İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından birçok kurumun sponsorluğunda düzenlenen 21. İstanbul Tiyatro Festivali bugün sona eriyor. Festival, bu sene de birbirinden ilginç yapıtlar ile göz doldurdu. Bu son gün için size önerebileceğim oyunlar arasında Kelebek (Zorlu PSM Drama Sahnesi), Seni Seviyorum Türkiye ve Güneşin Zaptı(Yunus Emre Kültür Merkezi Müşfik Kenter Sahnesi) var. Elbette edebiyatımızda çok ayrı bir yeri ve önemi olan Nahid Sırrı Örik’in, bugüne dek hiç sahnelenmeyen yapıtı İhanet de önerilerim arasında. 1930’lu yılların Türkiye’sinde Ankara’da bir konakta yaşayan iki kardeşin rekabetini konu alan İhanet’in yönetmeni ise Özen Yula (Caddebostan Kültür Merkezi).
Ve ‘Yalnız’
Yeri gelmişken Yalnız’dan bahsetmeden olmaz! Paris La Colline Ulusal Tiyatrosu’nun sanat direktörü Wajdi Mouawad’ın yazıp yönettiği ve tek başına oynadığı Yalnız, Festival’in özel gösterimlerinden biriydi. 2008’de Fransa’da prömiyerini yaptıktan sonra dünya çapındaki festivallerde büyük ilgi gören oyun, çağımızın en önemli konularından biri olan ‘kimlik’ ve ‘kimlik’in göç ve savaşlarla, yeni bir dil ve yeni bir coğrafyada ‘biçare ve yalnız’ insanla nasıl buluştuğunun (ya da buluşamadığının) teatral bir manifestosu niteliğinde. Çocukluğu Lübnan’da geçen, şu anda ise Fransa’da yaşayan Mouawad, oyunu aracılığıyla, bizlere, 21. yüzyılın insanı nasıl terk ettiğini, bellek denilenin ne olduğunu ve anadilin bu bellekteki yarıktan nasıl kayıp gidebileceğini sorgulatıyor. Elbette bu dilimde sınırların ne olduğunu da gözlerimizin önüne seriyor. Onun şiirsel dilinde bu sınırlar ne çizildiği kadar keskin ne de çizilmediği kadar soyut. Kısacası yaşamlarımızın birbiriyle çelişen her anı gibi! Varken yok oluşumuz, yokken birden var oluşumuz gibi...Şu hayhuyda nasıl var olup nasıl yok olduğumuz ise uzun uzun tartışılabilir ama hiç kuşku yok, bu husus, bu yazının amacını aşar. Kısaca şöyle söyleyebilirim: Bir kuyruklu yıldızın izini sürmek gibi belki de. Oyundaki yitik kahramanımızın ‘komadaki’ hali, aslında insanlık olarak hemen hepimizin de halidir.
Peki ne zaman uyanacağız?
Açıkçası Mouwad’ın bu sorunun cevabıyla ilgilendiğini sanmıyorum! İlle de bir yanıt arayacaksak, onun bize sunduğu yanıtta, bunca bölünmüşlüğümüze ve savaşla kan rengine boyanmış gerçeklik karşısındaki yenilgimize rağmen bir pencereden yakalanabilecek ‘çatlak’ın bizi canlı tutacağına inandığını düşünüyorum. Artık gökyüzündeki yıldızları göremeyen insanların o ‘çatlak’ aracılığıyla ‘komadan uyanma hali’ de diyebiliriz buna. Belki de şu: Yıldızları artık göremeyecek olsak da yıldızları saymaya yeltenebilme halimiz. Bunca yaşanan saçmalıktan sonra mümkün mü bu? Bunca şeyi yitirdikten sonra yani?
Galiba mümkün.
Belki de sadece ve sadece bu mümkün. Wajdi Mouawad’ın müthiş performansı da bunun mümkün olduğunu söylüyordu.