlardan biri ise ortalığı karıştırmanın ne olduğu sorusu idi. Karıştırmak fiilini çok farklı algılıyordu Tistu. Örneğin bir şeylere katkı sağlamak, ekleme yapmak, zamanla ve sabırla güzel bir karışım elde etmek gibi...
Günün sonunda ise Bay TrunadisTistu’nun karnesine şunları yazdı:
‘Bu çocuk yakından izlenmeli. Çok fazla soru soruyor.’
(Yeşil Parmaklı Tistu, MauriceDruon, Can Çocuk, çev. Esra Özdoğan)