Otuzlu yaşlarında. Ülkesini çok sevdiğini söylüyor. Bu ülkenin, hep dendiği biçimde cahilliğinden değil, asıl okuyan cahillerinden çok bunaldığını tekrarlayıp duruyor. Karşımdaki kasiyerin çilli yüzüne bakıyorum. Para ödeme işini yapar yapmaz ona kahve ısmarlamak geçiyor içimden.
***
Filistin asıllı yazar ve düşünür Edward Said ‘Entelektüel’ adlı kitabında entelektüeli otorite ve iktidara hizmet etmeyi reddeden insan olarak tanımlar. Dahası din, gelenek ve milliyetle kendi arasına koyduğu mesafeyle. Hiç kuşku yok ki böylesi bir mesafe ona düşünme şansı yaratabilecektir. Dahası ‘düşünmenin’ sınır tanımaz gücünün ateşleyicisi olmak durumundadır entelektüel. Peki bu ne demektir?
Düşünmek, olup bitenleri tüm boyutlarıyla fark edebilmek, anlamak ve bunları analiz etmekle mümkün olabilecek bir eylem halidir; ben ve benim gibiler haklı, sen ve senin gibiler haksız demek değil. Dahası, düşünmek, sürekli olarak bir anlama çabası halidir. Ve bunun hayata geçebilmesi için de insanların şu ya da bu şekilde özgür olması gerekir.
Hal böyleyken Türkiye’de Said’in söylediklerinin pabucu ne zamandır dama atılmış durumda.
Oysa bu topraklara özgü neredeyse ‘sabitleşmiş’ gerçekler hâlâ aynı. Hiçbir şey değişmedi. Dinle örülü fanatizmin yolları düşüncenin can damarlarını tıkamaya devam ediyor (hem de nasıl); milliyetçilik hâlâ ‘kendinden başka kimseye’ imkan tanımıyor (bunun içine milliyetçiliğin her türlüsü giriyor). Dolayısıyla düşüncenin kendine açabileceği yollar tıkalı. Çünkü bunlar özgürlüğün önünü de tıkayan engeller. Doğrusu, bu türden bir özgürlüğün tıkanmasında da değişen bir şey yok! Sansür, bu toprakların bir diğer adı!
Tüm bunlara rağmen son yıllarda değişen ne?
Değişense elbette, entelektüelliğin tanımı. Artık entelektüel, ülkemizde tanık olduğumuz haliyle, nicedir, iktidarın sözcülüğünü utanmadan, sıkılmadan yapan insan anlamına geliyor. Düşünmenin, iktidarla kol kola gidemeyeceğini umursamıyor. İktidar dilinin düşünce diliyle uzaktan yakından hiçbir bağı olamayacağını önemsemiyor. Çünkü asıl derdi, kendisinin de bir iktidar diline sahip olması... Ki bu, bir ülkede bir entelektüelin içine düşebileceği en hazin durum olsa gerek: Bir iktidar diline özlem duymak! Hatta o iktidar dilinin bir parçası olmak.
Eskiden farklı mıydı? Klanlaşmayı özleyen, iktidara yakın olmayı, bu sayede yeni iktidar dilleri oluşturmayı uman ‘entelektüel tipi’ her zaman mevcut olmuştur ülkemizde. Ama bu, bugün yaşanan pejmürdeliği görmezden gelmemize yol açmamalı.
O yüzden burada ufak bir notu eklememiz elzem: Düşünmek, iktidar diline sahip olmak demek değildir. Bir entelektüelin hedefi sonsuzluğu işaret eden evrensellik ve evrensel değerlerdir. Bu yüzden içinde bulunduğu toplum hatta dünya tarafından zaman zaman, hatta çoğunlukla ‘kıyıda köşede bir marjinal’ olarak tanımlanacaktır. Ancak bu onu tutsak kılan değil, özgürleştiren bir yalnızlıktır ve tam da bu noktada sorgulamaya devam edecektir. Toplumun içerisindeki ikiyüzlülükleri, değer karmaşalarını, bayağılıkları, cinsiyetçi, ırkçılığa ve fanatizme kayan tüm politikaları... Ve iktidarı da! Özellikle de iktidarı ve iktidar dilini. Ve elbette buna çanak tutanları da.
Bu yazıyı iktidarı kollamaktan yorgun düşen ve muhalefete ateş püskürerek mesaisini doldurmakta olan değerli ‘entelektüellerimize’ ithaf etmek boynumun borcudur.