İlknur Özdemir, İranlı yazar Samed Behrengi’nin ‘Küçük Kara Balık’ ve ‘Bir Şeftali Bin Şeftali’sini yeniden dilimize çevirdi. Bunun haberini alır almaz kitapları edinip yeniden okudum. Kim bilir kaçıncı kez okuyorum bu iki kitabı! Nihayet fark ettim, sanki ‘hatırla, unutma’ demek için okuyorum Behrengi’yi. Malum, çağımız esaslı bir unutma çağı.
Behrengi benim kuşağım için farklı bir milat galiba. O ve onun gibi yazarların sunduğu iklimle şu an yaşadığımız arasında derin bir çatlak var. Düşün gerçekle kuramadığı bir iletişimsizlik söz konusu çağımızda. Çağımızın düşü gerçekle mayalanamayacak, sadece uzak cennetlere taşınma yoluyla insanı ‘kurtaracak’ dumanlar içersindeki bir diyardan ibaret sanki. Cennet... Sisler içersinde olduğu için inanç mekanizmalarının bu kadar kuvvetle devreye girmesine şaşmamalı. Galiba o hayalin betimlemesi ne kadar muğlak olursa insan beyni o kadar inanç yükleyebiliyor ona. İnanç yüklemek ise şimdiki zamana yönelik bir atılım yerine hep ertelenecek bir yarın demek. Benim kafamı kurcalayan da bu zaten. İnanırken içinde bulunduğumuz zaman ve mekanın neden elimizden kayıp gittiği sorusu.
Oysa bütün eylemlerimizi şimdiki zamanın gücüne borçluyuz. Ertelenen, ötelenen, fallanan hiçbir şimdiki zamanın gelecek zamana faydası yok. Varsa da gelecek zamanın rivayeti biçiminde var. Olacakmış, edecekmiş, gelecekmiş... Sözünü ettiğim muğlaklık bu işte.
Oysa Behrengi’nin anlattıklarında düş, gerçekleşebilecek bir adım olarak mevcuttur. Çocuk zihninizle ‘Küçük Kara Balık’ın cesaretini takip ederken, er ya da geç yüzdüğünüz ırmaktan bir gün okyanusa erişmeyi düşlemek işin özüdür. Elbette cesaretin ne olduğunu anlamanız için de birebirdir bu takip. Cesaretin korkmamak değil, tuhaf bir paradoksla korkmanıza rağmen göze alacaklarınız olduğunu bilmek. Üstelik bu cesareti ilk başta varlığınızın keşfi olarak gerçekleştirmek... Sonucu ne olursa olsun ‘değerdi’ diyebilmek.
Aras Nehri’nde boğularak yaşamını yitirdiğinde gencecikti Behrengi. O genç yaşına rağmen yazarlığı sınır tanımayacak biçimde parlamaya başlamış bir yetenekti. Bugün hâlâ onu okuyoruz ve bir kez daha tanık oluyoruz bu pırıltıya. O pırıltıda sadece ölümsüzleşen masallar mevcut değil, aynı zamanda genç ve her yaştaki okura şimdiki zamanı dönüştürmeye, gerçeğin ve yaptığı işin sorumluluğunu üstlenmeye dair çok sağlam mesajlar da saklı. Kısacası insana yönelik bir ‘inanç’ var o satırlarda. İnsanı kullanmaya, sömürmeye, elinden düş gücünü çalmaya yönelik sistemler için ne büyük tehlikedir bu! Cennetin şimdiki zamanda insan iradesi, öngörüsü, özsaygı ve özgüveniyle de mümkün olabildiğini anlatmak... Büyük tehdit! Bu yüzden Behrengi’nin dönemin rejimi tarafından öldürüldüğüne şaşmamak gerek.
Serap Deliorman’ın desenleriyle KırmızıKedi Çocuk’tan çıkan bu Behrengiler’i çocuklarınızdan (kendinizden de) esirgemeyin derim.
Çocuk deyince yazmadan duramayacağım. Bugün 1 Eylül. Dünya Barış Günü. Bir başka barış gününe yine bir sürü acıyla, insanlık adına sayısız utançla giriyoruz. 14 yaşındaki Ö.C’ye tecavüz davasında tutuklu sanıkların tümü tahliye edildi. Daha ilginci Sakarya Baro Başkanı’nın sanıkların avukatı olduğu öğrenildi. Hatırlayacağınız gibi Fethiye davasında da aynı şey oldu. Toplu tecavüz davaları kestirmeden ‘yakinim olur’ düzeniyle çözülür hale geldi!
Adaletin, üstelik böylesi bir güne uyabilecek ‘anlamlı’ mesajı olsa olsa budur:
Cennet tecavüzcülerin ayakları altındadır.